Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Tüketici Hakem Heyeti Önünde Sulh Yapılabilir mi?

Can Parties Settle the Claim in Front of the Consumer Arbitration
 Committee?

Barış MIDIK

Günümüzde tüketiciyi koruma politikası gereği birçok uyuşmazlık tüketici hakem heyetleri ve tüketici mahkemeleri önünde görülmektedir. Tüketici hakem heyetleri, belirli bir meblağa kadar olan uyuşmazlıkları, basit ve ucuz bir yöntemle mahkeme yargılamasına nazaran daha kısa sürede çözümlemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca bu heyetler vasıtasıyla yargı organlarının iş yükü azaltılmaya çalışılmaktadır. Bununla birlikte, tüketici hukukunun gelişimi ve buna paralel olarak tüketici işlemi kavramının giderek genişlemesi ile birlikte bu heyetlerin de iş yükü artış gösterebilmektedir. Bu nedenle, tarafların tüketici hakem heyeti önünde HMK anlamında bir mahkeme içi sulh yapıp yapamayacakları önem taşımaktadır (HMK m. 313 vd.). Çünkü sulh başkaca bir işleme gerek olmaksızın yargılamayı sona erdirir (HMK m. 315/1). Dolayısıyla sulh halinde tahkikata devam edilmesi gereksiz hale gelir. Bu ise gerek mahkemelerin gerekse tüketici hakem heyetlerinin iş yükü yoğunluğu üzerinde olumlu etki yapar. Diğer yandan, tarafların aralarındaki uyuşmazlığa uzlaşma yoluyla son vermesi, uyuşmazlık hakkında bir mahkeme veya tüketici hakem heyetinin karar vermesine kıyasla bazı avantajlar taşır. Öncelikle taraflar; sulh yoluyla anlaşmaları halinde sosyal ilişkilerini korumuş olurlar. İlaveten taraflar; sulh yaparken iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağına tabi olmaz, sulh kapsamına dava konusu olmayan hususları da dahil edebilir, hak temelli çözümler yanında menfaat temelli çözümler kararlaştırabilir ve üçüncü bir kişinin de sulhe katılımını sağlayabilirler (HMK m. 313/4). Tüm bu nedenler dolayısıyla tüketici hakem heyetleri önünde sulh yapılıp yapılamayacağı önem taşımaktadır ve bu hususun aydınlatılması gerekir

Tüketici Hakem Heyeti, Sulh, Tahkim, İlam Mahiyetinde Belge

Today, many disputes are in front of consumer arbitration committees and consumer courts due to the consumer protection policy. Consumer arbitration committees aim to resolve disputes up to a certain amount in a shorter time than the court proceedings by simple and inexpensive method. In addition, efforts are being made to reduce the workload of judicial bodies through these delegations. However, with the development of the consumer law and the parallel expansion of the consumer transaction concept, the workload of these delegations can also increase. For this reason, it is important that the parties can make an in-court settlement in the meaning of Code of Civil Procedure (CCP) before the consumer arbitration committee (CCP, Article 313 et seq.). Since settlement ends in the trial without any further processing (CCP 315/1). Therefore, it becomes unnecessary to continue the investigation in settlement. This, in turn, has a positive effect on the workload intensity of courts and consumer referees. On the other hand, ending the dispute between the parties through settlement has some advantages compared to the decision of a court or consumer arbitration panel on the dispute. First of all, they will be able to protect their social relations if they negotiate settlement. In addition, the parties; the parties to the amendment of the claim and the defense are not subject to the prohibition of the amendment of the claim and defense, may include the non-litigation matters, decide on the rights-based solutions as well as the benefit-based solutions, and the third party may provide the participation of the people (CCP m 313/4). For all these reasons, therefore, it is important that consumer referee delegations cannot be made peaceful and that this issue needs to be clarified.

Consumer Arbitration Committee, Settlement, Arbitration.

