Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Yargıtay Kararları

İbrahim BEKTAŞ,Merve İrem YENER

Miras Ortaklığı- Mecburi Dava Arkadaşlığı 
• 26
11. HD, 9.4.2018, E. 2016/9544, K. 2018/2482
Miras ortaklığında elbirliği mülkiyeti söz konusu olduğundan zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Bu nedenle ortaklığın açacağı davalarda bütün ortakların davacı olarak yer alması, ortaklara karşı açılacak konusu para borcu dışındaki davalarda ise davanın bütün ortaklara yöneltilmesi gerekmektedir. 
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Serik 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 07/04/2016 tarih ve 2014/397-2016/165 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı banka vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi M… A… T… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Asıl ve birleşen dava davacıları vekili, müvekkilleri ve davalı E… I…’ın M… I…r’ın mirasçısı olduklarını, murisin 14.02.2008 tarihinde vefat ettiğini, 01.07.2005 tarihinde davalı E… I…’a banka kredi işlemleri ile ilgili vekaletname verdiğini, vekaletin mevduat hesabından para çekme işlemini kapsamadığı halde 60.349 TL murisin hesabından çekildiğini, bankanın gerekli özen ve dikkati göstermediğini ileri sürerek, davacı A... B..., H… I..., F... I… K.., İ… A..., O… I..., M… I... için 5.029,00 TL ayrı ayrı, davacı G… I... için 15.870,00 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı Vakıflar Bankası vekili, terekenin iştirak halinde mülkiyete tabi olduğunu, davacıların miras payları oranında talepte bulunamayacağını, murisin yapılan işlemlere icazet verdiğini savunarak asıl ve birleşen davanın reddini istemiştir.
Davalı E… I…, davanın reddini istemiştir. 
Mahkemece bozma ilamına uyularak tüm dosya kapsamına göre; davalı E… I...’a muris M... I… tarafından 01 Temmuz 2005 tarihinde noterlikten vekaletname verildiği, vekaletnamede para çekme yetkisi olmadığı halde davalı E... I…’ın diğer davalı bankadan para çektiği, davalının vekaletnamesindeki yetkiyi aşarak 50.399,00 TL para çektiği, basiretli bir tacir gibi hareket etmeyerek vekaletnameyi yeterli derecede incelemeyen davalı bankanın da sorumlu olduğu gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kısmen kabulü ile asıl davada12.599,74 TL’nin davacı G… I…’a, 4.199,91’er TL’nin davacılar H... I..., F… I…, İ... A… ve A… B….’a 05/05/2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile ödenmesine, birleşen davanın kabulü ile 4.199,91’er TL’nin M… I… ve O… I…’a dava tarihi olan 02/04/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile ödenmesine karar verilmiştir.
Kararı davalı banka vekili temyiz etmiştir.
1- Davacı taraf, davalı E… I... ile müvekkillerinin, M… I…’ın mirasçısı olduklarını, murisin vefat etmeden önce davalı E… I…’a bankadan kredi çekmesi konusunda vekalet verdiğini, ancak davalı I…’ın yetkisi olmadığı halde murisin mevduat hesabından para çektiğini, bankanın da gerekli özeni göstermediğini ileri sürerek, davacıların miras payları oranında tahsil talebinde bulunmuş, mahkemece dava kabul edilerek davacıların miras payları oranındaki miktarların davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Mahkemece, temyiz incelemesinde Dairemiz 2013/9709 Esas, 2013/23385 Karar sayılı bozma kararına uyulmuş olup, terekeye temsilci atanıp davaya devam edilerek asıl ve birleşen davalar yönünden davacıların miras payları oranındaki miktarların davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Ancak, birden fazla kişilerin birlikte dava açması veya dava edilmesinin zorunlu olduğu hallerde, mecburi dava arkadaşlığından söz edilir. Bu husus, davada mecburi dava arkadaşlarının birlikte hareketini gerektirir. Kural olarak, mecburi dava arkadaşlığında mahkemece verilecek kararın tek ve aynı doğrultuda olması mecburiyeti de vardır. 
