Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve 
Güvenlik Konseyi Kararları Işığında Kıbrıs ve
 Kosova Sorunları

United Nations Security Council and the Cyprus and Kosovo Problems Under the Security Council Resolutions

Mustafa ERÇAKICA

Bilindiği gibi Kıbrıs sorunu, adadaki bölünmüşlük durumu nedeniyle hem ada halkının, hem de uluslararası toplumun gündemini uzun yıllardır derinden etkileyen, nihai bir çözüme ulaşılması ise bir türlü mümkün olmayan bir sorun halini almıştır. Kosova sorununda ise, Kıbrıs sorunuyla bazı yönlerden benzer bir tarihsel sürecin ve uluslararası hukuk konularının tartışıldığı gözlemlenmiştir. Ancak uluslararası toplumun tutumu, bu iki örnekte farklı olmuştur. Bu farklı tutumun dayanağı olarak ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararlarına işaret edilmiştir. Çalışmada bu nedenle öncelikle Kıbrıs ve Kosova sorunlarında aktif bir şekilde görev aldığı görülen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısı, işleyişi ve karar alma yöntemlerine ilişkin olarak özet bilgi verilecektir. Bunun ardından, Kıbrıs sorunu ve sorunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından ele alınması incelenecektir. Benzer bir inceleme Kosova sorunu için de yapıldıktan sonra, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve uluslararası toplumun iki sorun açısından benimsedikleri tutumları karşılaştırılarak ortaya konulacaktır.

Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kosova, Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi.

As it is well-known, the Cyprus problem has become an unsolved issue which has been deeply affecting the agenda of both the people of the island and the international community for a long time. The main reason for this is the division of the island and during all this long period of time, it could not be possible to reach a final solution. In the Kosovo question, however some similar historical experiences and international legal issues have been discussed with the Cyprus problem, it has been seen that the international community’s approach to these two issues had been different. The international community denoted the United Nations Security Council’s decisions as a basis for these different approaches. For this reason, in this study, firstly a summary of the structure, functioning and decision-making processes of the Security Council, which has an active role in Cyprus and Kosovo issues, will be provided. After this, the Cyprus problem and the way the United Nations Security Council dealed with this issue will be evaluated. The same examination will be made for the Kosovo, and then the different approaches that United Nations Security Council and the international community adopted for these two issues will be compared.

Cyprus, Turkish Repuclic of Northern Cyprus, Kosovo, United Nations, Security Council.

GİRİŞ

Kıbrıs adasındaki mevcut bölünmüşlük durumundan kaynaklanan sorun, özellikle Birleşmiş Milletler’in asli organlarından birisi olan Güvenlik Konseyi’nin gündeminde sıklıkla tartışılmaktadır. Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesi sürecinde de benzer sıkıntılar yaşanmış, yine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bu sorun için de çeşitli çözüm arayışlarına girişmiştir.

Kıbrıs’ta 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmalarında, Kıbrıslı Türklerin ve Rumların birlikte yaşaması gerektiği kabul edilmişti. 1990’lı yılların başında ise, Yugoslavya uzun bir dağılma süreci yaşamış, bunun sonucunda ortaya birçok yeni devlet çıkmıştır. Dağılma sürecinin ardından Kosovalılar, Sırbistan Karadağ Cumhuriyeti’ne bağlı bir özerk devlet içerisinde yaşamaya başlamıştı. Hem Kıbrıs Cumhuriyeti, hem de Sırbistan Karadağ Cumhuriyeti, kurulmalarının üzerinden çok fazla bir süre geçmeden etnik çatışmalarla sarsılmıştır. Bunun sonucunda 1983 yılında Kıbrıslı Türkler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, 2008 yılında ise Kosovalılar Kosova Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Uluslararası toplum Kosovalıların kurduğu Kosova Cumhuriyeti’ni devlet olarak tanımış, onların Sırplarla aynı devlet çatısı altında yaşamama iradelerine saygı göstermiştir. Sürecin çok benzer ilerlemesine rağmen, Kıbrıslı Rumlarla ortak bir devlet içerisinde yaşamama iradesi gösteren Kıbrıslı Türklerin kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ise, devlet olarak tanınmamıştır.

