Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Anayasa Mahkemesi Kararları

Anayasa Mahkemesi Kararları(*)

Başvuru Numarası    : 2014/13514
Karar Tarihi    : 18.07.2018
R.G. Tarih ve Sayı    : 25.09.2018 - 30546
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hayati tehlike geçirecek şekilde polis kurşunuyla yaralanma ve ilgili polis hakkında açılan kamu davası sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/8/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
53. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Polisin genel emniyetle ilgili görevleri iki kısımdır.
A) Kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, Hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmayan hareketlerin işlenmesinden önce bu kanun hükümleri dairesinde önünü almak
B) İşlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak,
(...)”
54. 2559 sayılı Kanun’un “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:
“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.
Polis;
a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,
b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,
c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,
silah kullanmaya yetkilidir.
Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde “dur” çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.”
55. 2559 sayılı Kanun’un 17. maddesi şöyledir:
“Polisin:
A) Kanun ve usul dairesinde verdiği emre itaatsizlik ve ittihaz eylediği tedbirlere riayetsizlik edenler;
B) Vazife yaparken polise mukavemette bulunan veya vazifesinden alıkoymak maksadiyle polise zorla karşı koyan ve yakalanmadıkları takdirde hareketlerinde devam etmeleri melhuz bulunan şahıslar;
Karakola götürülüp haklarında tanzim olunacak evrakla beraber adliyeye verilirler.”
56. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle yaralama” kenar başlıklı 89. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(...)
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
(...)
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
(...)
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
57. 5237 sayılı Kanun’un “Taksir” kenar başlıklı 22. maddesinin (1), (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.
(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.”
58. 5237 sayılı Kanun’un “Takdiri indirim nedenleri” kenar başlıklı 62. maddesi şöyledir:
“(1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.
(2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir.”
59. 5237 sayılı Kanun’un “Kasten öldürme” kenar başlıklı 81. maddesi şöyledir:
“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
60. 5237 sayılı Kanun’un “Suça teşebbüs” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“(1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.
(2) Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”
61. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı 231. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“(5) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.
(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (...)
Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.
(9) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.
(10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.
(11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar.
(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.”
B. Uluslararası Hukuk
62. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Yaşam hakkı” kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. (...)
(2) Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:
a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;
b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;
c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması”
63. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yaşam hakkını güvence altına alan 2. maddenin Sözleşme’nin en önemli maddeleri arasında yer aldığını ve bu maddenin Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların temel değerlerinden birini düzenlediğini ifade etmektedir (Muhacır Çiçek ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41465/09, 2/2/2016, § 38; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 651/10, 25/2/2014, § 96).
64. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında belirtilen istisnai durumlar, bu hükmün ölümün şüphesiz kasıtlı olarak meydana geldiği durumları kapsadığını ancak sadece bu hususu ele almadığını göstermektedir. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2. maddesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde (2) numaralı fıkrada sadece kasten öldürmeye müsaade edilen durumlar değil taksirle ölüme yol açabilecek güç kullanımına izin veren durumlar da belirtilmektedir. AİHM, güç kullanımının (a), (b) veya (c) bentlerinde belirtilen amaçlardan biri söz konusu olduğunda mutlak zorunlu olması gerektiğini kabul etmektedir (Kalkan/Türkiye, B. No: 37158/09, 10/5/2016, § 54; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, § 97).
65. AİHM’e göre yaşam hakkı ile ilgili olarak yürütülen tüm soruşturmaların hapis ya da başka herhangi bir ceza ile sonuçlanması gibi mutlak bir zorunluluk bulunmamakla birlikte ulusal mahkemelerin -devlet görevlilerinin ölüme yol açan ihmalkârlıkları sonucu ortaya çıkan suçlar da dâhil olmak üzere- kişilerin yaşamlarını tehlikeye sokan suçların cezasız kalmasına müsaade etmemesi gerekir. AİHM, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanuna aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği izleniminin verilmemesi açısından bu durumun hayati önem taşıdığını kabul etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 58).
66. AİHM, kamu görevlileri tarafından işlenen öldürme ve kötü muamele suçlarına ilişkin ulusal mahkemelerce tercih edilen uygun yaptırımlara önemli ölçüde saygı duyulması gerektiğini kabul etmektedir. Bununla birlikte AİHM, eylemin ciddiyeti ile verilen ceza arasında bir orantısızlık olması durumunda kendisinin belirli bir değerlendirme gücüne sahip olması ve bu gibi durumlara müdahale edebilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 41).
