Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

AİHM ve Anayasa Mahkemesi İçtihatları
 Işığında Çevrenin Korunmasında 
Devletin Pozitif Yükümlülükleri(*)

Positive Obligations of the State on Protecting Environment in the
 Light of Case Law of the ECtHR and the Constitutional Court

Dilara YÜZER ELTİMUR

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya çapında hızlı endüstriyel gelişme, kentleşme ve nüfus artışı gibi nedenlere bağlı olarak toplumsal, siyasal ve hukuki platformda çevrenin korunması önemli bir sorun olmuştur. Çevresel zararların insan yaşamını tehdit eden bir unsur olduğunun anlaşılması üzerine, insanların sağlıklı bir çevrede yaşama talepleri devlete karşı ileri sürülmeye başlanmıştır. Bu bağlamda çevresel zararların önlenmesi için devlet tarafından alınması gerekli tedbirler pozitif yükümlülükleri gündeme getirmiştir.

AİHS’te çevrenin korunmasına ilişkin sarih bir düzenleme mevcut değildir. Fakat AİHM pozitif yükümlülük doktrinini kullanarak çevrenin korunmasına ilişkin devletin yükümlülüklerini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede en yoğun içtihat birikiminin ise AİHS’in 8. maddesi kapsamında olduğu görülmektedir. Bu sebeple çalışmamızda AİHS’in 8. maddesi çerçevesinde ve konu ile ilgili AİHM ve Anayasa Mahkemesi içtihatları ışığında çevrenin korunmasında devletin pozitif yükümlülükleri incelenecektir.

Çevre, Çevrenin Korunması, Pozitif Yükümlülük Doktrini, Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Hakkı, Maddi ve Manevi Bütünlük, AİHM, AİHS.

Following the second half of the 20th century, protection of the environment on social, political and legal basis has become an important issue due to worldwide rapid industrial development, urbanization and population growth and so on. Since it became clear that environmental degradation is a threat to human life, people’s demands to live in a healthy environment began to challenge states. In this regard, it became a prominent topic that states need to take measures to prevent environmental damage as their positive obligations.

The ECHR does not have a direct regulation on protection of the environment. However, the ECtHR dictates the obligation of protecting the environment to the states by using the positive obligation doctrine. In this context, most of the precedent is about Article 8 of the ECHR. Therefore, in this study the positive obligations of states on protection of the environment will be examined in the light of Article 8 of the ECHR with the relevant case law of the ECtHR and the Constitutional Court.

Environment, Protection of the Environment, Positive Obligation Doctrine, Right to Respect for Private and Family Life, Physical and Psychological Integrity. ECHR, ECtHR.

Giriş

Çevrenin korunması, dünya çapındaki hızlı endüstriyel gelişme, kentleşme ve nüfus artışı gibi nedenlere dayalı olarak, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, hem toplumsal hem hukuki platformda önemli bir sorun kaynağı teşkil etmiştir. Dolayısıyla çevresel sorunların sebepleri ve önlenmesi için devlet tarafından alınması gerekli tedbirler yoğun tartışmalara konu olmuştur. Çevresel bozulmaların insan yaşamını tehdit eden bir unsur olduğunun anlaşılması üzerine, insanların sağlıklı bir çevrede yaşama talepleri devlete karşı ileri sürülmeye başlanmıştır. Bu taleplerin demokratik toplumlarda karşılık bulmasının sonucu olarak, çevrenin korunmasına ilişkin düzenlemeler, gerek ulusal gerek uluslararası hukuki metinlerde yerini almaya başlamış ve içtihatlara yansımıştır.

İçtihadi gelişmeler doğrultusunda pozitif yükümlülük doktrinin yerleşik hale gelmesi sonucu devlete çevreyi koruma ödevi yüklenmiştir. Bu bağlamda ülkemizde, hem AİHS’in 8’inci maddesi hem Anayasanın 17’nci, 20’nci, 21’inci maddeleri çerçevesinde her gün daha da önem kazanan konulardan birini çevrenin korunması teşkil etmektedir.

