Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Hukuka Uygunluk Nedenlerinde Sınırın Aşılması (TCK 27. Madde)

Exceeding the Limit of Justification in Turkish Criminal Code Article 27

Arif Naci SUCUOĞLU

Bu çalışmada, TCK’nın 27’nci maddesinde düzenlenen “hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması” konusunda verilen yargı kararları ile doktrindeki görüşler değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Öncelikle TCK’nın 27’nci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması hususu incelenecektir. Ardından aynı maddenin ikinci fıkrasında yer alan meşru savunmanın heyecan, korku ve telaş sebebiyle aşılması konusuna değinilecektir. Çalışmanın amacı, bu iki hükmün hukuki nitelendirmesini yapmak ve aralarındaki farkı ortaya koymaktır.

Hukuka Uygunluk Nedenleri, Meşru Savunma, Zorunluluk Hali, Hukuka Uygunluk Nedenlerinde Sınırın Aşılması.

In this study; the judical decions and the views in doctrine regarding “Exceeding the Limit of Justification” set out in the Article 27 of the Turkish Criminal Code shall be discussed.At first, the issue of exceeding the limit of justification unintentionally regulated in the first paragraph of the Article 27 of TCC shall be examined. Then; the exceeding the limit during self-defense as a result of excitement, fear and anxiety stipulated in the second part of same Article shall be pointed out.

Justification, Legitimate Defense, Necessity, Exceeding the Limit for Reasons of Lawfulness.

GİRİŞ

Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması konusu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 27’nci maddesinde “sınırın aşılması” başlığıyla “(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur. (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” hükmü ile düzenlenmiştir.

Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması, bir eylemin hukuka aykırılığı ile hukuka uygunluğu arasındaki sınırı belirleyen bir kavramdır. Ancak bu sınır net değildir. Bu nedenle açıklanmaya muhtaçtır. Mülga 765 sayılı TCK’nın 50’nci maddesinde benzer bir hükme yer verilmiştir. Ancak 765 sayılı TCK dönemindeki düzenlemede genel ifadelere yer verilmiş ve yalnızca Kanun’un 49’uncu maddesinde sayılan hukuka uygunluk nedenleriyle sınırlı tutulmuştur. 5237 sayılı TCK’nın 27’nci maddesi ise bu sorunları gidermeye yönelik bir düzenlemeye yer vermiştir. Bununla birlikte 27’nci maddenin yer aldığı bölüm ve maddenin muhteviyatı, başka bilinmeyenler ve çelişkili kavramlar ortaya çıkarmıştır. Söz konusu çelişkiler doktrinde sıkça eleştirilmiştir. Eleştiriler genel itibariyle hukuka uygunluk nedenlerinin niteliğine yöneliktir. Bu nedenle çalışmamıza hukuka uygunluk nedenlerinin vasıf ve mahiyetine değinerek başlamak daha doğru olacaktır.

Hukuka aykırılık, kanuni tipe uygun eylemin bir özelliğini ifade eder ve ceza hukukuyla getirilen bir emir ve yasakla çatıştığını gösterir. Yani tipik eylemin hukuk düzeniyle çatışmasına hukuka aykırılık denmektedir1 . Hukuka aykırı bir davranış, yalnızca ceza normlarıyla değil, tüm hukuk düzeniyle çatışmaktadır. Buna “hukuk düzeninin birliği prensibi” adı verilmektedir. Hukuka uygunluk nedenleri tüm hukuk düzeni açısından hüküm ve sonuç doğurur. Buna göre, hukuk disiplinlerinden her hangi birine uygun bir eylem, ceza hukuku bakımından hukuka uygun kabul edilir. Zira bir hukuk normunun izin verdiği hareket, ceza hukuku tarafından cezalandırılır ise, hukuk düzeni kendi içerisinde çelişmiş olacaktır. Ayrıca bunun aksini kabul etmek, ceza hukukunun (ikincilliği) son çare olması işlevi ile çatışacaktır2 . Hukuka aykırılık eylemin hukuk düzeniyle çelişmesi, suç ise eylemin kanunda tanımlı bir kuralın çiğnenmesi anlamına gelir3 . Suçun varlığı onun kanuni olmasına bağlıdır. Çünkü suç, devletin kanunla korumakta fayda gördüğü menfaatlerin ihlal edilmesiyle ortaya çıkar4 . Bu nedenle suçun hukuka aykırılık unsurunun tespiti sırasında tipiklik unsurunun gözardı edilmesi mümkün değildir. Zira tüm hukuk düzenine aykırı bir eylem dahi kanunlarda suç olarak tanımlanmış değil ise suç vasfını kazanmayacaktır5 .

Ceza hukukunda, “hukuka aykırılık” suçun zorunlu ve bağımsız bir şartı olarak kabul edilmektedir6 . Suçun hukuka aykırılık unsuru, hukuka uygunluk nedenlerinin bulunmaması anlamına gelir. Bu nedenle “olumsuz” bir unsurdur. Eylemin hiçbir şekilde hukuka uygun olmaması gereğine işaret eder. Bu sebeple “hukuka aykırılık” unsurunun varlığı tespit edilirken, aslında hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı irdelenir7 .

Hukuka uygunluk nedenleri sayısal olarak belirlenmiş değildir. Her hangi bir hukuk disiplininde yer alan hukuka uygunluk nedeni, ceza hukuku anlamında da geçerlidir. Aynı şekilde ceza hukuku bağlamında uygulanabilen bir hukuka uygunluk sebebi diğer hukuk dalları için kabul edilebilmektedir. Hukuk düzeni ile aynı temele sahip olan ve hukukun bir kaynağı olan örf ve adet düzeni için de aynı durum geçerlidir. Bu itibarla hukuka uygunluk nedenlerinin örf-adet hukuku baz alınarak genişletilmesi, ceza hukukundaki kıyas yasağına tabi olmaz8 .