67. AİHM, Mustafa Hacı Dölek adlı bir kişinin askerî operasyon kapsamında evine gelen güvenlik görevlilerinden birinin silahını ele geçirmeye çalıştığı sırada meydana gelen arbedede göğsünden vurularak yaşamını yitirmesi olayında -ilgili güvenlik görevlisi hakkında açılan kamu davası sonucunda hükmedilen hapis cezası ertelenmiştir- somut olayın koşullarını dikkate alarak yaşam hakkının maddi ve usul yönünün ihlal edilmediğine karar vermiştir (Dölek/Türkiye, B. No: 39541/98, 2/10/2007, §§ 56-83).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
68. Mahkemenin 18/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
69. Başvurucu; Kuşadası Emniyet Müdürlüğü bünyesinde polis memuru olarak görev yapan M.Ü. tarafından hayati tehlike geçirecek şekilde silahla vurulduğunu, Polis Memuru M.Ü.’nün öldürme kastı ile hareket ettiğini, elindeki tabanca ile kafasını hedef aldığını, derece mahkemelerince suçun vasıflandırılması yönünden hata yapıldığını belirtmiştir. Başvurucu, polis memuruna karşı kendisinin saldırgan bir sözü ve davranışı olmadığını savunmuş; bir an için elinde bıçak olduğu kabul edilse bile Polis Memuru M.Ü.’nün kendi anlatımına göre dahi vurulma anından önce bıçağın yere düştüğünü, dolayısıyla polisin silahsız bir kişinin kafasına ateş etmek suretiyle müdahalede bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu; polisin hemen o anda müdahale etme zorunluluğunun bulunup bulunmadığının da ayrı bir tartışma konusu olduğunu, Kuşadası gibi küçük bir yerde kaçıp izini kaybettirme gibi bir olanağının bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, tüm bunlara karşın Mahkemenin öldürmeye teşebbüs yerine suçun vasıflandırmasında hataya düşerek taksirle yaralamaya neden olma suçundan ceza vermesinin ve itiraz makamının bu konuda bir inceleme yapmamasının adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının Polis Memuru M.Ü.’nün cezasız kalması anlamına geldiğini ifade etmiştir. Başvurucu, Polis Memuru M.Ü.’nün cezasız kalması sonucunu doğuran yargılama nedeniyle yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca söz konusu olay nedeniyle çalışamaz duruma geldiğini, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için zararlarının karşılanması gerektiğini, zararları karşılanmadan HAGB kararı verilmesinin yanlış olduğunu, bu nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak davanın dört yılı aşkın bir sürede tamamlanmış olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
70. Bakanlık görüşünde, başvurucunun yaralanmasının niteliği dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde; derece mahkemelerinin kabulünün olayda kasta dayalı olmayan ihmalî bir hareketin bulunduğu yönünde olduğu, yaşam hakkına yönelik ihlal iddialarının kasıtlı bir eylem ile gerçekleştirilmediği durumlarda mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği, başvurucunun idari yargıda açtığı tam yargı davasının kısmen kabulüne karar verildiği ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda hâkime tam bir takdir hakkının tanındığı, hâkimin sanığın kişisel ve sosyal durumunu, suçun işleniş biçimini ve dosyadaki tüm delilleri dikkate alarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğini değerlendirdiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde son olarak somut olayın derece mahkemelerince taksirli eylem sonucu gerçekleştiğinin kabul edildiğinin dikkate alınmasının ve adli, idari ve varsa disiplin sürecinin bir bütün olarak değerlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir.
71. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvurusunun temel konusunun gözünü kaybetmesine neden olan olay hakkında yürütülen ceza yargılamasının temel hak ve özgürlüklerini ihlal edecek şekilde sonuçlanmış olması iddiası ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Başvurucu; idari yargıdaki telafinin suçlunun cezalandırılması konusundaki talebine engel olmadığını, kaldı ki davanın temyiz aşamasında olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşünde olayın ihmal sonucu bir davranışla gerçekleştirildiğinin ceza mahkemesince kabul edildiğinin belirtildiğini, kendisinin de esas itibarıyla ceza mahkemesinin bu kabulüne karşı olduğunu, Polis Memuru M.Ü.’nün öldürme kastı ile hareket ettiğinin açık olduğunu belirtmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının orantılı ve caydırıcı olmadığını ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Uygulanabilirlik Yönünden
72. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucu, temel olarak Polis Memuru M.Ü.’nün öldürme kastı ile hareket ettiğini ancak derece mahkemelerinin bu konuda hataya düşerek bilinçli taksirle yaralama suçundan hüküm kurduğunu, neticede ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle polis memurunun cezasız kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucunun bu iddiaları Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile ilgilidir.
73. Somut olayda başvurucu Umut Tamaç hayattadır. Bu nedenle başvuruda öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği hususunda bir değerlendirme yapmak gerekir.
74. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).
75. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şiran, B. No: 2014/7227, 12/1/2007,§ 69; Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017,§§ 109, 110).