1. Genel Olarak Sulh

Sulh, aralarında hukuki bir ilişkiden kaynaklanan uyuşmazlık ya da tereddüt bulunan tarafların, bu uyuşmazlık ya da tereddüde karşılıklı fedakarlık yoluyla son verdikleri sözleşmedir1 . Bu tanımdan anlaşılacağı üzere geçerli bir sulh sözleşmesinin varlığından bahsedebilmek için şu üç koşulun varlığı gerekir2 : 1) Taraflar arasında bir hukuki ilişki olmalıdır. 2) Bu hukuki ilişkiden kaynaklanan bir uyuşmazlık ya da şüphe hali bulunmalıdır. 3) Taraflar aralarındaki uyuşmazlık ya da tereddüde karşılıklı fedakarlık yoluyla son vermelidir. Buna göre taraflardan yalnızca birinin fedakarlıkta bulunduğu ya da evvelinde bir hukuki ilişki yer almayan soyut borç ikrarı gibi işlemler sulh sözleşmesine vücut vermez. Yine taraflar arasında bir uyuşmazlık ya da tereddüt yoksa geçerli bir sulh sözleşmesinin varlığından bahsedilemez.

Sulh sözleşmesi dava dışında yapılabileceği gibi dava sırasında da yapılabilir. Doktrinde dava dışında yapılan sulh sözleşmesi mahkeme dışı sulh, dava sırasında yapılan ise mahkeme içi sulh olarak adlandırılmaktadır3 . Geçerli bir mahkeme içi sulh sözleşmesinin varlığı için; bir mahkeme huzurunda görülen davanın bulunması gerekir (HMK m. 313 vd.). HMK görülmekte olan bir dava sırasında yapılan sulhü düzenlemiş ve bu sulhe yargılama hukuku bakımından bazı sonuçlar bağlamıştır. Buna göre, mahkeme içi sulh ilgili bulunduğu davayı sona erdirir ve kesin hüküm gibi sonuç doğurur (HMK m. 315/1). Sulh halinde, taraflar talep ederse sulh sözleşmesine göre tarafların talebi bulunmazsa karar verilmesine yer olmadığı kararı verilir (HMK m. 315/1). Belirtmek gerekir ki, taraflar ancak üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri uyuşmazlıkları konu olan davalarda sulh olabilir (HMK m. 313/2).

Sulh yalnızca ilk derece mahkemesi önünde değil bölge adliye mahkemesi önünde de yapılabilir. Ayrıca dava temyiz aşamasındayken de tarafların sulh olması mümkündür. Yani hüküm kesinleşinceye kadar davaya sulh yoluyla son verilebilir (HMK m. 314). Bir sözleşme olduğu için sulh şarta bağlı olarak da yapılabilir (HMK m. 313/4). Fakat bu durumda sulhe göre karar verilemeyeceği kabul edilmektedir4 . Sulhün kapsamına dava konusu dışındaki hususlar dahil edilebileceği gibi, sözleşmeye üçüncü bir kişinin katılımı da mümkündür (HMK m. 313/3)5 . Yine bir sözleşme olmasının sonucu olarak sulhün, irade sakatlığı ve aşırı yararlanma nedeni ile iptali talep edilebilir (HMK m. 315/2).

Davaya sulh ile son verilmesi halinde sulhün içeriğine karşı kanun yoluna başvurulamaz. Çünkü bu durumda mahkemenin gerçekleştirdiği bir yargılama faaliyeti yoktur. Tarafların karşılıklı anlaşması ise kanun yolu incelemesinin konusunu oluşturamaz. Bu nedenle sulhe karşı yalnızca usul hukukuna dayanan nedenlerle kanun yoluna başvurulabilir6 .

Tarafların mahkeme huzurunda akdettikleri sulh sözleşmesi ilam mahiyetinde bir belgedir ve bu belge ile ilamlı icra yoluna başvurulabilir (İİK m. 38, İİK m. 24).