Kıbrıs’ta nihai çözüme ilişkin arayışlar çok uzun süredir devam etmekte, bunun önemli bir ayağını ise Kıbrıslı Türklerin lideri ile, Kıbrıslı Rumların liderinin yoğun görüşmeleri oluşturmaktadır. Bu görüşmelerden en yenisi, geçtiğimiz aylarda İsviçre’de bir sonuca varılamadan bitmiştir. Bu durumda, hala çözülemeyen bir uluslararası hukuk problemi olarak yine gündeme gelen Kıbrıs sorununun hukuki boyutlarının yeniden tartışılması, bugünkü çıkmazın anlaşılması açısından önem taşımaktadır.

Çalışmada öncelikle Kıbrıs ve Kosova sorunlarına ilişkin aktif rolü olan Güvenlik Konseyi’nin yapısı, işleyişi ve karar alma yöntemlerine ilişkin olarak özet bilgi verilecektir. Ardından Kıbrıs sorunu ve sorunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından ele alınması incelenecektir. Benzer bir inceleme Kosova sorunu için de yapıldıktan sonra, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve uluslararası toplumun iki sorun açısından benimsedikleri tutumları karşılaştırılarak ortaya konulacaktır.

I. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ’NİN YAPISI, GÖREVLERİ VE KARAR ALMA YÖNTEMLERİ

Evrensel bir örgüt olan Birleşmiş Milletler (BM)’in altı asli organı1 ve bu organlarca kurulan pek çok sayıda yardımcı organı bulunmaktadır. BM’nin asli organlarından olan ve çalışma bakımından önem arz eden organlarından birisi de, BM’nin yürütme organı olarak anılan Güvenlik Konseyi (GK)’dir2 .

GK’nin günümüzdeki üye sayısı 15’tir. Bu üyeler aralarında sürekli üyeler ve geçici üyeler olarak ikiye ayrılmaktadır. Çin, Fransa, Rusya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) GK’nin sürekli üyeleridir. Geçici üyeler ise iki yıllık dönemler için Genel Kurul tarafından seçilen, görev süreleri 31 Aralık’ta son bulan on devletten oluşmaktadır. Bu devletlerin seçiminin, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında ve GK’nin diğer amaçlarının gerçekleştirilmesinde yardımcı etkisi olan devlet arasından, adil bir coğrafi dağılıma göre yapılması hedeflenmektedir (BM Antlaşması, m.23)3 .

GK mevcut geçici üyeleri Bolivya, Mısır, Etiyopya, İtalya, Japonya, Kazakistan, Senegal, İsveç, Ukrayna ve Uruguay’dır4 . Türkiye ise 1951-52, 1954-55, 2009-10 yıllarında geçici üyeliğe seçilmiş; 2015-16 döneminde ise seçilmemiştir5 . Ayrıca 1961 yılında yapılan özel antlaşma uyarınca 1961-62 yılları için Türkiye ve Polonya sırayla üyeliği üstlenmiştir6 .

GK, BM Antlaşması’na göre uluslararası barış ve güvenlikten sorumlu esas organdır. Bu sorumluluğunu yerine getirirken BM amaç ve ilkelerine uygun hareket etmekle yükümlüdür (BM Antlaşması, m.24). GK BM Antlaşması’nda bu sorumluluğu çerçevesindeki görevlerini yerine getirirken iki tür yetki ile donatılmıştır. İlk olarak GK, BM Antlaşması’nın VII. bölümünde düzenlenen, uluslararası barışın ve güvenliğin bozulması ve saldırı durumlarında bağlayıcı karar alabilmektedir. İkinci olarak ise BM Antlaşması’nın VI. bölümünde düzenlenen, uyuşmazlıkların barışçıl çözüm yolları konusunda tavsiye kararları alma yetkisine sahiptir.

BM Antlaşması’nın VI. bölümü çerçevesinde GK, uluslararası barış ve güvenliği bozma tehlikesi bulunan uyuşmazlık taraflarıyla ilgili olarak görüşme, soruşturma, arabuluculuk, uzlaştırma, tahkim ve yargı yollarıyla veya bölgesel oluşum veya antlaşmalara başvurarak veya tarafların kendi seçecekleri başka barışçıl çözüm yöntemleriyle çözmeye davet eder (BM Antlaşması, m.33). Ayrıca bir uyuşmazlık veya durum hakkında uluslararası barış ve güvenliğin etkilenip etkilenmeyeceğine ilişkin soruşturmada da bulunabilir (BM Antlaşması, m.34).