Hukuka uygunluk nedenlerinin mevcudiyeti konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Bu anlamda objektif görüştekiler hukuka aykırılığın değerlendirilmesini yalnızca davranış olarak kabul ederler. Failin hukuka uygunluk nedeninden yararlanabilmesi, bu nedenlerin objektif olarak varlığına bağlıdır ve iradi olarak bir değerlendirmeye gerek yoktur9 . Subjektif görüş ise, hukuka aykırılıkta kusurluluk kavramının gözardı edilemeyeceğini savunmaktadır. Hukuka uygunluk nedeninin sübjektif açıdan mevcut olması gerektiğini savunan yazarlar, bir hukuka uygunluk nedeninin etkili olabilmesi için failin bu nedenin varlığına inanmasını ve hukuka uygun davranma bilincine sahip olmasını gerekli görürler. Modern ceza hukuku anlayışı ile ifade edilen subjektif görüşler, 5237 sayılı Ceza Kanunu dönemi itibariyle baskın görüştür10 .

Hukuka uygunluk nedenlerinin hukuki niteliği, kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden farklıdır11 . Hukuka aykırılık eylemin bir özelliği olarak karşımıza çıkar. Kusurluluk ise failin bir özelliğidir. Netice olarak kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerin hukuka uygunluk nedenleri gibi, eylemin hukuka uygun doğmasını sağlamadığı, ancak hukuka aykırı eylemin kriminal-politik nedenlerle cezalandırılmasına engel olduğu kabul edilmektedir12 .

Bununla birlikte hukuka uygunluk nedenlerini kişisel cezasızlık nedenlerinden, cezalandırılabilme şartlarından ve kovuşturma şartlarından da ayrı tutmak gerekir. Kişisel cezasızlık sebeplerinde hukuka aykırı eylemin bu niteliğini yok eden her hangi bir olgu söz konusu değildir. Kişisel cezasızlık hallerinde eylem, tipe uygun ve hukuka aykırıdır. TCK 167. maddesinde aynı evde yaşayan üstsoya karşı işlenen hırsızlık suçuna ceza verilmemesinde olduğu gibi, suç tüm kanuni unsurlarıyla oluşup haksızlık yaratmasına rağmen failin kişisel ilişkisi ve konumu itibarıyla, kanun koyucu suç ve ceza politikası gereği yaptırıma lüzum görmemektedir. Keza kovuşturma şartları da, hukuka aykırı eylemin meydana geldikten sonra yargılama aşamasını ilgilendiren bir takım usuli işlemlerin gerekmesinden ibaret olup, hukuka uygunluk nedenleriyle ilgisi yoktur. Cezalandırılabilme şartları ise, kusur ve hukuka aykırılık ile hiç alakası olmayan, yalnızca failin cezalandırılabilmesine engel teşkil eden objektif nitelikteki nedenlerdir13 .

Çalışma konumuzu oluşturan hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması hususu, yalnızca hukuka uygunluk nedenleri açısından geçerlidir. Kusurluluğu ortadan kaldıran hallerde sınır aşılamaz14 . Yukarıda izah edildiği üzere kişisel cezasızlık nedenlerinde, cezalandırılabilme ve kovuşturma şartlarında da sınırın aşılması mümkün değildir. Buna rağmen 5237 sayılı TCK’da hukuka uygunluk nedenleri “ceza sorumluluğunu azaltan ve kaldıran nedenler” başlığı altında düzenlenmiş ve ayrıca sınırın aşılmasına dair hükümlere, bu başlığın tamamını kapsayacak şekilde yer verilmiştir. Bu düzenlemenin dogmatik açıdan çelişki doğurduğu ileri sürülmüştür15 . Buna gerekçe olarak hukuka uygunluk nedenlerinin ceza sorumluluğunu değil, eylemin hukuka aykırılığını ortadan kaldırdığı, ayrıca hukuka uygunluk nedenlerinin kusurluğu etkileyen haller ile birlikte değerlendirilemeyeceği haklı olarak ifade edilmektedir. Ayrıca kusurluluğu ortadan kaldıran haller hakkında, sınırın aşılması mümkün değildir16 . Yaş küçüklüğü ve akıl hastalığı gibi hallerde sınırın aşılması tartışma konusu bile değildir17 .

1. HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİNDE SINIRIN KAST OLMAKSIZIN AŞILMASI

Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması konusu, 5237 sayılı kanunun 27. maddesinde “sınırın aşılması” başlığıyla “(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur. (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” hükmü ile düzenlenmiştir18 ,19 ,20 .

27’nci maddenin ilk fıkrasında düzenlenen sınırın aşılması halleri tüm hukuka uygunluk halleri için uygulanabilirler. İkinci fıkra ise yalnızca meşru savunma bakımından uygulama alanı bulur.

Birinci fıkrada ifade edilen “sınırın aşılması” bir hukuka uygunluk nedeni değil, belli şartların gerçekleşmesiyle kabul edilen kusura etki eden bir haldir21 . Ayrıca birinci ve ikinci fıkralarda yer alan hükümler arasında hukuki yapı bakımından farklılık vardır. Çünkü ikinci fıkrada yer alan meşru savunmada sınırın korku ve panik ile aşılması hali, bir (kusurluluğu ortadan kaldıran hal) mazeret sebebidir22 . Oysa birinci fıkra, sınırın yalnızca taksirle aşılabildiğini kabul etmektedir23 . Aşılan kısımda oluşan yeni eylem yalnızca kasten işlenebilen bir eylem ise fail cezalandırılmaz. Ancak aşkın kısım için oluşan eylem taksirli olarak işlenebiliyorsa fail yalnızca taksirli kusurundan dolayı sorumlu olur24 .

Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılmasının hukuki niteliği, hukuka uygunluk nedenlerinde hata kavramından farklıdır. Hukuka uygunluk nedeninde sınırın aşılması, hakka karşı yapılmakta olan mevcut bir saldırıya karşı orantısız ve aşırı bir savunma göstermektir. Hukuka uygunluk nedeninde hata da ise fail, gerçekte mevcut olmayan veya mevcut olup da var olandan çok daha ağır olduğunu düşündüğü bir saldırıya karşı savunmada bulunmaktadır. Önemle işaret etmek gerekir ki “hata”, objektif koşulları oluşmayan bir hukuka uygunluk sebebinin mevcut olduğu zannıyla hareket edilmesidir. Kanun tarafından tanınmış bir hukuka uygunluk nedeninin maddi koşulları oluşmuş ise artık burada hatadan söz edilmez. O yüzden hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması ile hukuka uygunluk nedenlerinde hata kavramları arasındaki temel fark, koşulları oluşmuş bir hukuka uygunluk nedeninin varlığıdır. Örneğin, kolluk görevlisince yakalanan hırsızın kimliğini çıkarmak amacıyla elini beline doğru götürmesi eylemini silah çekmeye teşebbüs ettiğini zanneden görevlinin, kendisini savunmak için ateş etmesi ve hırsızı öldürmesi olayında olduğu gibi, gerçekte var olmayan bir hukuka uygunluk nedeninin mevcut olduğu düşüncesiyle hataya düşmesidir. Olayda hukuka uygunluk nedenine ait şartlar henüz gerçekleşmediği için, sınırın aşılması da söz konusu olmayacaktır25 . Ancak banka soyan hırsızı, eylemi nedeniyle durdurmak için kafasına silahla ateş eden kolluk görevlisi, hukuka uygunluk nedeninin varlığında hata etmiş değildir. Bilakis kanunun kendisine tanıdığı hukuka uygunluk nedenini aşmıştır. Bununla birlikte, sınırın aşılmasını hukuka uygunluk nedenlerinde hata olarak nitelendiren görüş sahipleri, özellikle sınırın kast olmaksızın aşılması durumunun (TCK. 27/1), niteliği itibariyle “hukuka uygunluk nedeninin sınırında yanılgı” olduğunu ileri sürmüşlerdir26 . Ancak taksir derecesindeki kusur ile kusurluluğu ortadan kaldıran hata kavramları birbirlerinden çok farklı olduğundan bu görüşe katılmak olanaksızdır. Hata durumunda, hukuka uygunluk nedenleri objektif olarak oluşmamasına rağmen, fail bu nedenlerin varlığı konusunda bir sanrıya kapılmaktadır. TCK’nın 30’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında belirtildiği gibi, hukuka uygunluk nedenlerinde kaçınılmaz bir yanılgı (hata) söz konusu olduğunda faili cezalandırmak mümkün değildir. Keza sınırın taksirle aşılmasında, taksirli de olsa kusur vardır ve fail taksirli eyleminden sorumlu olur. Tüm bu nedenlerden ayrı olarak, hukuka uygunluk nedenlerinin sınırının aşılması durumunun, “sınırda hata”27 kavramıyla açıklamaya çalışmak, yalnızca kavram karmaşası yaratmaktadır. Sınırın üç şekilde yani kasten, taksirle ve korku ile panik tesiri altında aşılabileceğini kabul ettiğimizde, hata kavramı bu üç duruma da uymamaktadır28 . Örnek olarak, kalp ameliyatı için form doldurarak rıza gösteren hastayı ameliyata alan doktoru, aslında rızanın29 tüm tıbbi müdahaleleri kapsadığını düşünerek diğer organlara da müdahale etmesi durumunda, hukuka uygunluk nedeninin varlığı konusunda hataya düşmüştür. Bu hatanın esaslı olması halinde cezai sorumluluğu olmayacaktır. Buna karşın, yaralamaya yönelik saldırıyı defederken vurduğu yumruğun etkisiyle kafasını taşa çarparak saldırganın hayati tehlikeye sokulması örneğinde taksirli bir kusur olması sebebiyle fail meşru savunmayı aştığı ölçüde taksirli eylemden sorumlu olacaktır. Eğer saldırganın maruz kaldığı ağır netice korku, panikten ileri gelmişse, burada hata değil bir başka kusurluluğu kaldıran sebep bulunmaktadır. Netice olarak, örneklere göre açıklanabilen hata, taksir, panik kavramlarının birbiriyle karıştırılarak yeni bir kavram yaratılmasının pratik bir faydası da yoktur.

Sınırın aşılması, hukuka uygunluk sebebinin kanuni sınırının fail tarafından aşılması ile eylemin artık hukuka aykırı bir hale gelmesidir. Aslında tipik eylem hukuka aykırılık karinesi ile doğmasına rağmen, bir hukuka uygunluk nedeniyle suç niteliği kazanmamıştır. İşlenen eylemin hukuka uygunluk nedenini aşan kısmı ile hukuk düzeni yeniden bir çatışma içerisinde girmiştir30 .

Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması, saldırıya uğrayan kişinin ihlal edilen menfaati ile saldırgana sınırın aşılması suretiyle verilen zarar arasındaki dengesizlikten ibarettir. Sınırın kasten aşılması hali hariç olmak üzere31 , taksirli bir kusur ile aşıldığı durumlar TCK’nın 27/1 maddesi uygulanacak iken, saldırı ve savunmadaki orantısızlığın mazur görülebilecek bir nedene dayandığı halde TCK’nın 27’nci maddenin ikinci fıkrası tatbik edilebilecektir. Meşru müdafaa haliyle sınırlı olmak üzere maruz görülen hal, telaş ve korku gibi psikolojik açıdan subjektif nedenlerle de doğabilir32 .