Çevrenin korunması, doğanın varlığına dokunulmamasını, doğallığının ve sağlığının bozulmamasını gerektirir. Çevre kavramından hareketle insanın da çevreye dahil bir varlık olduğu gözetildiğinde, çevreye yapılacak müdahalelerde insanın da doğrudan etkileneceği açıktır. Gerek özel kişiler gerek kamu otoriteler tarafından verilen çevresel zararlar sonucu kişilerin sağlıklı çevrede yaşama imkânları ve dolayısıyla maddi ve manevi bütünlükleri etkilenebilmektedir.

AİHS’te çevrenin korunmasına ilişkin bir hüküm mevcut olmasa da AİHM, son gelişmeler ve güncel içtihatları doğrultusunda çevrenin korunmasını, pozitif yükümlülük doktrinini uygulaması sonucu en yoğun şekilde 8’inci madde kapsamında değerlendirmektedir. Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru yolunda verdiği kararlarda AİHM’in bu yöndeki kararlarına sıkça atıf yapmakta ve maddi ve manevi bütünlüğün korunması bağlamında devletin pozitif yükümlülüklerine işaret etmektedir. Bu sebeple çalışmamızda, çevrenin bir öğesi olarak insanın 8’inci madde kapsamında korunan hukuki menfaatleri, devletin pozitif yükümlülükleri ekseninde incelenecektir.

I. Çevre Kavramı

Çevre sorunları modern toplumun sosyal, ekonomik, kültürel ilişkileri ile iç içe geçmesi nedeniyle pek çok bilim dalını (fizik, kimya, biyoloji) ve disiplini (uluslararası hukuk, anayasa hukuku, idare hukuku, ceza hukuku, medeni hukuk) ilgilendirmektedir1 . Dolayısıyla, çevre kavramı konusunda tüm disiplinlerin üzerinde uzlaştığı yerleşmiş belirgin bir tanım bulmak güçtür2 . Dolayısıyla kavram çok çeşitli öğeleri içinde barındırdığından farklı tanım denemelerine konu olmuştur3 . Bunun nedenlerinin başında ise, çevrenin kapsamının genişliği gelmektedir4 . Çevre kavramının genişliği gerçeğini Einstein“Ben olmayan her şey çevredir” sözüyle vurgulamıştır5 . Kavramın bu özeliğine rağmen, yine de bir çevre tanımı yapılacak olursa, en genel ifadeyle çevre; insanların ve diğer tüm canlıların içinde yaşadığı, birbirleriyle iletişim kurduğu, sosyal, kültürel, ekonomik ve fiziksel ortam olarak tanımlanabilir. Ancak kavram bu çalışmada çok yönlü anlamıyla değil; insanların ve diğer tüm canlıların içinde yaşadığı fiziksel mekân anlamında kullanılacaktır. Fiziksel çevre bu anlamıyla, insanların ve diğer tüm canlıların içinde yaşadığı dış tesislerin tümünü temsil etmektedir6 . Çevre, içinde insan varsa bir anlam taşıdığından7 çevre kavramını da insana dönük şekilde yorumlamak yanlış olmayacaktır.

2872 sayılı Çevre Kanununun, 5491 sayılı Kanunla değişik 2’nci maddesinde çevre; “Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam” şeklinde tanımlanmıştır. Ekolojik yaklaşıma göre çevre, insanoğlu için değil; tek başına bir değer olarak korunmalıdır8 , dolayısıyla bu yaklaşım insanın doğaya egemen olduğu savını reddetmektedir9 . Fakat günümüzde hâkim olan yaklaşım, insanın doğaya egemen olduğu ve onun menfaatlerinin esas olduğu insan merkezli (antroposantrik) yaklaşımdır10 . Bu açıklamalar ışığında, çevre merkezli ekolojik yaklaşımın yerini, insan sağlığı ve esenliği merkezli, yani insan hakları ile çevrenin korunması arasında bağ kuran anlayışa bıraktığı görülmektedir11 . İnsan merkezli yaklaşımın benimsenmesi sonucu, çevreyi oluşturan değerler tüketilmekte ve dolayısıyla da insanoğlunun yaşam standartları etkilenmektedir12 .

