Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Objektif İsnadiyet ve Nedensellik

Karl Heinz GÖSSEL,Zehra BAŞER DOĞAN

Objektif isnadiyet teorisi her ne kadar doktrinde hakim görüş olsa da, çokça karşı çıkıldığından eleştirilere maruz kalıp defansa1 geçmiştir; içtihatlarda bu teoriye temel olarak taraftar olunmamıştır. Bu sebepten bu hukuki görüşün kabul edilebilirliğine ilişkin düşüncelerin ortaya konulması gerekliliği doğmuştur.

A. Objektif İsnadiyet Teorisi ve Bu Teori ile İlgili Mevcut Tereddütler

Konusu “objektif unsura isnadiyettir”2 , yani “isnat edilebilir bir davranışın genel objektif özellikleri”nin belirlenmesidir; nedenselliğin bunlar arasında sadece biri olduğu ifade edilir3 . Bu belirleme, farklı basamaklarda, üç aşamadan/adımdan oluşur.

İlk aşamada, suçun unsurları kapsamında, fail olarak cezalandırılması gereken kişi tarafından nedensel bir şekilde gerçekleştirilmiş olan hukuksal değer ihlalinin objektif unsurlarının belirlenmesi gerekir - söz konusu nedensellik, hukuki değer ihlalini bütün unsurları bakımından kapsamalıdır, sadece neticeli suçlar bakımından neticeyi kapsaması yeterli değildir. Bu bağlamda nedenselliğin şart teorisi olarak adlandırılan teoriye göre tespit edilmesi gerekir.

Sonrasında ikinci aşamada, tespit edilen bütün olmazsa olmaz nedensel koşullar arasından, bunları gerçekleştiren ilgili kişiye isnat edilemeyen koşulların süzgeçten geçirilmesi gerekir; bu sayede nedenselliğin ve cezalandırılabilirliğin sınırlanması amaçlanmaktadır. Burada “bir insan davranışı ile gerçekleştirilen haksız netice”, sadece “davranış, hukuken kınanan4 bir neticenin gerçekleşmesi tehlikesi yaratmış ve bu tehlike - üçüncü aşamada - gerçekten de somut olayda netice olarak gerçekleşmişse” “objektif isnat ebilebilir” olarak değerlendirilir.5

a) İlk itiraz daha şart teorisinin uygulanmasına karşı yöneltilmektedir. Buna göre, bilindiği üzere bir koşul, belirli bir netice bakımından, sadece koşul gerçekleşmeseydi netice de gerçekleşmeyecekti denilebiliyorsa, nedenseldir. Burada teorinin sonucu varsayılan veya yoksayılan hipotetik, gerçekte gerçekleşmemiş olan bir olguya bağlı tutulmaktadır - bu aynı zamanda gerçek olayı değil de olası vakaları esas alan uygun sebep teorisine karşı ileri sürülebilen bir eleştiridir. Ancak özellikle Engisch’in 1931 yılında nedensellik hakkında meşhur monografisinde, teorinin, “öncesinde nedensel olduğu ispat edilmesi gerekeni, (zaten) nedensel olarak kabul ettiği”6 itirazı, şart teorisine karşı bir argüman olarak ileri sürülmelidir: “Sadece neden ve netice arasında bir nedensellik bağının bulunduğu biliniyorsa, bu neden olmadan neticenin de gerçekleşmemiş olacağı söylenebilir”7 . Ancak bununla birlikte şart teorisi klasik bir mantık hatası8 barındırmaktadır, bu da zorunlu olarak keyfi sonuçlara yol açmar: Bir hadisenin nedenselliği bir netice bakımından şart koşuluyorsa, bu teoriye göre herhangi bir hadise herhangi bir sonuç için nedensel olarak belirlenebilir. Ancak bu durum, nedenselliğin sınırsız bir şekilde genişletilmesi9 sonucunu doğuracaktır ki bu da şart teorisinin, ceza hukuku sorumluluğunun sınırlanmasına artık izin vermeyeceği ve gelişigüzel sonuçlara yol açacağı anlamına gelir; bu da özellikle, örneğin “yaralama suçu mağdurunun olağandışı fiziksel veya ruhsal yapısı” veya “kaza mağdurunun hastanede ölümüne sebep olacak şekilde tükürüğünün genzine kaçması” gibi atipik nedensel gelişmelerde söz konusu olacaktır10 . Böylece objektif isnadiyet teorisinin temeli de sağlam değildir: Mantık hatası/yanlış çıkarım üzerine bir teori kurulamaz. Şart teorisi hangi yöntemle düzeltilmeye çalışılırsa çalışılsın: önceden Engisch’in dikkat çektiği düşünce kanunlarına aykırılık söz konusudur ve (bu aykırılık) yorum yoluyla da giderilemeyecektir.