2. Tüketici Hakem Heyeti Önünde Sulh Yapılabilir mi?

Tüketici hukuku mevzuatında, tüketici hakem heyeti önünde sulh yapılıp yapılamayacağına ilişkin doğrudan bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle, tüketici hakem heyetleri önünde, HMK m. 313 ve İİK m. 38 anlamında sulh yapılmasının mümkün olup olmadığı ele alınırken şu iki temel husus üzerinde durulmalıdır: 1) Tüketici hakem heyetleri bir mahkeme veya HMK anlamında bir tahkim organı mıdır? 2) Tüketici hakem heyetlerinin gerçekleştirdiği faaliyet bir dava olarak adlandırılabilir mi? Tüketici hakem heyetleri önünde sulhün mümkün olup olmadığı araştırılırken bu iki husus üzerinde durulmalıdır, çünkü -yukarıda da değindiğimiz gibi- mahkeme huzurunda görülmekte olan bir davanın varlığı, HMK m. 313 ve devamı anlamında sulh yapılabilmesi için zorunludur. Ayrıca HMK m. 434’e göre tahkim yargılaması sırasında da sulh yapılabilmektedir.

Tüketici hakem heyetlerinin bir mahkeme olmadığı açıktır7 . Heyet üyelerinin hakîm olmaması hatta heyete üye olabilmek için hukukçu olma zorunluluğunun bulunmaması bunu göstermektedir. Üstelik bu heyetler Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na bağlıdır. Anayasa Mahkemesi de bir kararında, tüketici hakem heyetlerini mahkeme olarak kabul etmemiş ve bu nedenle heyetlerin somut norm denetimi yoluna başvuramayacağını kabul etmiştir8 .

Diğer yandan, tüketici hakem heyetlerinin HMK’daki anlamıyla bir ihtiyari tahkim organı olmadığı da açıktır. HMK’da düzenlenmiş olan ihtiyari tahkime -adından da anlaşılacağı üzere- başvuru zorunluluğu yoktur. Ayrıca tahkim yönteminin temelinde yatan, taraf iradelerine verilen önem gereği ihtiyari tahkimde taraflar; yargılama usulünü, esasa uygulanacak hukuku ve hakemleri seçebilmektedirler (HMK m. 412, HMK m. 416, HMK m. 424). Bu özelliklerin hiçbiri tüketici hakem heyetleri bakımından mevcut değildir. Buna paralel olarak doktrinde, tüketici hakem heyetlerinin bir mecburi tahkim organı olduğu ileri sürülmektedir9 . Bu bağlamda, bir görüşe göre, tüketici hakem heyeti önündeki yargılamaya HMK’nın tahkime ilişkin hükümlerinin kıyasen uygulanması gerekir10 . Bu sonuç, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un gereğidir. 6502 sayılı TKHK m. 83/1’e göre TKHK’da hüküm bulunmayan hallerde genel hükümler uygulanır. Tahkim ile ilgili genel hükümler ise HMK m. 407-444 arasında düzenlenmiştir. Buna göre HMK m. 434 gereği tüketici hakem heyeti önünde sulh olunması mümkündür11 .

Kanaatimizce tüketici hakem heyetlerini bir mecburi tahkim organı olarak nitelesek dahi bu heyetlerin görev alanına giren konularda HMK’nın tahkime ilişkin hükümlerini kıyasen uygulamak doğru olmaz12 . Çünkü yukarıda da açıklandığı gibi ihtiyari tahkime temel özelliklerini veren olanakların hiçbiri tüketici hakem heyetleri bakımından geçerli değildir. Her iki faaliyetin tahkim” olarak nitelendirilmesi HMK’nın ilgili hükümlerinin tüketici hakem heyetleri bakımından kıyasen uygulanması için yeterli bir gerekçe değildir. Hakkında hüküm bulunmayan bir konuda başka bir kanun hükmünü uygulamak için her iki kanunun koruma altına aldığı veya düzenlediği hukuki değer ya da alanın bazı temel ortak niteliklere sahip olması gerekir. Tüketici hakem heyetleri ile HMK’da düzenlenen ihtiyari tahkim bakımından ise bu ortak niteliklerin bulunmadığı açıktır.