GK, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını tehdit edecek niteliği olan bir durumda, uygun düşen düzeltme usul veya tarzlarını tavsiye edebilir. Bu tavsiyelerde bulunurken hukuki uyuşmazlıkların taraflarca Uluslararası Adalet Divanı (UAD)’na sunulması gerektiğini de dikkate almak zorundadır (BM Antlaşması, m.36). Ayrıca, bunların yanında, GK bir uyuşmazlıkta uyuşmazlığa taraf olanların tümünün istemeleri halinde, bu uyuşmazlığın barışçıl çözüm yöntemleriyle çözülmesi için tavsiyelerde bulunabilir (BM Antlaşması, m.38).

Uluslararası barışı bozan bir saldırı eyleminin tehdidi değil, gerçekleşmesi söz konusu olduğunda, artık uluslararası barış ve güvenliğin bozulduğu kabul edilmektedir. Bu durum, GK’nin BM Antlaşması’nın VII. bölümü çerçevesinde hareket etmesini gerektirir. VII. bölüm altındaki tedbirlere dair alınan kararların hepsi bağlayıcı niteliktedir. Bu doğrultuda GK durumun önemine göre gereken tedbirlere karar verir. Takdirine göre öncelikle tarafların ateşkese davet edilmesi gibi geçici tedbirlere başvurabilmektedir (BM Antlaşması, m.40). Bu tür tedbirlere hiç başvurmadan veya bu tedbirlerin işe yaramamaları durumunda silahlı kuvvet kullanılmasını içermeyen tedbirlere de başvurabilir. Bu durumda ekonomik tedbirlerin uygulanması, iletişim ve ulaşım araçlarının kesilmesi gibi konulara ilişkin kararlar alabilmektedir (BM Antlaşması, m.41). Son olarak, bu tedbirleri yeterli görmüyorsa veya uygulanacağında yetersiz olacağını düşünüyorsa, silahlı kuvvet kullanılmasını içeren tedbirlere başvurmak zorunda kalabilmektedir. Bu durumda barış ve güvenlik ortamının korunması ve sağlanması için deniz ve kara kuvvetleri aracılığıyla güç gösterisi, abluka veya silahlı kuvvetlerce yapılacak diğer tüm operasyonlara karar verebilir (BM Antlaşması, m.24).

GK’nin uluslararası barış ve güvenliği bozacak her bir olaya ilişkin olarak BM Barış Gücü’nün kurulmasına da karar verebildiği görülmektedir. Barış Gücü’nün kurulmasını GK’nin BM Antlaşması’nın VII. bölümüne dayanarak aldığı kararları ile açıklayanlar olduğu gibi7 , VI. bölümüne dayanarak aldığını savunanlar da bulunmaktadır8 . Barış Gücü birlikleri barışı koruma, kurma, kollama ve uygulama amaçları için kurulmakta olup, kendilerine verilen görevler ve amaçları doğrultusunda hareket etmek zorundadır9 . Belirtilmesi gerekir ki, BM Antlaşması’na göre üye devletlerin iç işlerine karışmak yasaktır (BM Antlaşması, m.2/7). Ancak bu yasak, GK’nin yukarıda sayılan yetkilerini kullanmasını engellememektedir. Ayrıca Genel Kurul, GK’nin gündeminde olan bir konuyu, GK talep etmedikçe, gündemine alamamaktadır (BM Antlaşması, m.12/1).

GK sahip olduğu birtakım başka görevleri daha vardır. Buna göre, BM’ye üye olmak isteyen devletler, üyeliğe GK’nin tavsiyesi üzerine, Genel Kurul kararı ile alınmaktadır (BM Antlaşması, m.4/2). GK tarafından aleyhinde önleyici ve zorlayıcı tedbirler alınan BM üyesi bir devlet, GK önerisi üzerine, Genel Kurul tarafından üyelik sıfatından doğan hak ve imtiyazları kullanmaktan yasaklı hale getirilebilir. Bu durumda yasaklanan hak ve imtiyazlarını yeniden kullanabilmesi GK’nin izni ile mümkün olur (BM Antlaşması, m.5).