Sınırın aşılması için, sınırı aşılan hukuka uygunluk nedeninin tüm şartlarının gerçekleşmiş olması gerekir33 . Henüz hukuken var olmayan bir hukuka uygunluk nedenin sınırının aşılmasından da söz edilemez34 . Yargıtay bir kararında, önce meşru savunmanın şartlarını tartışarak meşru savunmanın bulunmadığını tespit etmiş, bu tespitten sonra sınırın aşılıp aşılmadığını değerlendirmeye almıştır. “...Savunmanın, yasal savunma koşullarında başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle yasal savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilemeyeceğine göre bu durumda, TCY’nin 27. maddesinde düzenlenen “sınırın aşılması”nın söz konusu olup olamayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir...”35 . Bu kararda, meşru savunmanın şartları oluşmadığına vurgu yapılmışsa da, bu bir yorum hatasıdır. Orantılılık ilkesinin söz konusu olmaması, meşru savunmanın varlığını engeller. Hukuken gerçekleşmeyen meşru savunmanın aşılması da mümkün değildir. Başka bir ifadeyle, net orantısızlık var ise burada kasıtlı işlenmiş bir eylemden söz etmek gerekir. Böyle bir eylem, meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz. Meşru savunmanın sınırlarının aşılması da söz konusu olmaz36 .

Hukuka uygunluk nedenleri oransal-araçsal bakımdan ve zamansal bakımdan aşılabilir. Oranda yada araçta sınırın aşılması, saldırı karşısında verilen tepkinin saldırıya oranla ölçüsüz ve abartılı olması durumlarında söz konusu olur37 . Misal, havaya ateş edilmesiyle kaçırılabilecek hırsızların üzerine doğru ateş edilerek yaralanmalarına sebep olunmasında olduğu gibi38 .

Sınırın zaman yönünden aşılması ise, saldırının sona ermesinin ardından savunma hareketinin devam etmesi halinde söz konusu olur. Misal, saldırganı attığı tek kurşunla durduran failin ateş etmeye devam etmesinde olduğu gibi. Saldırı sona erdikten sonra yapılan savunma, yeni bir saldırı değil, meşru savunma niteliğindeki eylemin devam eden taşkın kısmı olduğu ifade edilmiştir39 . Meşru savunma içerisinde hem zaman yapıldığı kabul edilen saldırı ve savunma eylemleri sona erdikten sonra yinelenen eylem, artık sınırın aşılması kısmını değil, bir önceki saldırıdan ileri gelen ağır tahrik altında işlenen eylemdir. Aynı zamanda olduğu kabul edilen saldırı ve savunma eylemelerinin devamı niteliğindeki eylemlerin ise korku veya panik sebebiyle işlenip işlenmemesine göre sorumluluk belirlenecektir. Örnek olarak, saldırganın elinden alınan tüfeğin kendisine doğrultulması ile saldırı ve savunma sona ermiştir. Ancak saldırgan saldırıya son verdikten sonra tüfeğin ateşlenmesi, sınırı aşan eylem değil, haksız tahrik altında işlenen bir eylemdir.

Sınırı kasıtlı olarak aşan failin ceza sorumluluğunun tam olacağını ifade etmek gerekir40 . Bu durumda kasten işlediği eyleminden sorumlu olur. TCK’nın 27/1 maddesinde sınırın yalnızca taksirle aşılabileceği ifade edilmiştir. Bu hükme göre sınırın bir saldırıya karşı aşırı hareket gösteren kişiye hiçbir koşulda ceza indirimi uygulanmayacaktır41 .

Taksir olarak sınırın aşılmasında eğer sınırın aşılmasıyla sebep olunan eylem kanunda taksirle cezalandırılabiliyorsa bu suçtan sorumlu olacaktır. Sınırın olayın heyecanı ile panikleyerek aşılması söz konusu ise failin kusur yeteneği olmayacağından her hangi bir sorumluluğu doğmayacaktır42 .

Failin hukuka uygunluk nedeninin uygulanma şartlarının bulunmadığını bilmesine rağmen, bu yönde hareket etmesi halinde fail bu eyleminden ötürü tamamen sorumludur43 . Burada esasen hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması söz konusu değildir44 . Kasten icra edilen eylemden bahsetmek gerekir. Çünkü hukuka uygunluk nedeni olan savunmada amaç, saldırıdan kurtulmak olmalıdır45 .

Kasten eylemde bulunan failin bu eyleminden ötürü kast derecesinde sorumluluğuna neden olacağı genel ilkeler çerçevesinde bilinen bir konu olduğundan kanunda böyle bir hükme yer verilmemiştir46 . Ancak TCK’nın 27’nci maddesinin gerekçesinde bu husustan şöyle bahsedilmiştir; “meşru savunmada bulunan kişi, vaki saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile ve sırf tecavüze uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürdüğü takdirde hukuka aykırılığın kalkmayacağı ve failin bu maddedeki her hangi bir ceza indiriminden yararlanamayacağı şüphesizdir. Bu nedenle madde, sınırın kast olmaksızın aşılması halini kapsamaktadır”. Sınırın kasten aşılması durumunda sınırın amaçta aşılmasından söz edilir ve artık hukuka uygun bir eylem değil yeni bir suç vardır ve faili bu hukuka uygunluk nedeninden yararlandırmak için bir neden bulunmamaktadır47 . Bu durumda fail hukuka uygunluk nedeninden yararlanamaz ve sebep olduğu neticeden ötürü cezalandırılır. Bu durumda ceza sorumluluğunun ortadan kalkması veya hafiflemesi söz konusu değildir48 . Misal, saldırı defedilerek sona ermiş ve saldırgan olay yerinden uzaklaşmış, saldırının tekrar etme olasılığı ortadan kalkmış iken, saldırgana karşı yapılacak her eylem sınırın kasten aşılması sonucu doğurur ve meşru savunmanın uygulanma imkanı kalmaz49 .

Sınırın aşılması kusur bulunmayan bir eylem ile vukubulabilir. Burada sınırın aşıldığından bahsetmek mümkün olmaz. Sınırın kusursuz aşıldığı durumda faile ceza vermek imkanı da yoktur. TCK 27/1 maddesinde ifade edildiği gibi, hukuka uygunluk nedenlerinde sınır kast olmaksızın aşılması gerektiğinden, en azından failin taksirli bir kusurunun bulunması gerekir. Bu nedenle kusursuz bir eylem ile sınırın aşılması halinde eylem hukuka uygunluk nedeni içerisinde kalmış olarak kabul edilmelidir50 .