76. Başvuru konusu olayda ölüm gerçekleşmemiş ise de başvurucuya yönelik eylemin yakın mesafeden ateşli bir silahla gerçekleştirilmesi, bu eylemin potansiyel olarak öldürücü bir niteliğe sahip olması ve bu durumun sağlık raporlarıyla da sabit olması nedenleriyle başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Somut olayda başvurucu ayrıca mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını ileri sürmüş ise de başvurucunun bu kapsamda ileri sürdüğü iddiaların tamamının yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
77. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
(...)
Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
78. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
2. İncelemenin Kapsamı Yönünden
79. Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi, Polis Memuru M.Ü.’nün kastının başvurucuyu ateşli silahla öldürmek ya da yaralamak olmadığı tespitinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi, somut olayda kullanılan tabancanın kasıtlı bir şekilde ateşlenmediği ancak polis memurunun söz konusu tabancanın -tabancanın kabzasıyla başvurucunun sol omzuna vurduğu sırada- patlayabileceğini öngörebilmesi gerektiği, dolayısıyla Polis Memuru M.Ü.’nün bilinçli taksir hâli içinde hareket ettiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Derece mahkemeleri, başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına neden olan olayda kullanılan tabancanın taksirle ateş aldığı sonucuna ulaştığından somut olayda silah kullanımının mutlak zorunlu olup olmadığı hususunu ayrıca tartışmamıştır.
80. Bu durumda öncelikle Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucuya kasıtlı bir şekilde ateş edilmediği yönündeki değerlendirmesinin dava dosyasında bulunan delillerle açıkça çelişip çelişmediğinin incelenmesi ve buna göre bir değerlendirme yapılması gerekir. Polis Memuru M.Ü. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı da bu incelemenin sonucuna göre değerlendirilecektir. Bu sebeple mevcut başvuru, yaşam hakkı yönünden tek başlık altında incelenecektir.
3. Kabul Edilebilirlik Yönünden
81. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
4. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
82. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
83. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
84. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).
85. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin yaşamı ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 77).
86. Yaşam hakkının ihlaline yol açabilecek nitelikteki eylemlerle ilgili olarak yürütülecek soruşturmaların makul bir süratle gerçekleştirilmesi ve soruşturmalarda özen gösterilmesi zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Yasin Ağca, § 128).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
87. 5237 sayılı Kanun’un İkinci Kitap’ının “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı İkinci Kısım’ının “Hayata Karşı Suçlar” başlıklı Birinci Bölüm’ünde yer alan “Kasten öldürme” kenar başlıklı 81. maddesi “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” şeklindedir. 5237 sayılı Kanun’un “Suça teşebbüs” kenar başlıklı 35. maddesinin (2) numaralı fıkrası ise “Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, (...) müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmünü içermektedir. Kanunda kasten öldürmeye teşebbüs suçuna ilişkin olarak öngörülen asgari ve azami hapis cezaları dikkate alındığında bu miktarların yaşam hakkının korunması bağlamında caydırıcı bir etkiye sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak somut olayda Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına neden olan olayda kullanılan tabancanın kasıtlı bir şekilde ateşlenmediği, kazayla patladığı kanaatine varmıştır. Başka bir deyişle Ağır Ceza Mahkemesi, Polis Memuru M.Ü.’nün kastının başvurucuyu ateşli silahla öldürmek ya da yaralamak olmadığı, keza Polis Memuru M.Ü.’nün eyleminin saldırgan davranışlar sergileyen başvurucunun etkisiz hâle getirilmesi maksadıyla baş bölgesine doğru orantısız bir şekilde ateş edilmesi ile de ilgili olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Oysa başvurucu, Polis Memuru M.Ü.’nün kendisini öldürme kastı ile hareket ettiğini iddia etmektedir. Bu sebeple somut olayda öncelikle bu hususun değerlendirilmesi gerekir.
88. Başvuru formu ve eklerinde, Polis Memuru M.Ü.’nün başvurucuyu öldürmek ya da yaralamak için özel bir sebebinin olduğuna işaret eden herhangi bilgi ve belge bulunmamaktadır. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgeler, olayın öldürme ya da yaralama kastıyla gerçekleştirildiği iddiasını destekleyecek bir veri de içermemektedir.