BM Antlaşması’nda belirtilen ilkeleri sürekli olarak ihlal eden üye bir devlet, GK tavsiyesiyle Genel Kurul tarafından BM üyeliğinden çıkartılabilmektedir (BM Antlaşması, m.6). GK’nin UAD yargıçlarının seçimiyle ilgili olarak da görevi vardır. Yargıçların seçimi için GK’de ve Genel Kurul’da ayrı ayrı seçimler yapılmaktadır (UAD Statüsü, m.8)10 . Ayrıca BM üyesi olmayan, ancak UAD Statüsü’ne taraf olmak isteyen devletler için şartların ne olduğu, GK tavsiyesi üzerine, Genel Kurul tarafından belirlenir (BM Antlaşması, m.93/2). BM Genel Sekreteri, GK tavsiyesi üzerine Genel Kurul tarafından seçilir (BM Antlaşması, m.93/2).

GK, belirli bir durumu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne havale edip incelemesini isteyebilmektedir. GK, BM Antlaşması’nın VII. bölümü çerçevesinde hareket ederken soykırım suçu, insanlığa karşı suç, savaş suçu ve saldırı suçunun işlenip işlenmediğini öğrenmek için olayın Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soruşturulmasını talep edebilmektedir11 . Bütün BM üyesi devletler, GK’nin BM Antlaşması’na uygun bir biçimde almış olduğu kararları yerine getirmeyi kabul etmiştir (BM Antlaşması, m.25).

GK’nin yapısını ve görevlerini bu şekilde kısaca özetledikten sonra, karar alma yöntemlerine bakmakta da fayda vardır. GK’nin ele aldığı sorunlar usule ilişkin ve esasa ilişkin olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Usule ilişkin kararlarını 15 üyeden en az herhangi 9 üyenin olumlu oyu ile alması mümkün olurken, esasa ilişkin kararlarını alırken sürekli üyelerin olumlu oylarının da 9 olumlu oy arasında olması zorunludur (BM Antlaşması, m.27). Konunun usule mi, esasa mı ilişkin olduğu bir usul konusu sayılmadığı için, bu konuya ilişkin olarak da sürekli üyelerin oybirliği aranmaktadır12 .

GK’nin sürekli üyelerinden birisinin usul konuları dışındaki konulara ilişkin bir karara karşı çıkması ve karar alınmasını engellemesi veto olarak nitelendirilirken, uygulamada bunun hafifletilmesine ilişkin çareler aranmıştır13 . Ancak Bosna Hersek ve Kosova krizlerinde karşılaşılan Rusya vetoları, Kudüs sorunuyla ilgili ABD vetosu, konunun güncelliğini koruduğunu göstermektedir. Ayrıca Rusya, 11 Mayıs 1993’te Kıbrıs’ta bulunan barış gücünün finansmanı hakkındaki bir kararı da veto etmiştir14 .

GK’ye bu şekilde yakından baktıktan sonra sıra, gündemini meşgul eden iki konuya ilişkin incelemelere gelmiştir. Önce Kıbrıs sorununa ve GK’nin tutumuna değinilecek, ardından aynı inceleme Kosova sorunu için yapılıp, GK’nin bu iki durum karşısındaki tutumları, UAD’nin konuyla ilgili bir kararından yola çıkılarak karşılaştırılacaktır.

II. KIBRIS SORUNUNUN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ GÜNDEMİNE GELMESİ VE GÜVENLİK KONSEYİ’NİN SORUNA İLİŞKİN TUTUMU

Büyük Britanya’nın sömürgesi altında bulunan Kıbrıs adasından çıkacağı anlaşıldığında, Kıbrıs’ta bulunan nüfus temel olarak Türkçe konuşan ve Müslüman olan (Kıbrıslı Türk) toplum ile Yunanca konuşan ve Hıristiyan olan (Kıbrıslı Rum) toplum olarak ikiye ayrılıyordu. Bu iki toplum bazı bölgelerde heterojen, bazı yerlerde ise homojen gruplar halinde yaşamaktaydı. Türkiye önceleri Kıbrıs’ın eski sahibine iade edilmesi gerektiği yönünde bir görüş benimsemişti. Ancak sonrasında nihai fikri adanın taksimi oldu. Yunanistan ise adanın kendisine ilhakını savunuyordu. Adada Kıbrıslı Rumların nüfusu daha fazla olduğu için çoğunluğun adanın Yunanistan’a ilhakını istemesi gibi bir durum oluşmuştu. Sonrasında, adanın taksimi veya ilhakı tezlerinin bir orta yolu olarak adanın bağımsızlığının kazanması fikri doğdu15 .