Yukarıda sorduğumuz ikinci soruya gelirsek, tüketici hakem heyeti önünde gerçekleştirilen faaliyetin dava benzeri bir faaliyet olarak kabul edilmesi gerektiğini düşünüyoruz13 . Bu görüşümüzü temellendirebilmek için öncelikle davanın ne anlama geldiği kısaca açıklanmalıdır. Genel bir tanımla dava, aralarında belirli bir konuda uyuşmazlık bulunan tarafların bu hususta yargı organlarından nihai hukuki himaye talep etmesidir14 . Nihai hukuki himayeden anlaşılması gereken, başvurulan yargı organının vereceği karar ile uyuşmazlığın temelli ve bağlayıcı olarak ortadan kalkmasıdır15 . Bu tanım ışığında konuya bakmak gerekirse, tüketici hakem heyetlerine başvurunun, taraflar arasında gerçekleşmiş maddi hukuka ilişkin sübjektif bir hak ihlali iddiasına -bir uyuşmazlığa- dayandığı açıktır. Tüketici hakem heyeti bu iddia ile ilgili bir karar vermekte ve bu karar ilam mahiyetinde bir belge olarak kabul edilmektedir (TKHK m. 70/2). Karara karşı, tüketici mahkemesine itiraz edilmiş olması kural olarak kararın icrasını durdurmamaktadır (TKHK m. 70/3). Ayrıca parasal açıdan belirli sınırların altındaki tüketici uyuşmazlıkları bakımından tüketici mahkemesinde dava açılamamakta, önce tüketici hakem heyetine başvurulması gerekmektedir (TKHK m. 68/1). Yani heyet bu uyuşmazlıklar bakımından normal bir mahkemeye benzer şekilde “görevli merci” statüsündedir. Ayrıca heyet, yapılan başvuruları sonuçlandırırken uyuşmazlığa ilişkin maddi hukuk kurallarını uygulamaktadır. Üstelik tüketici hakem heyetinin tarafları dinleme ve teknik konularda bilirkişi görevlendirme yetkisi bulunmaktadır (THHY m. 18 ve m. 19) Bu nedenler dolayısıyla, tüketici hakem heyetinin gerçekleştirdiği faaliyeti dava benzeri bir faaliyet, kendine özgü bir yargılama olarak adlandırabiliriz16 .

Buraya kadar yaptığımız değerlendirmelerden çıkan sonuç, tüketici hakem heyetlerinin bir mahkeme olarak kabul edilemeyeceği fakat bu heyetlerin gerçekleştirdiği faaliyetin birçok açıdan normal bir dava ile ortak özellikler taşıdığıdır. Buna göre tüketici hakem heyetleri, yapılan başvuru üzerine taraflar arasındaki uyuşmazlık ile ilgili kendine özgü bir yargılama yapmakta, bu uyuşmazlık hakkında bağlayıcı ve nihai bir karar vermektedir. Tüketici hakem heyetleri tarafından gerçekleştirilen faaliyetin yargılama olarak adlandırılması, bu heyetlerin uyuşmazlık çözümünde hangi usul kurallarını uygulayacağı bakımından önemli sonuçlar doğurur. Buna göre, tüketici hakem heyetleri önüne gelen bir uyuşmazlık çözümlenirken HMK’nın yargılamaya ilişkin kuralları bu heyetlerin kuruluş amacı ve niteliği ile çatışmadığı sürece kıyasen uygulanabilir17 . TKHK m. 83/1’de genel hükümlere yapılan atıf da bu görüşü destekler mahiyettedir. Tarafların tüketici hakem heyeti önünde sulh olması ise bu heyetlerin kuruluş amacı ve niteliği ile çatışmamaktadır. Küçük çaptaki uyuşmazlıkların usul ekonomisine en uygun şekilde çözümlenmesi ve yargının iş yükünü hafifletme amacı güden tüketici hakem heyetleri önündeki yargılamaya sulh ile son verilmesi, bu amaçların daha iyi bir şekilde yerine getirilmesini sağlar18 .