89. Esasen başvurucunun yaralanmasına neden olan olay, polis memuru ile başvurucunun bir sokakta tesadüfen karşılaşmaları sonucu gelişen olaylara bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Bu olayın gelişimine ilişkin olarak Ağır Ceza Mahkemesi, polis memuru ile başvurucunun tesadüfen bir sokakta karşılaştığı, polis memurunun başvurucuya polis merkezine gitmeleri gerektiğini söylemesi üzerine başvurucunun polis memuruna inanmayarak hakaret etmeye başladığı, bu sırada ikili arasında bir tartışmanın çıktığı, bu tartışma esnasında başvurucunun bıçakla polis memuruna saldırdığı, polis memurunun ise kendisini savunmak, başvurucuyu korkutmak ve uyarmak amacıyla havaya doğru bir el ateş ettiği, daha sonra polis memurunun yardımcı ekip gönderilmesi için cep telefonu ile 155 Polis İmdat hattını aramaya çalıştığı sırada başvurucunun bıçak bulunmayan eliyle polis memurunun yanağına yumruk attığı, polis memurunun da başvurucunun eline vurarak bıçağı yere düşürdüğü, bu sırada ikilinin bir anda birbirine girdiği, polis memurunun bu arbede esnasında elindeki tabancanın kabzasıyla başvurucunun sol omzuna vurduğu, tabancanın ise bu esnada patladığı değerlendirmelerinde bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesince olayın gelişimine ilişkin olarak yapılan bu değerlendirmelerin başvuru formu ve eklerindeki delillerle açıkça çeliştiği söylenemez. Dolayısıyla somut olayda polisin zor ve silah kullanma yetkisi incelenirken Ağır Ceza Mahkemesince yapılan bu kronolojik sıralamanın esas alınmasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.
90. Somut olayda başvurucu, polisin zor ve silah kullanma yetkisine ilişkin olarak mevzuatta eksiklikler olduğu yönünde herhangi bir iddia ileri sürmemiştir. Somut olay açısından bu husus ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesince resen gözetilmesi ve incelenmesi gereken bir hususun da bulunmadığı değerlendirilmiştir.
91. Başvuru konusu olayda polis memuru, başvurucunun bıçak çekmesi ve saldırgan davranışlarda bulunması üzerine zor ve silah kullanma yoluna başvurmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, polis memurunun başvurucunun bu tarz davranışlarından önce zor ve silah kullanma yoluna başvurduğunu ortaya koyan bir veri bulunmamaktadır. Bu durumda Ağır Ceza Mahkemesi kararında da belirtildiği üzere polis memurunun kendisini savunmak amacıyla zor ve silah kullanma yetkisini kullandığı kabul edilmelidir. Gerek Ağır Ceza Mahkemesinin kabulüne gerekse tanık anlatımlarının çoğunluğuna göre başvurucunun saldırgan tutumu olay boyunca süreklilik arz etmiştir. Bu durum dikkate alındığında polis memurunun olay sırasında her an teyakkuzda olmasında da somut olay bağlamında herhangi bir sorun görülmemiştir.
92. Soruşturma ve kovuşturma makamlarının olaylara ilişkin tespitleri Anayasa Mahkemesi açısından bağlayıcı olmamakla birlikte Anayasa Mahkemesinin soruşturma ve kovuşturma makamlarının tespitlerinden farklı bir tespitte bulunabilmesi için bu hususta ikna edici unsurların mevcut olması gerekmektedir. Ağır Ceza Mahkemesi, yukarıda da belirtildiği üzere olayın öldürme ya da yaralama kastıyla gerçekleştirilmediği, olayın başvurucunun etkisiz hâle getirilmesi maksadıyla baş bölgesine doğru orantısız bir şekilde ateş edilmesi ile de ilgili olmadığı kanaatine varmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, olayda kullanılan tabancanın kazayla patlaması sonucu başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı sonucuna ulaşmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, bu sonuca ulaşırken olayla ilgili adli ve tıbbi evraka, özellikle de tanık beyanları ile başvurucunun yaralanmasına neden olan ateşli silah mermi çekirdeğinin sol çene altından girip alnın sağ tarafından vücudu terk etmiş olduğu yönündeki Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu raporuna dayanmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun başına hedef gözetilerek ateş edildiği yönündeki bazı tanık beyanlarına ise bu kişilerin soruşturma aşamasında verdiği ifadeler ile kovuşturma aşamasında verdiği ifadeler arasındaki çelişkilere vurgu yaparak itibar etmemiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, olayın kaza olduğu yönünde beyanda bulunan kişilerin anlatımlarının daha samimi olduğunu ve birbiri içinde bütünlük arz ettiğini belirterek bu kişilerin beyanlarına itibar etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan bu değerlendirmelerin başvuru formu ve eklerindeki delillerle açıkça çeliştiği söylenemez. Başka bir deyişle Ağır Ceza Mahkemesi kararının somut olayda elde edilen delillerle açıkça çelişecek biçimde keyfî olarak verildiğinden söz edilemez. Dolayısıyla soruşturma ve kovuşturma kapsamında elde edilen delilleri ilk elden değerlendirme fırsatı bulan ve bu hususta Anayasa Mahkemesine göre daha elverişli bir konumda bulunan Ağır Ceza Mahkemesinin yaptığı bu değerlendirmelerden ayrılmayı gerektirecek ikna edici bir nedenin somut olayda bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
93. Bu durumda somut olayın -derece mahkemelerinin keyfî olmayan tespitine göre- kasten öldürmeye teşebbüs ile ilgili olmadığı anlaşılmaktadır. Keza başvuru konusu olayın polise mukavemet gösteren başvurucunun etkisiz hâle getirilmesi amacıyla orantısız bir şekilde baş bölgesine doğru ateş edilmesiyle de ilgili olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı nedeniyle Polis Memuru M.Ü.’nün cezasız kaldığı yönündeki iddia incelenirken başvurucunun yaralanmasına neden olan olayda kullanılan tabancanın kasıtlı bir şekilde ateşlenmediği yönündeki derece mahkemelerinin tespiti esas alınmalıdır. Başka bir anlatımla suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunup bulunmadığı hususunun tabancanın başvurucu ile polis memuru arasında yaşanan arbedede kazayla patladığı şeklindeki tespite göre değerlendirilmesi gerekir.
94. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun’un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucunu doğurduğundan bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır (Tahir Canan, § 30).
95. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması için yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı maddi zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tamamen giderilmesi, mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması gerekmektedir. Tüm bu koşulların bulunması hâlinde mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır. Denetim süresi içinde sanığın kasten yeni bir suç işlememesi ve yükümlülüklere uygun davranması hâlinde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilecektir. Sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya yükümlülüklere aykırı davranması hâlinde ise mahkemece açıklanması geri bırakılan hüküm açıklanacaktır (Tahir Canan, § 31).
96. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarından biri, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekliliğidir. Uğranılan zarar kavramı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından yalnızca maddi zararları kapsar nitelikte yorumlanmakta olup manevi zararların bu kapsamda değerlendirilemeyeceği, maddi zararın doğmadığı ya da maddi zarar doğmasına elverişli olmayan suçlar bakımından bu koşulun yerine getirilmesi koşulunun aranmayacağı vurgulanmaktadır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 109).
97. Somut olayda başvurucunun yaralanmasına neden olan olay sonrasında Polis Memuru M.Ü. hakkında kamu davası açıldığı ve bu dava sonucunda Polis Memuru M.Ü.’nün bilinçli taksirle yaralamaya sebebiyet verme suçundan 6 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve söz konusu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmektedir.
98. Bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin hukuki sorunların incelenmesi Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında olmayıp konu derece mahkemelerinin takdirine bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz kararı vermek ya da daha hafif veya ağır ceza belirlemek de Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmamaktadır (Tahir Canan, § 35). Bununla birlikte suçun niteliği ile verilen ceza arasında bir orantısızlık bulunması hâlinde Anayasa Mahkemesinin -yaşam hakkının doğası gereği- bu gibi durumlara müdahale edebilmesi gerekir. Nitekim AİHM de suçun niteliğinin ve verilen cezaların ağırlığının yapılan müdahalenin orantılılığı bakımından dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu birçok kararında belirtmiştir.
99. Somut olayda başvurucunun polis memuru ile yaşadığı arbede sonucunda kazayla vurulduğu kanaatine varan Ağır Ceza Mahkemesi, bu durumu dikkate alarak Polis Memuru M.Ü.’nün kasten öldürmeye teşebbüs suçu yerine taksirle yaralama suçundan cezalandırılması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi; başvurucunun bıçak çekme, yumruk atma ve küfür etme gibi davranışlar sergilediğine, polis memurunun ise bu tarz davranışlar sergileyen başvurucuyu etkisiz hâle getirmeye çalıştığına vurgu yaparak cezanın belirlenmesinde alt sınırdan uygulama yapılmasının hak ve nasafet kurallarına uygun olacağını değerlendirmiştir. Bununla birlikte Ağır Ceza Mahkemesi, Polis Memuru M.Ü.’nün bilinçli taksirle hareket ettiğini ve yaşanan olay nedeniyle başvurucunun sağ gözünün işlevini tamamen yitirdiğini dikkate alarak cezayı belli bir miktar artırmıştır. Mahkeme, daha sonra ise takdiri indirim nedenlerine dayanarak cezanın altıda biri oranında indirilmesine ve yasal şartları oluştuğu gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verirken Polis Memuru M.Ü.’nün daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetinin bulunmamasına, yeniden suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaat uyandırmasına ve mağdurun giderilmesi gereken bir zararının tespit edilememesine vurgu yapmıştır.
