Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 
Kararlarında Suçsuzluk Karinesi

Presumption of Innocence in Decisions of European Court of Human Rights

Muhammed Sefa ÇETİN

Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde, hatta bazı hallerde muhakemenin nihayete erdirilmesinden sonra da cari olan “suçsuzluk karinesi”, bir ceza normunda yer alan koşul vakıalar ile itham edilen kişinin, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılması anlamına gelmektedir. İlk defa 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 9. maddesinde tutukluluk ile ilgili olarak geçen bu ilke, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m. 11, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m. 6/2, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m. 38/4 gibi hükümlerle de pozitif hukukta yerini almıştır. Çalışmamızda, hukukun genel ilkeleri ve ceza muhakemesi ilkeleri arasında amiral gemi mahiyetinde olan ve adil yargılanma hakkının tezahürü sayılan suçsuzluk karinesi, İHAS m. 6/2 bağlamında incelenecek olup, ilkenin tanımında geçen isnat kavramı, karinenin anlamı ve uygulama alanı konuları İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları da eklenerek nazari boyutta ele alınacaktır.

Suçsuzluk karinesi ilkesinin ihlali sadece ceza muhakemesi sürecini yürüten kamu organları tarafından değil, ceza muhakemesi sürecinin yürütülmesi ile ilgili olmayan diğer devlet yetkilileri ve kitle iletişim araçları yoluyla basın tarafından da gerçekleştirilebilmektedir. Bu bağlamda dış müdahalelerin suçsuzluk karinesine etkisi de İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları ışığında ayrıca incelenecektir. Suçsuzluk karinesi, “in dubio pro reo” olarak ifade edilen ve sadece kovuşturma evresini kapsayan şüpheden sanık yararlanır ilkesinden farklı olarak soruşturma evresinde de geçerli olan bir ilkedir. Cumhuriyet Savcısı’nın soruşturma sonucunda iddianame tanzim etmesi için aranan koşul olan yeterli şüphe mefhumu ve literalist bağlamda iddianamede kullanılan dil özelinde, suçsuzluk karinesinin incelenmesi de, çalışmamızın bir diğer konusunu oluşturmaktadır.

İnsan Hakları, Adil Yargılanma Hakkı, Suçsuzluk Karinesi, Ceza Muhakemesi, Cumhuriyet Savcısı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi.

The “presumption of innocence” which is valid during the investigation and prosecution phases, moreover in some cases even after the judgment is concluded, means a person who is accused of the facts given under a punishment norm is considered as innocent until guilt is proven. This principle, which was expressed for the first time in article 9 of French Declaration of Rights of Man and the Citizen of 1789 with regards to detention, took place in positive law with article 11 of the Universal Declaration of Human Rights, article 6/2 of the European Convention of Human Rights and article 38/4 of Turkish Republic Constitution. In our study, presumption of innocence which is admiral ship in nature among the principles of criminal procedures and general principles of the law and which is regarded as appearance of right to a fair trial, will be perused within the context of article 6/2 of the European Convention of Human Rights and allegation concept expressed under the definition of the principle, meaning and application field subjects of the presumption will be considered theoretically by adding decisions of European Court of Human Rights.

Violation of presumption of innocence principle may be made not only by public bodies who execute the criminal procedure proceedings but also by other state authorities and by press via the mass media who are not in connection with the execution of the criminal procedure proceedings. Within this context, effects of the interventions from outside will be reviewed within the light of the decisions of European Court of Human Rights additionally. Presumption of innocence is a principle also valid at the investigation phase different from the principle of “accused benefits from the doubt only covering the investigation phase” which is expressed as “in dubio pro reo”. The reasonable suspicion concept which is a condition for a Public Prosecutor to prepare an indictment at the end of the investigation and review of the presumption of innocence specific to language used in the indictment within literalistic context are comprising the other subjects of our paper.

Human Rights, Right to Fair Trial, Presumption of Innocence, Criminal Procedures, Public Prosecutor, European Convention of Human Rights, European Court of Human Rights.