Adanın bağımsızlığı kazanması fikrinin benimsenmesiyle 1958’de Zürih Antlaşması ve 1959’da Londra Antlaşması imzalandı. Daha sonra 1960 Anayasası yapıldı ve bu Anayasa’da Kıbrıslı Türklerin ve Rumların eşit koşullarda, ortak bir devlet olarak Kıbrıs’ı yönetmesi üzerine bir sistem kuruldu. Böylece, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti bir devlet olarak uluslararası arenada kabul gördü. Kıbrıs Cumhuriyeti adada bulunan iki toplumun kendi etnik, dini, kültürel konularında muhtar yetki kullanmasının kabul edildiği, kendi kaderini tayin etme hakkını birlikte kullandıkları bir model şeklinde, ortaklık devleti olarak kurulmuştu16 . Adada Büyük Britanya’nın, Türkiye’nin ve Yunanistan’ın garantörlüğünün olduğu kabul edilmişti. Türk ve Yunan askerlerinin adada sürekli bulundurulması, Britanya’nın ise askeri üsleri olması ve bu askeri üslerin Büyük Britanya toprağı olması üzerinde anlaşılmıştı17 .

Zürih ve Londra Antlaşmaları yanında Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Garanti Antlaşması’nın 1. maddesi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tümüyle veya bir bölümüyle herhangi bir devlet ile hiçbir siyasi veya ekonomik bütünleşmeye girmeyeceğini taahhüt ettiğini hükme bağlamıştır. Yine bu antlaşmanın 3. maddesi, antlaşma hükümlerinin herhangi bir şekilde ihlal edilmesi durumunda, Türkiye, Yunanistan veya Büyük Britanya’nın, ihlal edilen hükümlere riayet edilmesini sağlamak için gerekli girişimleri yapmayı ve önlemlerin alınması için aralarında danışmada bulunmayı üstlendiğini belirtmektedir. Bu üç garantör devlet, birlikte veya tek başlarına, bozulan durumu münhasıran yeniden oluşturmak amacıyla hareket etme hakkını korumaktadır. Garanti Antlaşması’na benzer şekilde İttifak Antlaşması da, Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumaya yönelik hükümler içermektedir.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Kıbrıslı Rum ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Kıbrıslı Türk olacaktı. 3 Türk ve 7 Rum üyeden oluşan Bakanlar Kurulu, 15 Türk ve 35 Rum üyeden oluşan Temsilciler Meclisi bulunacaktı. Cumhuriyet Ordusu %40 Türk ve %60 Rum’dan oluşacaktı. Memur kadrolarının %30’u Türk ve %70’i Rumlar için ayrılmıştı. İki halk da kendi iç işlerini vergi koyma, yürütme, eğitim ve kültür gibi konularda yetkili kendi Cemaat Meclisleri aracılığıyla yürütecekti18 .

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasının hemen ardından, Kıbrıslı Rumların lideri ve aynı zamanda yeni kurulan devletin cumhurbaşkanı olan Makarios, Kıbrıslı Türklerin anayasadan ve yukarıda bahsedilen uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan haklarını kullanmasını engelleyerek, onları azınlık statüsüne taşımayı amaçlayan 13 maddelik anayasa değişikliği önerisinde bulundu. Bu önerisinin reddedilmesinin ardından adadaki etnik çatışmalar başladı ve Kıbrıslı Türklere yönelik saldırılar şiddetlenerek devam etti. 1963 yılının Aralık ayında etnik çatışmalar şiddetli bir hal aldı ve böylelikle ortaklık devleti olarak da anılan Kıbrıs Cumhuriyeti, üç yıl içinde işlevini sürdüremez bir hale geldi19 .

