Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Atatürk Milliyetçiliği ve Anayasa Mahkemesi Kararlarındaki Görünümü*

The Concept of Atatürk’s Nationalism in the Constitutions of Turkish
 Republic and its Reflections in the Constitutional Court’s Decisions

Mehmet Fatih ÇINAR

Devletin üç unsuru bulunmaktadır. Jellinek bunları ülke, egemenlik ve insan unsurları olarak tasnif eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru olan insan öğesi Anayasa’da “Türk ve Türk Milleti” kavramlarıyla ifade edilmektedir. Bununla bağlantılı olarak “Türk Milliyetçiliği” veya “Atatürk Milliyetçiliği” kavramlarına da yer verildiğini görmekteyiz. Cumhuriyetin kurulması sonrasındaki tüm anayasalar birçok değişikliğe uğramalarına rağmen, “Milliyetçilik” ve “Türk” kavramları, 1924 Anayasası’ndan itibaren, halen yürürlükte olan 1982 Anayasası da dâhil olmak üzere, tüm anayasalarda yer almıştır. Bu kavramları kapsayıcı ve genişletici yorumlamak yerine, indirgemeci ve dışlayıcı bir perspektif getiren yaklaşımlara ve antropolojik, etnolojik ya da sosyolojik anlamları dışında tanım getirmek istemeyen anlayışlara sıkça rastlanmaktadır. Bu yaklaşımların karşısında, Anayasa Mahkemesinin bahse konu anayasal kavramlara yüklediği hukukî anlamlar hem Atatürk’ün görüşleri ile uyum halindedir, hem de ayrıştırıcı değil bütünleştirici bir mahiyet arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucu insan unsurunun profilini oluşturan “Türk”, “Millet”, “Vatandaş” ve “Milliyetçilik” kavramlarının Anayasal bağlamdaki hukukî anlamlarının Anayasa Mahkemesi Kararları çerçevesinde belirlenmeye çalışılmasıdır.

Anayasa, Anayasa Mahkemesi, Türk Milleti, Atatürk Milliyetçiliği.

The state has three components. Jellinek classifies them in three groups: Country, sovereignty and human. The constituent component of the human element is stated in the Turkish Constitution as “Turk” and “Turkish Nation”. In connection with this regulation, we may see the concept of “Turkish Nationalism” or “Atatürk’s Nationalism” in various articles of constitutions. Although all the constitutions after the establishment of the Republic have undergone many changes, starting from the 1924 Constitution to the 1982 Constitution, the concepts of “Nationalism” and “Turk” have been included therein. We may see approaches that bring a reductive perspective to these concepts and frequently encountered that not willing to define these concepts except in anthropological, ethnological, or sociological meanings. Contrary to these approaches, the legal nature that the Constitutional Court derived from these constitutional concepts are both in harmony with the views of Atatürk and are not factionist but integrative. The purpose of this study is to try to determine the legal nature of the concepts of “Turk”, “Turkish Nation”, “Citizen” and “Nationalism” in light of relevant Constitutional Court’s Decisions.

Constitution, Constitutional Court, Turkish Nation, Atatürk’s Nationalism.

Giriş

Anayasa, Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre “Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa, Kanun-ı Esasi; mecazi olarak temel, esas” anlamlarına gelmektedir. Anayasalar getirdikleri hükümler ile kurdukları devlet örgütüyle, oluşturdukları devlet dışı yapılar ile belirledikleri temel hak ve özgürlükler ile o toplumun hukuksal, ekonomik, sosyal ve siyasal durumlarını doğrudan etkilemekte, hatta şekillendirmektedirler. Özellikle başlangıç ve genel esaslar bölümlerinde yer alan ilkesel düzenlemelerin bu yöndeki düzenleyici etkisi daha belirgindir.

Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre Millet, “Ahali, halk, topluluk”; Milliyetçilik ise “Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı” olarak tanımlanmaktadır. Devletin kurucu unsurunu oluşturan en önemli öğedir.1 Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunda temel ilkelerden birisi kabul edilen Milliyetçilik, takip eden dönemde kullanıldığı şekliyle Atatürk Milliyetçiliği ilkesi, Türk Anayasa hukuk sistemine 1924 Anayasası ile girmiş ve halen yürürlükteki Anayasada etkisini koruyan bir prensiptir. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren bu kavramlar etrafında yapılan tartışmalar, toplumsal gündemi önemli oranda meşgul etmektedir. Bazı dönemlerde Anayasadan çıkarılması yönünde görüşler öne sürülmüş olmasına rağmen, bu kavramlar yine de varlığını korumuştur.