TCK’nın 27/1 maddesine göre sınır, ancak taksirli bir kusurla aşılabilmektedir. Eylemi gerçekleştiren fail gerekli dikkati ve özeni göstermiş olsaydı, hukuka uygunluk nedenlerinin sınırı aşılmayacaktı denilebildiği durumlarda, sınırın taksirle aşılması söz konusu olmaktadır51 . Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı olarak öngörülebilir olan neticeyi failin öngörmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Failin hukuka uygunluk nedeninin sınırını taksirli bir eylemle aşması halinde, aşılan kısmın vücut verdiği suçun kanunda taksirli hali düzenlenmiş ise bundan mesul olacaktır. Eğer aşkın kısım mala zarar verme gibi taksirli hali düzenlenmemiş bir suça vücut vermişse fail cezalandırılmayacaktır52 . Kanunda taksirli eylem suç olarak tanımlanmış değilse, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi gereğince fail her hangi bir yaptırıma uğramayacaktır. TCK’nın 27’nci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen taksirle sınırın aşılması halinde, taksirli eylemden dolayı sorumlu olunacağı ve taksirli eylemden verilecek cezanın altıda birinden üçte birine kadar indirim yapılacağı belirtilmiştir53 .

Şüphesiz sınırın aşılıp aşılmadığının tayini, hukuka uygunluk nedeninin niteliğine, olayın somut koşullarına göre yapılacaktır. Failin eylemini hangi koşullarda ve hangi ruh halinde iken gerçekleştirdiği göz önünde tutularak değerlendirilir54 .

Sınırın kast olmaksızın aşılması hukuka uygunluk nedenlerinin hepsi için söz konusu olabilmektedir. 24. maddede düzenlenen kanunun emrinin yerine getirilmesi ve amirin emrinin yerine getirilmesi sırasında, kendisine kanunla yetki verilen kişinin bu yetkisini aşması durumunda 27/1. maddesine göre sorumluluğu doğacaktır. Özellikle kolluk görevlileri, kendilerine kanunlarda tanınan silah kullanma ve zor kullanma yetkilerini görev sırasında aşabilirler. Mesela 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun 24. maddesinde, kanuna aykırı olarak toplanan ve gösteri yapan kişilerin dağılmaları konusunda uyarı yapıldıktan sonra, bu uyarıyı dikkate almamaları üzerine dağılmalarını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde zor kullanacakları düzenlenmiştir. Kolluğun toplanan kişileri dağıtmaya çalışırken gereğinden fazla güç kullanıp ağır yaralanmalarına sebep olmaları, sınırın oran ve araç yönünden aşılması sonucu doğururken, grup dağıldıktan sonra bu kişileri kovalayıp güç kullanmaları sınırın zaman yönünden aşılması sonucunu doğuracaktır55 .

Her ne kadar kanun hükmü ve amirin emri hallerinde olduğu gibi diğer hukuka uygunluk nedenleri için de TCK’nın 27/1 maddesi geçerli olsa da, bu maddeden ayrı olmak üzere TCK’nın 256’ncı maddesinde “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” başlıklı ayrı bir düzenlemeye gidilmiştir. Kanundan kaynaklanan görevini ifa eden kolluk görevlilerinin görevleri esnasında kendilerine tanınan zor kullanma yetkisini aşmaları durumunda “kasten yaralama” suçunu düzenleyen hükümler gereği sorumlu olacakları belirtilmiştir. Ancak 256’ncı maddedeki düzenleme, TCK’nın 27/1 maddesiyle çelişmektedir. Zira kanundan kaynaklanan yetkiyi kullanan kolluk personeli bu yetkisini aştığı zaman, TCK’nın 27’nci maddesi uyarınca, aşkın kısım hangi suça vücut veriyorsa o suçtan sorumlu olması gerekirken, 256’ncı madde hükmü kolluk görevlilerinin sınır aşımı söz konusu olduğunda, sınırın “kasten” aşıldığına dair bir karine içermektedir. Bu düzenleme hukukun temel prensiplerine ve eşitlik ilkesine aykırıdır. Çünkü, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16’ncı maddesi gereği verilen yetki ile müdahale eden kolluk görevlisi, TCK. 256’ncı maddeye göre taksirli olarak sınırı aşması durumunda dahi kasten yaralama hükümlerinden sorumlu olacaktır56 . Örneğin, suçüstü yakalanan bir suçluyu gözaltına almak üzere zor kullanan polis memurunun, suçlunun fazla direnmesi sebebiyle yapılan müdahale sonucu kolunun çıkması olayında, polis memuru kanuni yetkisini taksirli olarak aşmış olmaktadır. Gözaltına alınan şahsın yaralanması polis memurunun kendinden beklenen özen yükümlülüğünü ihlal etmesi sebebiyle gerçekleşmiştir. Gerçekleşen neticeye rağmen, polis memurunun TCK’nın 265’inci maddesi gereği kasten yaralama suçundan sorumlu olması hakkaniyetsiz sonuçlar doğuracaktır.

“Kanun hükmünü icra” hallerinden kolluğa tanınan silah kullanma yetkisi, kendilerine veya üçüncü kişilere yapılan saldırıları önlemek amacıyla ve suç işleyen kişileri yakalanmak amacıyla verilmiştir. Özellikle suç sonrası yakalamaya yönelik silah kullanma yetkisi, mümkün olduğunca ikincil araç olarak kullanılmasını ve son çare olmasını gerektirir. Kolluk görevlisinin kaçan suçluyu durdurmak amacıyla silahını kullanırken, suçluyu direkt hedef alması şart değildir. Önce havaya doğru silahını ateşleyerek korkutup teslim olmasını sağlamaya çalışmak yerine, yakalama amacının ötesinde yaralanmasına neden olacak şekilde silahını kullanması durumunda, sınır oran bakımından aşılmıştır57 .