Kıbrıslı Rumların bir kısmı artık adanın Yunanistan ile birleşmesini istemekten vazgeçmişti. Bunun yerine daha güçlü, daha bağımsız ve Kıbrıslı Türklerin devlet yönetiminde yer almadığı bir Kıbrıs Cumhuriyeti isteği gündeme gelmişti. Bu görüşe sahip kişilerden birisi olan Makarios’un adanın Yunanistan’a ilhakının gerçekleştirilebilir olmadığını açıklamasıyla, adada Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında süren çatışma, Kıbrıslı Rumlar arasında da yaşanmaya başladı. Bu süreçte Kıbrıslı Türk yetkililer makamlarına gidemedi ve birçoğu yaşadıkları yeri terk etmeye mecbur bırakıldı. Yunan Cuntası’nın desteğini de alan bir grup ilhak yanlısı Kıbrıslı Rum, Makarios’a darbe düzenledi ve Makarios’un adadan kaçmasıyla20 , 20 Temmuz 1974 tarihinde, Türkiye adaya askeri müdahalede bulundu. Bu müdahale, Türkiye’ye garantör devlet sıfatını vermiş olan Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu antlaşmalarına uygun bir müdahaleydi. Müdahalenin ardından GK toplandı ve ateşkes talep etti. Türkiye bu isteğini yerine getirdi. Ancak Cenevre’de toplanan Türkiye, Yunanistan, Büyük Britanya, Kıbrıslı Türk ve Rum temsilcileri, bir antlaşmaya varamadı. Bunun ardından Türkiye askeri harekata devam etme kararı aldı. 15 Ağustos 1974 tarihinde ikinci harekat başladı21 .

Türkiye, adada gerçekleştirdiği askeri harekata devam etmesiyle, Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan %37’lik bir bölümü kontrol altına almış oldu. 1974 yılında yaşanan çatışmalar ve Türkiye’nin müdahalesi Kıbrıslı Türklerin adanın kuzeyinde, Kıbrıslı Rumların ise adanın güneyinde yaşamaya başlaması sonucunu doğurdu. Bu durum, uluslararası toplum tarafından Türkiye’nin garantör devlet olma hakkının sınırlarını aştığı şeklinde değerlendirildi. Çünkü garantörlüğün sağladığı olanaklar, aslında sadece eski düzeni sağlamak ve adadan tekrar çıkmakla sınırlıydı. Ancak iki toplumun adada tamamen ayrı bölgelerde yaşamaya başlaması ve Türkiye’den gelen askerlerinin çatışmaların bitmesine rağmen adadan çıkmaması, Türkiye’yi eleştirilerin hedefi haline getirmiştir.

1975 yılında, Kıbrıslı Türkler önce Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurdu. 1983’te ise, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin bağımsız bir devlet olarak kurulduğu ilan edildi. Bu tarihten sonra Kıbrıslı Rumlar ve dünyanın geri kalanı için Kıbrıs Cumhuriyeti, adanın kuzeyiyle ilgili egemenlik sorunu yaşasa da, kurulduğu haliyle var olmaya devam etti. Kıbrıslı Türkler ve Türkiye için ise adada Kıbrıslı Türklerin oluşturduğu ve Kıbrıslı Rumların oluşturduğu iki ayrı devlet bulunmaktadır. Ancak KKTC şu ana kadar sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmıştır.

Kıbrıs sorununun, 1963 yılından itibaren adada yaşananlarla GK önüne çok sık bir şekilde getirildiği görülmektedir. Öncelikle 4 Mart 1964 tarih ve 186/1964 sayılı GK kararıyla Kıbrıs adasında yaşanan karışıklıkları arttıracak, uluslararası barışı tehlikeye sokacak davranışlardan kaçınılması gerektiği belirtilmiştir. Kararda, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini tehdit eden herhangi bir hareketten kaçınılması söylenmiştir. Kıbrıs hükümeti, adada şiddeti önlemek için gereken bütün tedbirleri almalıdır. Ayrıca kararda, Kıbrıs sorununun barışçıl çözüm yöntemleriyle çözülebilmesi için arabuluculuğa başvurulmasının tavsiye edildiği görülmektedir. Ayrıca kararda Kıbrıs hükümetinin rızası da alınarak, adada bir BM barış gücü kurulması da tavsiye ediliyordu22 .

Adada yaşanan etnik çatışmaların sona ermemesi üzerine GK 1964 yılında tekrar toplanarak diğer devletlerin Kıbrıs Cumhuriyeti ülkesi üzerinde gerçekleştirdiği uçuşlara son vermelerini söylemiştir. İlgililere ateşkes çağrısında bulunarak, durumu daha kötüye götürecek hareketlerden kaçınılmasını belirtip, adada bulunan barış gücünün süresinin uzatılmasını kararlaştırmıştır23 .