I. Giriş

İnsan hakları, hem Anayasa hem uluslararası hukuk alanları ile ilişkili olan bir kavramdır. Devlet iktidarını kullanan organlara karşı, temel hakların ve hürriyetlerin korunması noktasında kişilerin güvencesi olan insan hakları, aynı zamanda insan kişiliğinin gelişiminin de teminatıdır. Her ne kadar pozitif metinlerde yer alsa da, insan hakları kavramı anlam olarak normatif olma özelliğini haizdir.1 Katı kültürel izafiyetçilik iddiasını dışlayan evrensel insan hakları, ideal standartlar olarak kabul görmektedir. İnsan haklarına ideal standart olarak yaklaşmak doğal olarak bu hakların evrenselliğini sonuçlamaktadır. Devletler, insan haklarını ihtiva eden normlara bağlılığını, uluslararası sözleşmelere katılmak suretiyle ifade etmektedirler.2

20. yüzyılın getirdiği en önemli gelişme, bireyin ulusal hukuk sahasından taşarak, uluslararası hukuk öznesi haline gelmesidir. Nitekim, İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı acı tecrübeler, insan haklarına saygılı uluslararası bir düzenin kurulması açısından dönüm noktası olmuştur.3

Batı Avrupa ülkelerinden bazılarının (Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, İngiltere, Danimarka, Norveç, İrlanda, İtalya ve İsveç), 05.05.1949 tarihinde, Londra’da toplanarak Avrupa Konseyi Statüsü’nü imzalamasıyla kurulan Avrupa Konseyi, İkinci Dünya Savaşı sonrası insan haklarına bağlı uluslararası düzenin kurulması amacının gerçekleştirilmesine yönelik atılan bir adımdır. Türkiye’de 08.08.1949 tarihinden itibaren, demokratik rejimi insan haklarının korunmasının ön şartı (conditio sine quo non) olarak gören Avrupa Konseyi’ne üye olmuştur.4

Avrupa Konseyi’nin ilk icraatlarından biri, 03.09.1952 tarihinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi olarak anılan İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesini yürürlüğe koymak olmuştur. Akabinde, insan haklarının güvencelenmesi amacıyla Sözleşmenin denetim sistemi kurulmuş ve süreç içerisinde Sözleşme kapsamını genişleten ek protokoller kabul edilmiştir. Türkiye, İHAS’a 18.05.1954 tarihinde taraf olmuştur. Ancak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin yargı yetkisi 22.01.1990 tarihinden itibaren kabul edilmiştir.5 İHAS’ı önemli yapan kritik durum, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden yola çıkarak güvencelediği temel hakların ve hürriyetlerin, sadece lafzi olarak sayılmasından öte, “ortak güvence” sistemi temelinde uluslararası yargısal denetim mekanizmasına kavuşturulmasıdır.6

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6’ncı maddesi genel olarak adil yargılanma hakkını tanımlamaktadır. Sözleşmenin 6’ncı maddesi muhteva itibarıyla pek çok hakkı ve ilkeyi içermektedir. Maddenin koruma şemsiyesi altına aldığı hakların hepsi, Sözleşme sistematiğinde kilit rol oynamaktadır.7 İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine göre; “adil yargılanma hakkının demokratik toplumda teşkil ettiği önem, bu hakkın korunmasının denetimi açısından, Mahkemeyi, muhakemede yapılan usuli işlemlerin incelenmesine götürmektedir.” (Pretto v. Italy, 08.12.1983, Ser. A, No: 71, 6 EHRR 182, paragraf 22).8

İHAS’ın 6’ncı maddesinin ikinci fıkrasında bir ceza normunda yer alan koşul vakıalar ile itham edilen kişinin, yani suç isnadı altında olanın, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılması anlamına gelen “suçsuzluk karinesi”9 ilkesi, adil yargılanma hakkının bir parçası olarak düzenlenmiştir. Nitekim İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m. 6/2; “bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.” şeklindedir. Aynı zamanda hukuk devletinin bir gereğini de oluşturan bu ilkeye göre; bir kişinin suçluluğunun ispatı kesinleşmiş yargı kararıyla yapılana kadar, kişi suçsuz sayılacaktır. Anayasa’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrası da İHAS m. 6/2 hükmüne benzer şekilde; “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” demektedir.10 Suçsuzluk karinesi, kişinin mahkûmiyetinin kesinleşmesine kadar, suçlu olarak addedilmemesini güvence altına alır. Suçsuzluk karinesi, kişi hakkında olduğu düşünülen şüpheye binaen soruşturma işlemlerinin yapılmasını engellemez.11 Suçsuzluk karinesi, mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesine kadar, kişinin suçlu olarak nitelendirilmemesini ve lekelenmemesini ifade etmektedir. Zira medeni yargılamada geçerli olan, iddia eden süjenin iddia konusu olguyu ispatlaması gerektiğine yönelik kural, ceza muhakemesinde geçerli değildir. Ceza muhakemesinde şüphelinin veya sanığın suçsuzluğunu ispat etme yükümlülüğünün olmamasının nedeni, maddi gerçeği araştırma ilkesi ve vicdani delil sisteminin geçerli olmasıdır.12