100. Başvuru konusu olayda, Ağır Ceza Mahkemesinin kasten öldürmeye teşebbüs suçundan değil bilinçli taksirle yaralama suçundan hüküm kurduğu özellikle belirtilmelidir. Yukarıda da belirtildiği üzere (bkz. §§ 88-92) Ağır Ceza Mahkemesinin somut olayda kullanılan tabancanın kazayla patladığı, bu nedenle olayda kastın değil taksirin bulunduğu yönündeki değerlendirmesinde açık bir keyfîlik de bulunmamaktadır.
101. Buna göre somut olayda kasten öldürmeye teşebbüs suçunu işlediği tespit edilen bir kişi hakkında kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi bir durum söz konusu değildir. Başka bir anlatımla başvuru konusu olayda, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan değil -tabancanın kazayla patlaması sonucu- bilinçli taksirle yaralama suçundan kurulan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Bu durumun suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunup bulunmadığının tespitinde dikkate alınması gereken bir husus olduğu muhakkaktır.
102. Somut olayda Ağır Ceza Mahkemesinin ceza miktarını belirlerken ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verirken başvurucunun olay esnasında bıçak çekme, küfür etme ve yumruk atma gibi eylemlerinin bulunduğuna özellikle vurgu yaptığı ve polis memurunun suç esnasındaki ve sonrasındaki davranışlarını gözönünde bulundurduğu anlaşılmaktadır.
103. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde Ağır Ceza Mahkemesinin tabancanın başvurucu ile polis memuru arasında yaşanan arbedede kazayla patladığı şeklindeki tespitine göre belirlenen ceza ve beş yıllık denetim yaptırımının somut olayın koşulları bağlamında orantısız olduğunun söylenemeyeceği, Ağır Ceza Mahkemesince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının somut olayda elde edilen kanıtlarla çelişecek biçimde ve açıkça hukuka aykırılık oluşturacak şekilde verildiğinden söz edilemeyeceği, bu sebeple somut olayda derece mahkemelerin takdirine saygı gösterilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Başvuru konusu olayda Ağır Ceza Mahkemesinin takdir yetkisini makul kabul edilebilecek ölçüde kullanarak Polis Memuru M.Ü.’nün kusurunu ve cezai sorumluluğunu tespit ettiği değerlendirilmiştir. Keza hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yapılan itirazı inceleyen Söke 2. Ağır Ceza Mahkemesi kararında da bariz bir takdir hatası ya da keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
104. Anayasa Mahkemesinin soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılıp yapılmadığına ilişkin kararlarında sıklıkla vurguladığı üzere (bkz. § 86) yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızla gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu zımnen mevcuttur. Soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit başvuruya konu olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir.
105. Başvurucunun 13/4/2010 tarihinde hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanması üzerine resen başlayan soruşturma süreci, Söke 1. Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yapılan itirazın Söke 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/7/2014 tarihli kararı ile reddedilmesiyle sona ermiştir. Yaklaşık 4 yıl 3 ayda kesinleşen soruşturma ve kovuşturma sürecinde birçok tanık beyanının alındığı, bunun yanı sıra olayın aydınlatılmasına yönelik MOBESE kayıtlarının araştırılması dâhil parmak izi incelemesi ve atış artığı analizi gibi birçok işlemin yapıldığı, bu kapsamda ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olan mermi çekirdeğinin vücuttaki seyrinin tespit edilmesi amacıyla Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı, aynı yargılamada başvurucunun yaptığı eylemlerle ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması için de Adli Tıp Kurumundan raporlar alındığı dikkate alındığında soruşturma ve kovuşturmanın makul kabul edilebilecek bir sürede tamamlandığı sonucuna ulaşılmıştır.
106. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Başvuru Numarası    : 2015/15242
Karar Tarihi    : 18.07.2018
R.G. Tarih ve Sayı    : 25.09.2018 - 30546
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sitesinde yer alan bir habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/8/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
16. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kuralları için bkz. Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, §§ 21-29.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 18/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
18. Başvurucular;
i. Erişimi engellenen yazıların hakaret içermediğini, erişimin engellenmesini gerektirecek yasal koşulların oluşmadığını, yazılardaki haberlerin gerçek olduğunu, yayımlanmasında kamu yararı bulunan gerçek ve güncel haberlerin özle biçim arasında denge kurularak verildiğini iddia etmişlerdir. Kentsel dönüşüm politikasının amacı dışında kullanıldığının kamuoyuna duyurulmasında üstün kamu yararı bulunduğunu, haberin kamuoyundan tümüyle saklanması anlamına gelen erişimin engellenmesi kararını vermek için toplumsal ihtiyaç baskısı bulunmadığını belirterek ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
ii. Derece mahkemeleri tarafından verilen kararların gerekçesiz olduğunu belirterek gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
iii. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının a bendinde yapılan değişiklik ile sulh ceza hâkimlerinin birbirlerinin kararlarına yapılan itirazları incelemeye yetkili kılındığını, itirazların üst mahkemede değil numara olarak kendisini izleyen sulh ceza hâkimliğinde karara bağlanmasının Anayasa’nın 26., 28., 36. ve 37. maddelerine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir.
19. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ifade özgürlüğü ile bireyin şeref ve itibarının korunmasını isteme hakkının dengelendiği bir dizi kararı zikredilmiş; başvurucuların ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibarının korunmasını isteme hakkı arasında demokratik bir toplumun gerekleri dikkate alınarak adil bir dengenin kurulması gerektiği ifade edilmiştir.
20. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında esas itibarıyla başvuru dilekçelerindeki iddialarını yinelemişler; başvurularının Anayasa Mahkemesinin Ali Kıdık kararında ortaya konulan ilkeler kapsamında değerlendirilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
21. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ve “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
“Basın hürdür, sansür edilemez…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27’nci maddeleri hükümleri uygulanır…”
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiası da ifade ve basın özgürlükleri kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Üçüncü Başvurucu Yönünden
23. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
24. Somut olayda başvurucu Yeni Gün Haber Ajansının hukuk sisteminde mevcut idari ve yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.
25. Açıklanan gerekçelerle başvurunun üçüncü başvurucu yönünden diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Birinci ve İkinci Başvurucular Yönünden
26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
27. Ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sitesinde yayımlanan habere erişimin engellenmesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahale yapılmıştır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
28. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
29. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
30. Kanunilik ölçütüne ilişkin bir şikâyette bulunulmamıştır. Mevcut başvurunun koşullarında 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 9. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
31. Başvuruya konu habere erişimin engellenmesine ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
32. Somut olaya uygulanan genel ilkelerin geniş anlatımı için Anayasa Mahkemesinin Ali Kıdık (§§ 41-67) kararına bakılabilir.
(2) 5651 Sayılı Kanun’un 9. Maddesine Dayanan Erişimin Engellenmesi Kararı Hakkında Bazı Tespitler
33. Anayasa Mahkemesi, Ali Kıdık kararında 5651 sayılı Kanun ile getirilen içeriğin yayından çıkarılması ve yayına erişimin engellenmesi kararlarına yönelik usulü ayrıntılı bir şekilde incelemiştir (Ali Kıdık, §§ 55-63). Mahkemeye göre bu usul, kanun koyucunun internet ortamında işlenen suçlarla mücadelenin daha etkin yapılabilmesi, özel hayatın ve kişilik haklarının hızlı ve etkili bir şekilde korunması ihtiyacı nedeniyle öngördüğü özel ve hızlı sonuç alınabilecek bir koruma tedbiri kararıdır; dolayısıyla istisnai bir yoldur (Ali Kıdık, § 55).
34. Anayasa Mahkemesi, başvuruya konu internet yayınına erişimin engellenmesi tedbirinin alınmasını ancak bir görünüşte haklılık veya ilk bakışta (prima facia) haklılık varsa meşru kabul etmekte ve bu usulün ancak internet yayınının kişilik haklarını apaçık bir şekilde ihlal ettiğinin daha ilk bakışta anlaşıldığı durumlarda işletilebileceğini belirtmektedir. Anayasa Mahkemesine göre bir kimsenin çıplak resimlerinin veya video görüntülerinin yayımlanması gibi kişilik haklarının ihlal edildiğinin daha ileri bir inceleme yapılmaya gerek olmaksızın ilk bakışta anlaşılabildiği hâllerde 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesinde öngörülmüş olan istisnai usul işletilebilir (Ali Kıdık, §§ 62, 63).
(3) Şeref ve İtibara Yapılan Müdahalelerde Başvurulabilecek Diğer Hukuki Yollar
35. Anayasa Mahkemesi, Ali Kıdık kararında 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre ortada ilk bakışta ihlal bulunmayan hâllerde kişilik haklarının korunması için genel hukuk ve ceza yollarına başvurulması gerektiği sonucuna ulaşmıştır (Ali Kıdık, §§ 66, 67).
(4) İlkelerin Olaya Uygulanması
36. Somut olayda erişimin engellenmesine karar verilen haber 16/3/2015 tarihinde gazetenin internet sitesinde yayımlanmıştır. Haber, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bir şirketi tarafından kentsel dönüşüm kapsamında yapıldığı iddia edilen lüks konutlarla ilgilidir. Haberde, bu konutları maliyeti fiyatına satın aldığı iddia edilen birçok siyasetçinin ve bürokratın isimleri açık olarak zikredilmiştir. Haberde müştekinin de anılan konutlardan satın aldığı ileri sürülerek mülkiye başmüfettişi olduğu dönemde bahsi geçen belediye şirketi hakkında soruşturmaya gerek olmadığı yönünde rapor hazırladığı ve dosyayı kapattığı iddiasına yer verilmiştir.