İştirak halinde mülkiyette, mülkiyet hakkının tümü aynı anda birden fazla kişiye aittir. İştirak halinde mülkiyette paydaşlar, haklarını ve özellikle ortak mal üzerindeki tasarruf yetkilerini oy birliği ile verecekleri karara göre kullanabilirler. Dava açılması da bu anlamda önemli bir hukuki tasarruf niteliğinde olacağından, paydaşların hep birlikte hareketini zorunlu kılmaktadır. İştirak halinde mülkiyette konusu paradan başka şey olan eda, tespit ve inşai davaların birlikte açılması zorunluluğu vardır.
İştirak halinde mülkiyet hallerinden birisi de miras şirketidir. Miras şirketinden bahsedilebilmesi için murisin terekesi üzerinde mirasçı sıfatına haiz birden fazla kişinin bulunması gereklidir. Miras şirketinin tüzel kişiliği yoktur. Terekeye dahil mal veya haklar üzerinde tüm mirasçılar iştirak halinde maliktir. Bu durum mirasın taksimine kadar devam eder. Mirasçılardan birinin terekedeki mal ve haklara ilişkin olarak yalnızca kendi payı oranında dava açması halinde, böyle bir dava dinlenemez, zira, yalnız başına bir mirasçının iştirak halindeki tereke üzerinde tasarruf ehliyeti yoktur. Bu itibarla, mahkemece davacıların hukuki durumunun yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda değerlendirilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken terekeye sonradan temsilci atanıp, tereke temsilcisi tarafından davanın takip edilerek davacıların miras payları oranındaki miktarların davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulmasını gerektirmiştir. 
2- Bozma sebep ve şekline göre, davalı banka vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı banka vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı banka yararına BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı banka vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 09/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Tüzel Kişilik Perdesi
• 27
11. HD, 19.03.2018, E. 2016/9387, K. 2018/2071
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2
Tüzel kişinin malvarlığı onun ortaklarının, organlarını oluşturan kişilerin ve kardeş ortaklıkların malvarlığından ayrıdır. Ancak sorumluluktan kurtulmak amacıyla tüzel kişilik perdesi ardına sığınılmış ve bu kişilerin malvarlıkları birbirine karışmış ise Türk Medeni Kanunu m. 2 gereğince şahıs ve mal ayrılığı ilkesi uygulanmamalıdır. Bu durumda öncelikle varsa taraflara ait ticari defterlerin incelenmesi suretiyle malvarlıklarının karışıp karışmadığı belirlenmelidir.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 19/02/2016 tarih ve 2013/711-2016/96 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A… G… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı K… Gıda İmalat İnş. San. Tic. Ltd. Şti.’nden olan alacağını tahsil için borçlu şirketin adresine gidildiğinde davalı A… C…’in adresin davalı şirkete ait olduğunu, borçlu şirketin başka adreste bulunduğunu beyan ettiğini, haciz mahallinde borçlu şirkete ait tediye makbuzu ve evraklara rastlandığını, bu hususun zabta yazıldığını, borçlu şirketin davalı A… C… tarafından bildirilen adresine gidildiğinde boş ve küçük bir dükkan ile karşılaşıldığını, ticaret sicil kayıtlarına göre aynı tarihte önceden bir olan adres değişiklikleri ilan edilen her iki şirketin müdürünün, ortaklarının ve faaliyet alanlarının da aynı olduğunu, şirketlerin mal alışlarını borçlu, satışlarını davalı şirket üzerinden yaptığını, şirket yöneticilerinin yükümlülüklerini ihlal etmek suretiyle alacaklıları zarara uğratmalarından sorumlu olduklarını, müvekkilinin, dürüstlük kuralı ve tüzel kişiliğin perdesinin kaldırılması