Hukuka uygunluk nedeninde sınırı aşan eylem, birden fazla hukuka uygunluk nedenini bünyesinde barındırabilir. Ve her bir hukuka uygunluk nedeni aşılmış olabilir. Bir Yargıtay kararında, kolluğun müdahalesinin ardından kaçmaya çalışanlarla çatışmaya girilmesi ve şahısların ölü olarak ele geçirilmesi olayında, kolluğun hem kendi nefsine karşı oluşan saldırıyı defetme hakkı, hem amirleri tarafından kendilerine verilen bir emrin yerine getiriliyor olması, hem de Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu tarafından verilen görevin icra ediliyor olması dolayısıyla eylemin hukuka uygun olduğunu kabul etmiştir.58 .

Meşru savunma söz konusu olduğunda da, sınırın taksirle aşılması söz konusu olabilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus hukuka uygunluk nedeninin, taksirli bir hareketle veya heyecan ve panik dolayısıyla yapılan bir hareketten hangisi ile aşıldığıdır. Çünkü taksirle sınırın aşılmasında fail eyleminden taksirli kusuruyla sorumlu olmakta iken, heyecan ve panik sonucu sınırın aşılmasında hiçbir sorumluluk yoktur. İkinci halde Kanun’un 27/1. maddesi değil, 27/2. maddesi uygulama alanı bulur.

Meşru savunma haksız saldırıyı önleyecek ölçüde olmalıdır. Savunma olanak ölçüsünde her şekilde yapılabilir, ancak sadece gerekli olduğu kadar yapılmalıdır. Aksi halde ölçüsüz savunma ve sınırın aşılması söz konusu olur. Bu nedenle saldırıya uğrayanın kendisini savunma istek ve iradesi yeterli olmayıp, yaptığı savunma niteliğindeki hareketin objektif bakımdan gerekli olması, yani oran bakımından sınırın içinde olması zorunludur59 . Bununla birlikte, kullanılan araçlar bakımından da denge bulunması gerekir. Araçların oranlı olması onların niteliğine göre değil, kullanımlarına göre tespit edilir. Yani bıçakla saldırana bıçakla karşılık verme zorunluluğu yoktur. Ateşli silahla da karşılık verilebilir. Ancak ateşli silahın bıçağı etkisiz hale getirecek şekilde kullanılması, savunmayı aşarak saldırı boyutuna geçmemesi gerekir60 .

TCK’nın 26’ncı maddesinde düzenlenen hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası hallerinde de sınırın aşılması mümkündür. Habercilik mesleğinin icrası basın kanunu ve anayasada yer verilen, bilgi edinme, haber yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Bu hakların kullanım sınırı, muhatapların kişisel haklarını ihlal ettiği noktada biter. Küçük düşürücü, rencide edici nitelikte ve saygınlığa saldırı şeklinde olan, gerçeğe aykırı, güncel olmamasına rağmen belli bir amaç için yayınlanan haberler artık haber yayma hürriyeti kapsamında hukuka uygunluktan yararlanamaz61 . Bu halde sınırın taksirle değil, kasten aşılması söz konusu olur ve eylemin türüne göre hakaret veya iftira suçlarından sorumluluk doğar.

Hakkın kullanılması sınırlarının aşılması için evvela hakkın kullanılması koşullarının gerçekleşmiş olması gerekir. Medeni Kanun’un 981’inci maddesi gereği zilyedin, zilyedliğindeki mala yönelen saldırıları def etme hakkı bulunmaktadır. Somut olayda bu hakkın hukuken varolması gerekir. Def etme hakkı bulunmayan bir kişinin yaptığı eylemler hakkın kullanılması sayılmaz62 .

Hekimlik mesleğinde ise tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğunun sınırı tedavinin amacı ve müdahalenin gerektiği şekilde yapılmasıdır. Hastanın tedavi konusunda bilgilendirilmesi ve rıza gösterdiği ölçüde müdahale yapılması gerekir. Ancak hayati ve zorunlu müdahalelerde hastanın rızasından öte, hekim müdahale yapmak zorunluluğu altındadır. Bu tür durumlarda ve hastanın rızasının alınma imkanı olmadığında, varsayılan rıza söz konusu olmaktadır63 .

Rıza üzerine yapılan tıbbi müdahalelerde, rıza gösterilenden başka veya daha fazla bir müdahalenin yapılıp yapılmaması halinde TCK’nın 27’nci maddesinin uygulanması söz konusu olabilmektedir. Zorunlu müdahaleyi gerektirmeyip tedavi amacında olmayan, ancak estetik bozuklukların düzeltilmesi için yapılan müdahaleler için ise hastanın rızası alınmak ve buna uyulmak zorunludur. Onun rızası hilafına yapılan müdahaleler hukuka uygunluk nedenlerinden faydalanamazlar64 .

2. MEŞRU SAVUNMADA SINIRIN HEYECAN, KORKU VEYA TELAŞ SONUCU AŞILMASI

Meşru savunmada sınırın aşılması65 , failin halen mevcut bir saldırı karşısında yaptığı savunmanın gerekli ve zorunlu olanın ötesine geçtiği hallerdir. Devam eden yada muhakkak bir saldırıya karşı kendisini saldırının ortadan kaldırılması için zorunlu olmayan araçlarla ve zorunlu olmayan şiddette savunan fail sınırı aşmış olur. Yumrukla yapılan saldırıya ateşli silahla karşılık verilirse meşru müdafaanın sınırı aşılmıştır. Burada fail kendisine gerekenden çok daha tehlikeli bir araca başvurduğu için hukuka uygunluk nedenini aşmış ve hukuka aykırı alana geçmiştir66 .

