Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Sübjektif İmkansızlık Kavramı ve 
Benzer Kavramlardan Ayırt Edilmesi

Subjective Impossibility Concept and Distinguishing from Similar 
Concepts

Seda KAKILIÇARSLAN

Sübjektif imkansızlık kavramı, öğretide aksini kabul eden bir yaklaşım olmakla birlikte, benzer hukuki kurumların uygulama alanlarını belirlemek bakımından önemli bir işleve sahiptir. Bu bağlamda hukuki sonuç ve uygulama şartları bakımından, farklılığı olan benzer kavramlardan ayırt edilmesi itibariyle gri bir alanın var olduğu görülmektedir. Bu sebeple hukuki kurumları birbirine alternatif olarak görmekten ziyade, uygulama alanlarının sınırını belirlemek gerekmektedir. Sübjektif imkansızlık kavramı da, bu çerçevede kavramlar arasında en kesişmeye eğilimli kavram olarak, aşırı ifa güçlüğü, temerrüt ve objektif imkansızlık kavramları arasında ayırımı yaparak, belirleyici bir sınır çizebilecek niteliktedir.

Sübjektif İmkansızlık, Objektif İmkansızlık, Aşırı İfa Güçlüğü, Uyarlama, İşlem Temelinin Çökmesi, Temerrüt, İfa Edilmeme, Geçici İmkansızlık.

Although the concept of subjective impossibility is an approach that accepts the opposite in teaching, it has an important role in determining the application areas of similar legal institutions. In this context, it is seen that there is a gray area in terms of distinguishing it from similar concepts that differ in terms of legal conclusion and implementation conditions. For this reason, it is necessary to determine the boundaries of the application areas rather than seeing the legal institutions as alternatives to each other. As the most intersecting concept among the concepts in this framework, the concept of subjective impossibility has the quality of drawing a definitive boundary by distinguishing among the concepts of over-performance difficulty, delinquency and objective impossibility.

Subjective Impossibility, Objective Impossibility, Over-Performance Difficulty, Adaptation, The Collapse of the Transaction Base, Delinquency, Non-Performance, Temporary Impossibility.

Giriş

Borçlar Kanununda, borcun ifa edilmediği hukuki olgular, yeknesak bir biçimde düzenlenmemiştir. Aksine, Borçlar Kanununun çeşitli yerlerinde dağınık ve birbirinden ilintisiz bir biçimde düzenlenmiştir1. Çalışmamızın konusu olan sübjektif imkânsızlık ve genel olarak imkânsızlık kavramına baktığımızda ise, borca aykırılık durumlarının tamamında olduğu gibi, hukuki sonuçları bakımından dağınık bir biçimde düzenlendikleri görülmektedir. İmkânsızlığın yaptırımına yönelik olarak, Roma Hukuku ifadesiyle, “Impossibilium nulla est obligatio”, yani imkânsız olanın borçlanılamayacağı, yani anlamsız, mantıksız, amaçsız edimlerin borç ilişkisi doğurmayacağı ortaya konulmuştur2. Fakat imkânsızlığa, mevcut ilke doğrultusunda hukuki sonuç bağlanmayacağı görüşü zamanla yetersiz kalmış ve giderek terk edilmiştir. Günümüzde imkânsızlık kavramı, imkânsızlığın ortaya çıkışı merkezli olarak yapılan bir ayırımla, sözleşmenin kurulmasından önceki imkânsızlık ve sonraki imkânsızlık olarak ele alınmaktadır. Söz konusu ayırımın neticesi olarak da, önceki ve sonraki imkânsızlık kavramlarına farklı hukuki sonuçlar bağlanmıştır3. Böylece sözleşmenin kurulmasından önceki objektif imkânsızlık, TBK m. 27 uyarınca kesin hükümsüz olarak kabul edilmiştir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki objektif veya sübjektif imkânsızlık ve başlangıçtaki sübjektif imkânsızlık için ise, TBK m. 112 ve m. 136 hükümleri öngörülmüştür. Eğer imkânsızlık borçlunun kusurundan ileri geliyorsa, borçlu TBK m. 112 anlamında oluşan borca aykırılığın tazmininden sorumlu olacakken, borçlunun kusuru mevcut değilse, TBK m. 136 anlamında borç sona erecek ve borçlu borcundan kural olarak kurtulacaktır4. Bu haliyle imkânsızlık, borç ilişkisinin geçerliliğini değil; devam edip etmeyeceğini belirlemektedir. Önemle vurgulamalıyız ki, çeşitli sınıflandırmalara tabi olan imkânsızlık kavramı, bu çerçevede objektif ve sübjektif imkânsızlık bağlamında değerlendirmeye tabidir5. Objektif - sübjektif imkânsızlık ayrımına karşı çıkan bir görüşün mevcut olmasına rağmen bu ayırım, TBK hükümlerinin hangisinin uygulanacağı bakımından özel bir öneme sahiptir6. Zira Türk - İsviçre Hukuk sistemi bakımından hala mevcut olan “ifa engelleri” hallerinin dağınıklığının üst bir kavram altında incelenmesi fikrinin yanı sıra, imkânsızlık/temerrüt kavramları ayırımı açısından da sübjektif imkânsızlığa başvurulması gerektiği savunulmaktadır7.

Öte yandan 6098 sayılı TBK ile yürürlüğe giren m. 138 hükmü uyarınca, imkânsızlık hükmüne ilişkin düzenlemenin hemen akabinde, “aşırı ifa güçlüğü” kavramı düzenlenmiştir. Her ne kadar Kanun gerekçesinde, aşırı ifa güçlüğünün temelini TMK m. 2’deki dürüstlük kuralının oluşturduğu ve imkânsızlıktan farklı olduğu belirtilse de, uygulamada bilhassa sübjektif imkânsızlık ve aşırı ifa güçlüğü arasında sınırın belirsiz olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, diğer kavramlarda olduğu gibi, sübjektif imkânsızlık kavramı ve bu kavramın sınırı, aşırı ifa güçlüğü ve imkânsızlık hükümlerinin uygulama alanını belirleyecektir. Bu bağlamda söz konusu edilen kavramlar ve uygulama alanları bakımından sübjektif imkânsızlık bir nevi yorumlayıcı ilke niteliğindedir8.

Çalışmamızda, öncelikle sübjektif imkânsızlık kavramı üzerinde durulacaktır. Kanaatimizce ifa engelleri hukuku bakımından hukuki sonucu tespit etmek için, hukuki kurumun tespitinin doğru yapılması gerekir. Bu çerçevede sübjektif imkânsızlık kavramı, ifa engelleri kavramı içerisinde yer alan diğer kurumların kapsamında ele alınmamalı; aksine imkânsızlık hükümleri içerisinde değerlendirilmelidir. Bu sebeple çalışmamızda, ilk olarak genel olarak ifa engelleri hukuku, imkânsızlık kavramı ve imkânsızlığın dayandığı sebepler ele alınmıştır. Daha sonra, sübjektif imkânsızlık kavramı, özellikle öğretide kavramın nasıl ele alındığı incelenmiştir. Son olarak ise, aralarında sınırın belirlenmesinin önemli olduğu, başlıca ifa engelleri olan temerrüt ve aşırı ifa güçlüğü kavramları ile sübjektif imkânsızlık kavramı karşılaştırılmıştır. Çalışmada, sübjektif imkânsızlık kavramının tanımının ve uygulama alanının net bir biçimde belirlenmesi suretiyle, kavram ve diğer hukuk kurumlarıyla aralarındaki sınırın doğru biçimde çizilmesi hedeflenmiştir.