1974 yılında yaşananların ardından adaya gerçekleşen Türkiye müdahalesinin ardından, Türkiye’nin askeri müdahalesini Garanti Antlaşması’na dayandırdığı, antlaşmalar ile adada sağlanan düzeni yeniden oluşturmak gayesi ile hareket ettiğini belirttiği görülmektedir. Kıbrıslı Rumlar ise Türkiye’nin asıl amacının adanın taksimini sağlamak yönünde olduğunu savunmuştur. Müdahalenin gerçekleştiği gün olan 20 Temmuz 1974 tarihinde, GK’nin Kıbrıs sorunuyla ilgili hemen toplandığı görülmüştür24 .

GK 20 Temmuz 1974 tarihli 353/1974 sayılı kararında yine 4 Mart 1964 tarihli 186/1964 sayılı kararına atıfta bulunmuştur. Tüm devletleri Kıbrıs’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı duymaya davet etmiştir. GK, çatışmanın taraflarına, çatışmayı sonlandırma, tüm devletlere ölçülü hareket etme ve durumu zorlaştıracak hareketlerde bulunmama çağrısında bulunmuştur. Ayrıca GK ateşkes çağrısında bulunurken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde bulunan yabancı askeri personelin adadan çıkması gerektiğini bildirmiştir. Üç garantör devlet adada anayasal hükümetin yeniden kurulması için görüşmelerde bulunmaya ve durumu Genel Sekreter’e bildirmeye çağrılmıştır25 . GK Türkiye’nin ikinci askeri müdahalesinin ardından 16 Ağustos 1974 tarihli 360/1974 sayılı kararını alarak Kıbrıs’ta gerçekleştirilen askeri operasyonların adada ve Doğu Akdeniz bölgesinde yaratacağı etkiden endişe duyduğunu belirtmiş, tarafların yapıcı bir işbirliği içerisinde önceki kararlarında belirttiği görüşmelerin gerçekleşmesi gerektiğini belirtmiştir26 .

13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ilan edince, Kıbrıslı Rumlar bu girişimi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin işgali altında bulunan Kıbrıs Devleti’nin ülkesinde ayrı bir Kıbrıs Türk Devleti yapılanmasına gidilmesi şeklinde yorumlamış, Makarios 17 Şubat 1975 tarihinde bir mektupla GK’nin toplanmasını istemiştir27 .

GK 12 Mart 1975 tarihli 367/1975 sayılı kararında Kıbrıs hükümetinin başvurusu üzerine Kıbrıs’taki durumu incelediğini belirtmiştir. GK kararında Kıbrıs’taki durumdan derin bir endişe duyduğunu bir kere daha belirterek, Kıbrıs’ın egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve bağlantısızlığına (non-alignment) saygı duyma çağrısı yapmıştır. Kıbrıs’ın bir kısmında “Federe Türk Devleti” kurulması ilanını kınadığını belirtmiştir. GK, görüşmelerin iki toplum arasında eşit zeminde ilerlemesi ve bu şekilde kabul edilebilir bir anayasal antlaşma sağlanması gerektiğini söylemiştir28 . GK’nin bu kararı, sadece Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin değil, Kıbrıs adasında Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında bölünme yaşatacak bütün girişimlerin uluslararası toplum nezdinde tanınmamaya ve kınanmaya yol açacağının göstergesi olarak nitelendirilebilir.

15 Kasım 1983 yılında KKTC’nin ilanı, uluslararası toplum tarafından tepkiyle karşılandı ve Türkiye, bu yeni oluşumu bir devlet olarak tanırken, GK kararlarını esas alan dünyanın geri kalanı tanımaktan kaçındı. Bu tutum, günümüze kadar sürmüştür. Büyük Britanya durumu GK’ye taşımış, 18 Kasım 1983 tarihli 541/1983 sayılı kararı alan GK, KKTC’nin ilanının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmalarına ve özellikle Garanti Antlaşması’na aykırı olduğunu, böyle bir ilanın Kıbrıs’taki durumu kötüye götürecek olan, hukuken batıl bir gelişme olduğunu belirtmiştir. GK bağımsızlık ilanının geri alınmasını talep etmiş, tüm devletleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı duymaya itmiştir. Bütün devletlerden bağımsızlık kararının tanınmamasını istemiştir29 .