II. Suçsuzluk Karinesi

Suç isnadıyla beraber başlayan ve ceza muhakemesinde belirli aşamaların sonlandırılmasına kadar da geçerli olan suçsuzluk karinesinin tanımı, tanımın içerisinde geçen isnat kavramı, karinenin ifade ettiği anlam ve suçsuzluk karinesinin cari olduğu saha hususlarının, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları ışığında irdelenmesi, karinenin anlaşılması açısından aydınlatıcı olacaktır.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6’ncı maddesinin ikinci fıkrası; “kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır” şeklindedir. Yine 1982 Anayasası’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrası da, “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” hükmüne yer vermektedir.13 Ayrıca Anayasa’nın 15’inci maddesinin dördüncü fıkrasında suçsuzluk karinesi; savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde dahi dokunulması mümkün olmayan, çekirdek haklar çemberi içerisinde zikredilmiştir. Böylelikle şüphelilerin ve sanıkların suçluluğu ispatlanıncaya kadar suçsuz oldukları kabul edilmiştir.14

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda, suçsuzluk karinesi ilkesi açıkça ve doğrudan düzenlenmemiştir. Ancak CMK m. 223/5 hükmünde mahkûmiyet kararının; ancak, “yüklenen suçun sabit olması halinde” verileceği ve m. 223/1-e hükmünde, “yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde” beraat kararı verileceği düzenlemeleri, suçsuzluk karinesinin tezahürü olarak görülmelidir. Aynı zamanda CMK m. 217 gereğince, ceza muhakemesinde vicdani delil sisteminin cari olması ile hâkimin kararını, ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilmesi anlamına gelen delillerin doğrudan doğruyalığı ilkesi de, suçsuzluk karinesinin zımni olarak barındığı hükümlerdir.15

İHAS m. 6/2’de öngörülen suçsuzluk karinesi, suç isnadı altında olan kişiler bakımından Sözleşmenin 6’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının mihenk taşını oluşturmaktadır. Sözleşmenin 6’ncı maddesinin ilk fıkrası gerek hukuk yargılamalarında gerek ceza yargılamalarında geçerli olduğu halde, 6’ncı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen suçsuzluk karinesi ekseriyetle ceza muhakemesi açısından geçerlidir. “Sözleşme hükmünün lafzından da anlaşılabileceği üzere karine ancak bir suçlamanın olduğu durumlarda yani suç davalarında geçerlidir.” (Deweer v. Belçika, 27.02.1980, A 35, § 30; Öztürk v. Almanya, 21.02.1984, A 73, § 47; Agosi v. İngiltere, 27.10.1986, A 108, § 63).16 Ancak bu ilke, cezai olarak kabul edilen hukuk davaları için de caridir.17 Bu bağlamda, suçsuzluk karinesi, ceza muhakemesinde suç isnadı okunun yöneltildiği kişinin, suçun sübutuna yönelik adil yargılanma ilkesinin asgari şartlarını ihtiva eden yargılama sonucunda kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadan, suçlu sayılmaması ve bu duruma göre muamele görmesi gerektiğini ifade etmektedir. Suçsuzluk karinesi gereğince, kişinin suçlu sayılabilmesi için her türlü şüphenin bertaraf edilerek oluşturulan mahkûmiyet kararı gereklidir. “Yasal olarak sabit olma kavramı, sözleşmeyi uygulayan mahkeme tarafından, koşulsuz şartsız iç hukuka bırakılan bir mefhum olarak kabul edilmemektedir.” (Salabiaku v. Fransa, 07.10.1988, A 141-a).18

Suçsuzluk karinesi ilkesinin amacı, suç ithamı altında olan kişi ile ilk teması kuran resmi makamların, muhakemenin sonunda kişinin suçsuz olarak nitelendirilebileceğini düşünerek, kişi hakkında suçlayıcı davranışlar sergilemelerinin önüne geçmektir.19 Muhakemede daha derine inilerek sona yaklaştıkça, delillerin kolektif olarak ortaya konulmasıyla, suçsuzluk karinesinin yarattığı etki zayıflayacak ve suçun sübutuna yönelik şüphe kalmadığında ise karine tamamen eriyecektir.20

İHAM’a göre; “sanığın suçluluğu yasal olarak saptanmadan önce ve özellikle kendisinin savunma haklarını kullanma hakkına sahip olmadan onun suçlu olduğu hissini telkin eden bir adli karar, suçsuzluk karinesinin ihlalidir.” (Minelli v. İsviçre, 25.03.1983, Başvuru Numarası: 8660/79).21