Çevre kavramından hareketle çevrenin korunma konusunun kapsamı; hava, su, toprak, doğal kaynaklar, flora ve faunanın korunması ve korunamamış olan çevrenin olması gereken doğal haline kavuşturulması için gerekli önlemlerin alınmasıdır13 . Çevrenin korunmasının çıkış noktası, insanların yaşamlarını sürdürdüğü alanın sağlığa aykırı müdahalelere uğramasıdır14 . Bu sebeple, çevrenin insan sağlığını içerdiğini15 ve yaşam kalitesinin de çevreyi korumanın moral temeli olduğunu söyleyebiliriz16 . Dolayısıyla da çevre hakkı yoluyla kişilerin yaşam kalitelerinin ve sağlıklarının korunduğu sonucuna ulaşabiliriz17 .

II. Çevrenin Korunmasında Taraflar

Çevrenin korunması çevre hakkının konusu olup, bu hakkın öznesi, günümüz insanları18 ve gelecek nesildir19 . Bu bağlamda günümüz neslinin de gelecek kuşaklara sağlıklı bir çevre bırakma yükümlülüğü bulunmaktadır20 .

Geleneksel hak ayrımında üçüncü kuşak haklardan olan çevre hakkının21 ilk ve en önemli farklılığı hak ve ödev kavramlarının birliktelik göstermesidir22 . Kişiler çevrenin korunması yönünden, hem hak sahibi hem hakkın yükümlüsüdür23 . Çevre hakkının kişiler yönünden hak ve ödev boyutu iç içe geçmiştir. Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip birey aynı zamanda bu çevreden yararlanabilmek için onu korumak ve geliştirmekle de yükümlüdür24 . Bunun sonucu olarak kişisel olarak mağdur olmayanların da hak sahibi olması mümkündür ve devlete kişilerden bağımsız olarak yükümlülük yüklenir. Dolayısıyla çevrenin korunması, çok yönlü bir ilişkinin oluşmasına sebebiyet vermektedir. Nitekim devlet hakkın kullanılmasını engellemeyecek ve bunun için gerekli önemleri alacak; ama aynı zamanda koruma amacıyla hakka sınırlama getirebilecektir25 .

Çevrenin yararlanıcıları insanlar ve insan toplulukları olup26 bunlar aynı zamanda çevrenin korunmasının sorumlularıdır27 . Çevrenin korunmasında bireylerin yanı sıra devletin de yararı vardır28 ; dolayısıyla da kolektif yarardan söz edilebilir. Bu sebeple çevrenin korunmasında devletin, özel ve kamu kuruluşlarının ve bireylerin dayanışma içinde olması gerekmektedir. Fakat çevrenin korunmasında sorumluluğun salt devlete yüklenmesi doğru değildir, sorumluluğu yararlanıcı olarak kişiler de paylaşmaktadır29 . Bununla birlikte, pozitif yükümlülük doktrini çerçevesinde devletin özel kişilerin eylemlerinden koruma yükümlülüğü de göz önünde bulundurulunca, en büyük sorumluluğun yine devlete ait olduğu anlaşılacaktır.

Çevrenin korunması konusu, sadece sakınmacı, bozulmayı engelleyici, muhafaza edici olmaktan öte; iyileştirme ve geliştirme faaliyetlerini de kapsamaktadır30 . Dolayısıyla devletin çevrenin korunmasında pozitif yükümlülükleri geniş kapsamlıdır. Bu yönde AİHM’in çevre konusunda devletin pozitif yükümlülüklerine atıf yaparak sıkça referans aldığı Çevre Konularında Bilgiye Erişim, Karar Alma Sürecinde Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuruya İlişkin Aarhus Sözleşmesinde (ECE/CEP/43)31 de herkesin refahına ve sağlığına uygun bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi korumanın ve geliştirmenin şimdiki ve gelecek nesillerin yararı için bir ödev niteliği taşıdığı belirtilmiştir32 .