Sınırın aşılması hali, meşru savunmanın şartları gerçekleşirse tartışma konusu olmaktadır. Koşulları gerçekleşmeyen ve hukuken var olmayan bir meşru savunmanın aşılması da mümkün olmaz67 . Kendisine saldırıldığını düşünen ve panikleyerek etrafa ateş eden failin hareketi, meşru müdafaa olmadığı gibi, aşırı eylemi nedeniyle sınırın aşılması da söz konusu değildir68 . Bu bakımdan TCK’nın 27/2 maddesinin iki koşulu vardır; Birincisi şartları oluşmuş meşru müdafaa halinde sınırın aşılmış olması objektif koşul olarak karşımıza çıkarken, diğeri subjektiftir. Yani korku, panik ve heyecan hali sebebiyle kusurluluğun etkilenmesi ve ortadan kalkması gerekir69 . Bu yüzden önce meşru savunmanın şartlarına değinmek gerekir. Meşru savunmayı düzenleyen 25’inci maddede, kendisine veya üçüncü bir kişiye karşı yönelen haksız bir saldırıyı defetmek amacıyla gerçekleştirilen savunma niteliğindeki davranışların hukuka uygunluğu düzenlenmiştir70 .

Meşru savunmanın hukuki zeminiyle ilgili olarak; meşru savunmanın kanuna dayanmasına gerek olmadığı, bu durumun kişinin doğuştan sahip olduğu tabii bir hak olduğu, devletin korumaya ilişkin yetkisini bir çeşit vekaletle kişilere verdiği fikrine karşılık, meşru bir savunma dahi olsa bu nitelikteki bir eylemin kusurlu ve hukuka aykırı olduğu, ancak savunmada bulunan bir kimsenin cezalandırılmasının hakkaniyete uygun düşmeyeceği görüşleri ileri sürülmüştür71 . Bunların dışında, bir kimseye yapılan saldırı karşısında kişinin soğuk kanlılığını ve iradesini kaybedeceği, bu nedenle yapılan eylemin kusurlu sayılamayacağı ve eylemin kusursuzluk nedeniyle cezalandırılmayacağı savunulmuştur72 . Failin saikine vurgu yapan bir başka görüş, kişinin suç işlemek saikiyle değil, kendisini veya bir başkasını korumak maksadıyla yaptığına, bu halde manevi unsurun oluşmaması bakımından cezalandırılmasına imkan olmadığına işaret etmektedir73 . Anılan görüşlerin dışında, konuyu objektif olarak değerlendiren görüşlerden hakların çatışması görüşüne göre; devlet saldırıya uğrayanın kendisini korumasını sağlayan hakkı, saldırganın hakkına tercih ederek onu korumaktadır ve sırf bu nedenle korunma hakkı cezalandırılmamalıdır74 . Bir başka objektif görüş, saldırıya uğrayanın kendisini savunması şeklindeki eyleminin toplumsal bir zarara yol açmadığını, toplumsal açıdan saldırıya uğrayanın hakkının saldıranınkinden üstün olduğunu, bu nedenle devletin cezalandırma hakkını gerekli kılacak toplumsal zararın burada söz konusu olmadığını savunmaktadır75 . Hangi görüş benimsenirse benimsensin meşru savunma hukuka uygundur ve bu tür bir eylemin hukuka aykırılık unsuru yoktur76 . Ancak her savunma amaçlı eylem meşru olmayabilir. Bir eylemin meşru savunma sayılması ve hukuka uygun kabul edilebilmesi için bir takım koşulların varlığı gerekir. Bu koşullar, saldırıya ilişkin ve savunmaya ilişkindir77 .

Evvela mevcut bir saldırı olmalıdır ve bu saldırı haksız olmalıdır. Haksızlık kavramı, eylemin her hangi bir hukuk disiplini kapsamında hukuka aykırı olması, hiçbir temel hak ve özgürlüğe dayanmaması anlamındadır. Saldırının hukuka aykırı olması kafidir, suç teşkil etmesi gerekmez78 . Saldırı niteliğindeki eylem görünüş itibariyle haksız olsa da, her hangi bir hukuka uygunluk nedenine sahipse, haksız saldırı niteliğini barındırmaz79 . Bu itibarla haksız tahrik hükümlerinden yararlanan kişinin saldırısı haksız saldırıdır. Bu kişinin eylemine karşı meşru savunma mümkündür. Her ne kadar tahrik edilmiş olsa da, bu durum kişinin kusur durumunu etkiler, eylemi hukuka uygun kılmaz80 . Buna paralel olarak, yaş küçüklüğü veya akıl hastalığı olan birinin saldırı niteliğindeki eylemi hukuka uygun değil kusursuzdur81 . Bu nedenle bu kişilerin eylemlerine karşı meşru savunma mümkündür82 . Kişisel cezasızlık nedenleri, hukuka uygunluk içermediğinden, kişisel cezasızlık nedeninden yararlanan kişinin saldırısı da haksız saldırıdır83 .

Haksız saldırının bir hakka yönelmiş olması gerekir. Sadece vücut bütünlüğüne ve namusa karşı değil, kanuna göre her türlü kişilik hakkına yönelmiş bir saldırıya karşı meşru savunma mümkündür84 . Saldırı üçüncü bir kişinin hakkına da yönelmiş olabilir. Saldırıya uğrayan fakat buna direnen ve karşı koyamayan kişinin lehine meşru savunma mümkündür. Ancak üçüncü kişinin bu saldırıya rıza göstermediğine delalet eden hareketler içerisinde olması gerekir. Üçüncü kişi saldırıya hiçbir tepki vermemesine rağmen, haksız saldırı bulunduğu zannıyla yapılan savunma nitelikli eylem meşru savunma niteliğinde değildir85 .

Kanuna göre, kişilik haklarına yönelen haksız saldırının gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı “muhakkak” bir saldırı olması gerekmektedir. Öyleyse, saldırının yapılacağına veya tekrar edeceğine dair bir tahmin üzerine yapılan savunma meşru olmaz86 .

Saldırı bitmiş olmasına rağmen yapılan savunma meşru savunma değildir. Buna saldırının güncel olması şartı denmektedir. Hemzaman olmayan saldırı ve savunma hakkında meşru müdafaa hükümleri tatbik edilmez. Saldırı ile savuma arasında zaman farkı bulunmamalıdır. Hiddet ve öfkenin tesiri altında, aradan zaman geçtikten sonra yapılan hareketler savunma değil intikam niteliğindedir. Bu halde fail meşru savunmadan değil fakat haksız tahrik hükümlerinden yararlanabilecektir87 .