Suçsuzluk karinesi, iç hukuk tarafından fiili veya hukuki karinelerin oluşturulmasına engel değildir. Fakat devletler söz konusu karineleri kabul ederken belirli hususlara dikkat etmelidir. Kişi haklarına getirilecek sınırlamaların ağırlığı, ölçülülüğü dikkate alınmalı, mahkûmiyet kararının verilebilmesi için, şüphenin tamamen yenilmesi, kişinin savunma hakkının korunması gerekmektedir.22 Mahkemeye göre; “Hukukun benimsenebilir sınırları içerisinde olmak suretiyle ve sanığın savunma hakkına tam olarak riayet edilmesi şartıyla, bazı durumlarda yasanın gerçekleşen fiil nedeniyle karinelere yer vermesi sözleşmenin 6/2 maddesini ihlal eder mahiyette değildir. Sanığın kendisine başkalarının teslim ettiğini ifade ettiği dolu sandığın içerisinden miktar olarak çok fazla olan uyuşturucu madde çıkmıştır. Sanık hakkında yasa dışı yollardan uyuşturucu maddeleri yurda sokmaktan, gümrük kaçakçılığından davalar açılmıştır. Ceza Mahkemesi’ndeki yargılama sonucunda sanık, yasaklanan uyuşturucu maddeleri bulundurmaktan mahkum edilmiş, diğer suçlardan aklanmıştır. Mahkumiyet kararı uyuşturucu maddeyi bulundurmanın yasal açıdan bir sorumluluk karinesi oluşturduğu gerekçesine dayandırılmıştır. Başvurucuya zilyetliğindeki uyuşturucu maddeyi zorlayıcı nedenlerle bulundurduğunu kanıtlama olanağının tanınmış olması ve bu konularda Fransız Mahkemeleri’nin takdir yetkilerinin olması nedeniyle, olayda masumluk karinesinin ihlal edilmediği tespit edilmiştir.” (Salabiaku v. Fransa, 1988, Başvuru Numarası: 10519/83).23

İHAM’a göre; “sanığın suçlu olduğu delillerle ispat edilmeden ve özellikle savunma hakları tam olarak kullandırılmadan verilen kararlarda kişinin suçlu olduğu görüşünün yansıtılması masumiyet karinesini ihlal edici mahiyettedir. Kararın açıkça kişiyi suçlu olarak nitelemesi gerekmez. Mahkemenin gerekçesinde sanığı suçlu olarak gördüğü anlamına gelebilecek ifadeler kullanması yeterlidir.” (Minelli v. İsviçre, 25.03.1983, Başvuru Numarası: 8660/79).24 Şunu belirtmek isteriz ki, Mahkemenin söz konusu bu kararları gereğince, kovuşturma aşamasında yerel mahkeme mahkûmiyet kararı verecekse, şüpheyi tamamen bertaraf etmeli, şüphenin savılmasında gerçekleştiği iddia edilen vakıaları delillerle ilişkilendirmeli, delilleri kolektif olarak, çelişmeli muhakeme ilkesi ışığında tartışmalı ve tüm bu hususları ihtiva eden bir mahkûmiyet kararı vermelidir. Mahkeme; “duruşma sırasında görevini yaparken dinlenen tanığa yöneltilecek soru konusunda, avukatla yargıçlar arasında çıkan tartışma nedeniyle avukatın aynı mahkeme tarafından cezalandırılmasına karar verilmesini 6/2 maddeyle bağdaşmaz bulmuştur.” (Kyprianou v. Kıbrıs, 15.12.2005, Başvuru Numarası: 73797/01).25 Görüldüğü üzere, Mahkemeye göre; çelişmeli muhakeme ilkesi ve savunma hakkı Sözleşmenin 6/2 maddesi ile bağlantılı hususlardır.

Karine, kişi hakkında şüphenin dile getirilmesini veya söz konusu şüphe ile orantılı çeşitli tedbirlere başvurulmasını engellemez. Suçsuzluk karinesi ilkesi bu bakımdan orantılılık ilkesi ile bağlantılıdır. Örneğin, Sözleşmenin 5’inci maddesinde yer alan şartlar varsa kişinin tutuklanması, karineyi ihlal etmez. Ancak tutuklama koruma tedbiri, bir ön cezaymış gibi düşünülerek uzatılırsa, orantılılık ilkesi zarar görür ve bu durum suçsuzluk karinesinin ihlali sonucunu doğurur.26