Benzer tutum GK’nin 11 Mayıs 1984 tarihli 550/1984 sayılı kararında da benimsenmiş, bu kararında Kıbrıs’ın kuzeyindeki işgal bölgesinde gerçekleşen ayrılıkçı hareketin, 541/1083 sayılı kararın ihlali olduğu vurgulanmıştır. Kıbrıs’ın kuzeyinde gerçekleştirilen seçimlerin, yapılan anayasal referandumun ve Türkiye ile KKTC arasındaki elçi değişiminin, 1960 yılında kurulduğu kabul edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bölünmesine yol açan gelişmeler olduğunu belirtmiştir30 .

GK’nin Kıbrıs ile ilgili belirtilenler dışındaki diğer kararları da incelendiğinde31 , Kıbrıs sorunu ile ilgili varılması istenen nihai çözümün, KKTC’nin tanınması yönünde olmayacağı açıkça görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti dışındaki uluslararası hukuk süjelerinin KKTC’yi devlet olarak tanımamaya yönelik bugüne kadarki uygulamaları da, bunu göstermektedir. GK kararları doğrultusunda Kıbrıs’ta bir nihai çözüme ulaşabilmek için tek egemenliğe, tek uluslararası hukuk süjeliğine sahip bir devlet düzeninin kurulması gerekmektedir. Kıbrıs’ta tek bir devlet kurulmalı, Kıbrıs halkının tamamı aynı vatandaşlığa sahip olmalıdır. GK kararlarında, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü korunan, bir devlet çatısı altında, siyasi eşitlik temelinde Kıbrıslı Türklerin ve Rumların birlikte yaşadığı bir devletin kurulması gerektiğini vurgulamıştır.

Tek bir devlet çatısı altında nihai çözüme ulaşılması beklentisini doğuran en önemli uluslararası hukuk metinlerinden birisi, 29 Haziran 1999 tarihli S/RES/1251/1999 sayılı GK kararıdır32 . Bu kararda tek egemenliğe, tek uluslararası hukuk süjeliğine ve tek vatandaşlığa sahip, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü güvence altına alınmış, iki toplumun eşitliği temeli üzerinde durulmuştur. İki toplumlu ve iki bölgeli bir devletten başka her türlü çözümün açıkça dışlandığı belirtilmiştir. Bu karar doğrultusunda, adanın kısmen veya tamamen başka bir devletle birleşmesi ya da her türlü ayrılıkçı girişimin dışlanması gerekmektedir. GK’nin kabul edeceği çözüme ulaşmak için, iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyonun kurulması gerekecektir33 .

Kıbrıslı Türk ve Rum liderleri arasında, 1960’lı yıllardaki etnik çatışmalardan itibaren süregelen toplumlararası görüşmeler, son olarak 28 Haziran 2017 tarihinde İsviçre’nin Crans Montana kentinde yeniden başlamıştı. Kıbrıslı Türklerin lideri olarak Mustafa Akıncı, Kıbrıslı Rumların lideri olarak ise Nikos Anastasiadis ve garantör devletlerden gelen yetkililer arasındaki görüşmeler, bazı günlerde BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in katılımıyla sürmüştü. Diğer dönemlerdeki görüşmeler gibi, bu görüşmeler de iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon yaratılması zemininde ilerledi. Ancak bu görüşmelerin olumsuz sonuçlanmasıyla ve tarafların ortak bir zemin üzerinde uzlaşamamasıyla, Kıbrıs’taki durumun çözülmesinin ne zaman ve ne şekilde olacağının netleşmesi belirsiz bir zamana ertelendi.

GK 27 Temmuz 2017 tarihli S/RES/2369/2017 sayılı kararını, bir sonuca varmayan bu görüşmelerin hemen ertesinde almıştır. Bu kararında adadaki barış gücünün devamının gerekliliğini belirtmiş, Kıbrıs sorununun çözümünün Kıbrıslıların istemesiyle olabileceğini söylemiştir. GK iki toplum arasındaki güven arttırıcı önlemlerin önemine işaret etmiş, tarafların adadaki tansiyonu arttırma etkisi gösterecek şiddet içeren herhangi bir eylemden kaçınması gerektiğinin altını çizmiştir. Liderlerin bir çözümün sağlanması için çaba sarf etmeleri gerektiğini belirten GK, soruna ilişkin takibinin süreceğini bildirmiştir. Konuyla ilgili bu son kararında, GK’nin bugüne kadar olan tutumunda ve çözüm beklentisinde bir değişme olmadığı anlaşılmaktadır34 .