Milliyetçiliğin çok çeşitli tanımları ile karşılaşmak mümkündür. Ancak bütün bu tanımlar arasında Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının çok özel ve farklı bir yeri vardır. Zira Atatürk’ün Milliyetçilik anlayışı, Anayasalarımızda yer alması nedeniyle yaşayan ve uygulanmakta olan bir mevzuat maddesidir. Hukukî içeriğe, önem ve değere sahip olması ve Anayasalarda yer verilmesi sebepleriyle yargı kararlarında temel alınması sonucunu doğurmuştur. Bunun yanı sıra siyasal rejim yönünden Türkiye Cumhuriyeti’nin yapıtaşını, felsefî temelini ve normlar hiyerarşisi gereği bütün mevzuat düzenlemelerinde esas alınması gereken bir normatif düzenlemeyi oluşturmaktadır.

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının birleştirici, toplayıcı, yüceltici, çağdaş ve medeni bir prensip olduğu, ayrıca devletin ve milletin bağımsızlığı ile milli beraberlik ve bütünlüğünü her türlü saldırıya karşı koruyup, çeşitli totaliter ideolojiler karşısında barışçı bir rehber olarak görev yaptığı ifade edilmektedir. Bu anlayış, Atatürk İlkelerinin ve Türk Devriminin temel bir ilkesi olduğu kadar, Türk Milletinin kimliğini tayin eden, milleti barış, huzur ve refaha yönelten güçlü bir bağ olarak tanımlanmaktadır.2

Milliyetçilik, ideal ve kader birliğinin yönlerini belirten bir prensiptir ve toplumu yüceltmek amacını güder. Çağımızda milliyetçilik, insanı bir gruba ve topluma bağlayan kuvvetli bir bağdır.3 Saldırgan olmayan anlamıyla milliyetçilik, genel olarak herkesin mensup olduğu milleti sevmesi ve onu yüceltmeye çalışması olarak tanımlanabilir. Geçerliliğini korumaya devam eden bir sosyal politika prensibi ve fikir akımı olarak milliyetçilik, millet realitesinden yola çıkarak, milli menfaati temin gayesi ile bir hedef etrafında toplanmayı vurgular.

Bu çalışmada öncelikle, milliyetçiliğin çeşitli tanımlamalar çerçevesinde ne olduğu ve Atatürk’ün Millet ve Milliyetçilik anlayışı belirlenmeye çalışılacaktır. Bu tanımlamalar ışığında Atatürk Milliyetçiliğinin kapsamı ve kaplamı irdelenecektir. Kavramların pozitif hukuktaki değeri Anayasa Mahkemesi kararları üzerinden ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Kuruluşundan bu yana, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Anayasa Mahkemesi başta Siyasi Parti Kapatma davaları olmak üzere birçok kararında “Milliyetçilik ya da Atatürk Milliyetçiliği” kavramlarına değinmiştir. 1750 sayılı Üniversiteler Kanununda yer alan “...milliyetçi...” ifadesinin çıkarılması için 1973 yılında açılmış olan bir davada yaptığı inceleme, Anayasa Mahkemesinin bahse konu kavramın anayasal değeri konusundaki yaptığı ilk geniş kapsamlı incelemesini oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesi takip eden kararlarında ya önceki kararlarına atıf yapmış ya da temel anlayışı çerçevesinde bahse konu kavramları detaylandırarak yorumlamıştır. Anayasa Mahkemesinin “Milliyetçilik ve Atatürk Milliyetçiliği” kavramlarına getirdiği yorumun tatminkâr seviyede (omni et solis definitum) anlaşılabilmesi açısından, altı emsal niteliği taşıyan kararının incelenmesinin çalışmanın kapsamı açısından yeterli olacağı değerlendirilmektedir.

I. Genel Olarak Millet ve Milliyetçilik Kavramları

Millet Arapça bir kelime olup, çoğulu mileldir. Bu kelime Türk tarihinde geçen “budun” ile batı dillerinde görülen “nation” kelimesinin karşılığıdır. Şu var ki, millet kelimesi Türk tarihinde ve siyaset literatüründe başlangıçta bugünkü anlamıyla kullanılmıyordu. Bunun yerine ümmet kelimesi tercih edilmekteydi. Kamus-ı Türkî’de millet kelimesinin iki anlamı bulunduğuna işaret edilmektedir. Millet-i İbrahim’de bir dini veya mezhebi belirtmekteyken Millet-i İslâm denildiği zaman, İslâm dinine mensup kimseler kastedilmektedir. Ümmet ve millet kelimeleri tarihsel süreçte Arapçadan dilimize yanlış anlamlar yüklenerek geçmiş görünmektedir.4