37. Söz konusu haber, iktidarda bulunan partinin politikalarını ve uygulamalarını eleştirel bir üslupla ele aldığı bilinen ve ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sitesinde yayımlanmıştır. Haber, kentsel dönüşüm politikasının amacı dışında yapıldığı iddia edilen bir proje kapsamında satışa çıkarılan konutların bazı bürokratlar ile siyasetçilere maliyeti fiyatına satıldığı iddiası ile ilgilidir. Haberde bu konutlardan satın alan kişiler arasında o dönem bir ilin valisi olan müşteki de gösterilmektedir. Haberde müştekinin konutları yapan belediye şirketine yönelik olarak daha önce yapılan bir denetimde şirket hakkında soruşturma yapılmasına gerek olmadığı yönünde rapor hazırlamış olması ile bu şirketin yaptığı konutlardan satın alması arasında bir bağ kurulmaya çalışılmıştır.
38. Söz konusu haberin kamu kaynaklarının kullanımı ile ilgili olduğu, dolayısıyla kamu menfaatine ilişkin bulunduğu ve bilgilendirme değerinin yüksek olduğu tartışmasızdır. Buradan çıkan sonuca göre haberde bir ilin valisi olan müşteki ile ilgili bazı iddiaların yayımlanmasının kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır.
39. Müşteki; haberin gerçeği yansıtmadığını, haber nedeniyle şeref ve itibarının zedelendiğini ileri sürerek 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre internet içeriğine erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. Sakarya 1. Sulh Ceza Hâkimliği müştekinin talebini kabul etmiştir. Mahkeme, kararın gerekçesi olarak haberin masumiyet karinesi ve kişinin lekelenmeme hakkına aykırı olarak verilmiş olmasını göstermiştir. Kararda, kamuoyunun bilgilendirilmesi sınırının aşıldığı haberin kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici nitelikte olduğu belirtilmiştir.
40. Çelişmesiz bir dava sonucunda yayın içeriğine erişimin engellenmesi kararı verebilmenin ancak hukuka aykırılığın ve kişilik haklarına müdahalenin ilk bakışta anlaşılacak kadar belirgin olduğu ve zararın süratle giderilmesinin zaruri olduğu hâllerde mümkün olduğu hatırlanmalıdır (bkz. § 34). Buna karşın somut olayda ilk derece mahkemesi, şeref ve itibara yapıldığı ileri sürülen saldırının çelişmeli bir yargılama yapılmadan, gecikmeksizin ve süratle bertaraf edilmesi ihtiyacını ortaya koyabilmiş değildir. Haber içeriklerinin incelenmesinden de 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre içeriğe erişimin engellenmesi tedbirinin uygulanmasını gerektirecek ağırlıkta bir durumun bulunmadığı görülmektedir.
41. İnternet mecralarında yer alan fikir ve kanaat açıklamaları nedeniyle bireylerin şeref ve itibar hakkına hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen müdahalelerde mağdurun asıl gayesinin zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında özellikle somut başvuruya konu benzer uyuşmazlıklar açısından koşullara göre diğer ceza veya hukuk yollarının daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olduğu anlaşılmaktadır. Dahası müşteki, açacağı çelişmeli bir hukuk davasında içeriğe erişimin engellenmesi talebini ileri sürme imkânına da her zaman sahiptir (Ali Kıdık, § 86).
42. Sonuç olarak başvurunun bütün koşulları gözönünde tutulduğunda 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesi uyarınca çelişmeli bir yargılama olmaksızın süresiz olarak etki gösteren tedbir mahiyetinde internete erişimin engellenmesi kararı verilmesi için gösterilen gerekçeler ilgili ve yeterli kabul edilemez.
43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ve Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
45. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
46. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57-58).
47. Mehmet Doğan kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
48. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlali, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hallerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet Doğan, § 60).
49. Başvurucular, ihlalin tespiti ile manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
50. Anayasa Mahkemesi başvurucular tarafından yayımlanan haberin içeriğine erişimin engellenmesine karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
51. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
52. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucuların bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucuların muhatap olduğu yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
53. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226.90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucular Oğuz Güven ve Miyase İlknur’a müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurunun başvurucu Yeni Gün Haber Ajansı yönünden “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvurucular Oğuz Güven ve Miyase İlknur yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin başvurucular Oğuz Güven ve Miyase İlknur yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Sakarya 1. Sulh Ceza Hâkimliğine (2015/1193 Değişik İş) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucular Oğuz Güven ve Miyase İlknur’a müştereken net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226.90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucular Oğuz Güven ve Miyase İlknur’a MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Başvurucu Yeni Gün Haber Ajansı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.