Savunmaya ilişkin koşullar ise savunmanın zaruri olması ve saldırıyla orantılı olmasıdır. Savunmanın zorunlu olması, maruz kalınan saldırıyı başka türlü defetme imkanının bulunmaması anlamına gelir. Kanun, saldırıya uğrayan kişiden korkakça kaçmasını beklemese de88 , onurunu düşürmeyecek şekilde saldırıdan kurtulma imkanı var ise bu yolu tercih etmesi ve daha zaruri hallerde savunmaya geçmesi beklenebilir89 .

Savunmanın saldırıyla orantılı olması, savunmanın saldırıyı defetmekten ibaret olmasıdır. Saldırıyı defetmek amacı dışında yapılan her eylem meşru savunmada sınırın aşılmasına yol açar90 . Orantılılık zamanda olduğu gibi konu ve araç bakımından da aranır. Yani mal varlığı hakkına saldıran bir kimseye silahla ateş edip öldürmek konu bakımından oranın aşılmasıdır91 . Yada kendisine tokat atmaya çalışan birini silah çekip vurmak, araç bakımından orantısızlıktır92 . Araç ve konu bakımından sınırın aşılması saldırı ve savunma arasındaki ölçüsüzlüğü sonucu olarak karşımıza çıkar. Baltayla saldırıya uğrayan kişinin, saldırganı durdurmak üzere ateşli silahla ölümcül bölgelere ateş etmesi meşru müdafaa sınırlarını aşmaktadır. Her somut olayın özelliğine göre, savunma amacını aşan hareketlerin kasten, taksirle yahut olayın husule getirdiği heyecan veya panik ile yapıldığı hususunun tespiti gerekir93 .

Sınırın zaman bakımından aşılması ise saldırının bitmesinden sonra savunma yapılmasıdır94 . Ancak bu durumda objektif koşulları oluşan bir meşru müdafaa hali bulunmadığından, aşılması da söz konusu olmayacaktır95 . Yalnızca mutlak bir saldırı veya devam eden bir saldırıya karşı yapılan savunma, meşru savunmadır. Gerçekleşmesi mutlak veya devam eden bir saldırının kesin olarak sonlandırılması amacıyla, ilk saldırının üzerine yapılan uzun süreli müdafaa eylemi sınırın aşılması hükmünden yararlanabilir. Meşru savunmanın devam ediyor olması, ilk saldırının önlenmesi bakımından zorunlu olmalıdır. Saldırı ile aşkın savunma arasında zaman bakımından bağlantı kopmamalıdır. Aksi halde zaman bakımından sınırın aşılması mümkün değildir96 .

Önleyici savunmada failin erken davranması onu hataya sevk edebilir. Kendisine saldırıldığı zannıyla hareket eden fail, bu konuda bir hataya düşebilir. Ve saldırı bulunmamasına rağmen saldırgan sandığı kişiye zarar verebilir. Burada hukuka uygunluk nedeninin varlığında “hata” söz konusudur97 . Daha önce ifade ettiğimiz üzere, hata ve meşru müdafaada sınırın aşılması birbirinden başka kurumlardır.

TCK. 27’nci maddenin ikinci fıkrasına göre meşru müdafaa yalnızca heyecan, korku veya telaş nedeniyle aşılabilir98 . Birinci fıkradan ayrılan nokta burasıdır. Çünkü burada failin ruhsal durumu söz konusudur. Subjektif açıdan bir ruhsal karışıklığa maruz kalan fail iradi davranamadığından, kusur yeteneğinin ortadan kalktığı kabul edilmektedir. Birinci fıkrada ise sınırın aşılmasına ilişkin koşullar araç, konu ve aracın kullanımı gibi objektif niteliktedir99 . Birinci fıkrada bir hukuka uygunluk sebebi olduğu kabul edildiğinden faile verilecek ceza indirilmektedir. İkinci fıkrada ise hukuka uygunluk sebebi failin kusuruna etkide bulunduğu için fail cezasız kalmaktadır. Yani fail hakkında hukuka uygunluk sebebinden değil kusurlu bulunmadığı kabul edildiğinden ceza verilmez. Bu nedenle 5271 sayılı CMK’nin 223’üncü maddesine göre 27/2 maddesindeki haller sebebiyle faile beraat değil, kusurun bulunmaması nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmektedir100 .

27’nci maddenin ikinci fıkrasının uygulanabilmesi için “maruz görülebilir” ölçüde bir heyecan, korku ve panik hali söz konusu olmalıdır101 . Meşru savunmanın sınırının aşılması konusunda mazur görülebilecek haller yalnızca hayati önemi haiz hakların ihlal edilmesi halinde söz konusu olabilir. Öyle ki, saldırının yaşam hakkı, beden bütünlüğü, cinsel dokunulmazlık gibi çok önemli bir hakka yönelik olması zorunludur. Bunun yanında saldırı failin kendisine yada fail için önem arzeden kişilere yönelik olmalıdır. Çünkü fail ancak kendisine veya yakınlarına yönelecek bir saldırı halinde paniğe kapılabilir, telaşa düşebilir102 . Elbette bu hallere ilişkin sınırın aşılması subjektif nitelikte olduğundan somut olayın özellikleri ayrıca değerlendirilmelidir103 . Bu konuda bazı yazarlar saldırı karşısında kişinin etkisinde kaldığı heyecan, korku veya telaşın mazur görülebilecek nitelikte olup olmadığının ayrıca değerlendirilmesinin gerekli olmadığını ifade etmektedir104 . Ancak, kanunkoyucu maddenin uygulanabilmesi için mazur görülebilirliği koşul olarak öngördüğünden, her heyecan ve panik halinin kabul edilebilir olması maddenin amacına uymamaktadır. Her türlü heyecan, korku veya telaş değil ancak somut olaya göre mazur görülebilecek nitelikte olan subjektif durumlar failin cezasız kalmasına neden olur105 .