Millet kelimesinin, Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayan cemaatler için de kullanıldığını görmekteyiz. Bütün Müslümanlar bir ümmet sayılıyor ve “Ümmet-i Muhammed” adını alıyordu. Rum, Ermeni ve Yahudi gibi Müslüman olmayan grupları ifade etmek için ise, etnik bakımdan değil, fakat dini cemaatler olarak millet deniliyordu.5

Millet ve ümmet kelimelerinin sosyolojik terim değerlerine baktığımızda geniş ve dar manalarıyla kullanıldığını görmekteyiz. Ümmet dendiği zaman, geniş anlamıyla aynı dine inanan ve o dinin ilkeleri etrafında toplanan insanlarının bütünü ifade edilmektedir. Sosyolojik anlamıyla millet ise daha özel bir kitleyi betimlemektedir.

Millet ve milliyetçilik kavramlarının, XVIII. Yüzyıl sonları ve XIX. Yüzyıl başlarında temel tartışma alanlarından birini oluşturduğunu görmekteyiz. Kant felsefesinden esinlenen ya da ona eleştirel bakış açısı getiren akımların geliştiği, J.G.Herder’in insanı insan yapan değerin dil olduğu yönündeki görüşleri ile J.G.Fichte’in “Alman Ulusuna Nutuklar” adlı eserlerinde Alman milletinin insanlığa önderlik yapmak misyonunun bulunduğu tarzındaki bakış açılarının ilk çıkış noktası oluşturan örnekler olduğu söylenebilir.6 Günümüze uzanan süreç içinde bu kavramların önemli ölçüde değişime uğradığı kuşkusuzdur. Genel olarak, Birinci Dünya Savaşı öncesinde 1815-1871 dönemi için “kaynaştırıcı”; 1871-1900 dönemi için “dağıtıcı”; 1918-1945 dönemi için “saldırgan”; 1945 sonrası için “çağdaş” milliyetçilik anlayışlarının geliştiği öne sürülmektedir.7

Milleti oluşturan faktörlerin objektif yani elle tutulur gözle görülür (dil, din, ırk gibi) beş duyu ile hissedilir nitelikte olduğu fikrinden hareket eden görüşlere objektif millet anlayışı denmektedir. Buna karşın milleti oluşturan bağların düşüncelerden (ortak geçmişe ve geleceğe duyulan bağlılık, amaç ve ideal birliği gibi) hissedişlerden ibaret olduğunu kabul eden görüşe ise sübjektif millet anlayışı denmektedir. Gözler’e göre, ırk, din, dil gibi objektif faktörlerde ortaklıktan ziyade farklılıklar belirleyici olmaktadır. Bir başka deyişle din, dil, ırk birlikleri millet birliklerine yol açmayabilirken, din, dil, ırk ayrılıkları millet ayrılıklarına yol açabilmektedir.8

Tarihsel süreçte milleti meydana getiren unsurlar, ırk birliği ve yurt birliği gibi tabii veya objektif etkenler ile dil, edebiyat, sanat, terbiye, millî tarih ve ideal birliği gibi sübjektif etkenler ve nihayet bağımsız bir devlet halinde teşkilatlanma ve ortak maddi menfaatlere bağlanma gibi iktisadi, siyasi ya da hukukî unsurlar olarak ortaya çıkmıştır.9 Millet, işaret ettiğimiz bu üç grup etkenin tarihin değişik zamanlarında, farklı bölge ve toplumsal yapılara bağlı olarak çeşitli biçimlerde kombinasyonlar oluşturmasıyla meydana gelen karmaşık sosyal ve hukukî bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çağdaş anlamıyla millet, ne yalnız ırk ve yurt birliğinin; ne yalnız dil, tarih, ülkü birliğini; ne de siyasi ve iktisadi birliğin ürünüdür. Millet son tahlilde sosyal bir realite ve hukukî gerçeklik halinde belirginleşmiştir. Bundan dolayıdır ki milleti, aidiyet hissiyle, birlikte yaşamaktan mutluluk duyan insanlar topluluğu olarak tanımlamak bugün için hatalı olmayacaktır. Böyle bir millet anlayışı, ayırıcı ve parçalayıcı olmadığı gibi uluslararası barış, huzur ve refaha erişme idealine ulaşmayı engelleyecek her türlü ayrımcılığı dışlayarak, muhtemel olumsuzlukları da önlemektedir. Bu bağlamıyla çağdaş millet anlayışını Renan’ın formülü ile ifade etmek gerekirse:

“Ulus bir ruhtur, manevi bir prensiptir. Uluslaşma büyük bir dayanışma yapılanmasıdır. Durmaksızın yapılan halk oylamasıdır, insanın varlığını doğrulamasına benzer.”10