ilkesi kapsamında da alacağını davalılardan isteyebileceğini ileri sürerek davalıların İzmir 23. İcra Müdürlüğünün 2013/10838 Esas sayılı dosyası ile işleme konan dava dışı şirketin borcundan dolayı müştereken ve müteselsilen sorumluluklarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, borçlu şirket hakkında aciz vesikası alınmadığını, limited şirket ortaklarının şirket borcundan sorumlu tutulamayacağını, müvekkillerinin hangi yükümlülükleri ihlal ettiklerinin açıklanmadığını, buna yönelik bir delilin sunulmadığını, müvekkili şirketin, borçlu şirketin ürettiği emtiayı pazarladığını, müvekkilinin de borçludan alacaklı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, şekli hukuk kurallarına bağlı icra hukuku yönünden davalıların, haklarında yapılmayan bir icra takibinden usulen sorumlu tutulamayacakları, borçlu ve davalı şirketin ortakları aynı ise de tüzel kişilik perdesinin aralanması ilkesinin hayata geçirilebilmesi için şirketlerin dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde birlikte hareket etmeleri gerektiği, somut olayda buna ilişkin delil bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava, 4721 sayılı TMK’nin 2. maddesi ve tüzel kişilik perdesinin kaldırılması kapsamında dava dışı şirketin davacıya olan borcunun davalı şirketten ve davalı şirket ile borçlu şirketin ortaklarından tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili, dava dilekçesinde harca esas değeri 34.000 TL olarak gösterip talep sonucunda davalıların, İzmir 3. İcra Müdürlüğüne konu borçtan dolayı müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarına karar verilmesini istemiştir. Bu talebe göre davacı, davalıların icra takibinden değil, icra takibine konu borçtan sorumlu tutulmalarını istemiş olduğundan davanın bir alacak davası mahiyeti taşıdığı nazara alınmaksızın şekli hukuk kurallarına bağlı olan icra hukuku açısından davalıların haklarında yapılmayan bir icra takibinden sorumlu tutulamayacağı yönündeki gerekçeyle davanın reddi doğru görülmemiş, kararın bu yönden bozulmasını gerektirmiştir.
2- Davacı, dava dışı borçlu K… Gıda İmalat İnş. San. Tic. Ltd. Şti ile davalı şirketin aynı alanda faaliyet gösterdiğini, mal alışlarının borçlu şirket tarafından, satışların ise davalı şirket tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür. Davalılar vekili de davalı şirketin, borçlu şirketin ürettiği emtiayı pazarladığını, şirketlerde ortak olan müvekkillerinin kişisel mallarını şirketlerin borçları için rehnettiklerini, borçlu şirketin borçları için mallarını sattıklarını belirtmiştir.
Tüzel kişiliklerde mal ayrılığı ilkesi geçerli olup, tüzel kişinin malvarlığı onun ortaklarının ve onun yönetiminde bulunan organları oluşturan kişilerin ve kardeş ortaklıkların malvarlığından bağımsız ve ayrıdır. Eğer kişilik ve malvarlığı ayrılığı ilkesi uygulanmıyorsa yani malvarlıkları birbirine karışmışsa ve bu durumdan 3. kişiler zarar görüyorsa, art niyetle ve hesabi davranışlarla sırf sorumluluktan kurtulmak amacıyla tüzel kişilik perdesi ardına sığınılmış ise bu durumda TMK’nin 2. maddesi gereği şahıs ve mal ayrılığı ilkesi istisnaen uygulanmamaktadır. Somut olayda davacı, alacağını borçlu şirketten alamadığına ve davacı tarafından, borçlu şirket ile davalıların organizasyonları ile malvarlıklarının birbirine karıştığı da iddia edildiğine göre, davalı tarafa ait ticari defterlerin de incelenmesi suretiyle borçlu ile davalıların malvarlıklarının karışıp karışmadığı, tüzel kişiliğin perdesinin kaldırılarak davalıların, dava dışı K… Gıda İmalat İnş. San. Tic. Ltd. Şti.’nin borcundan sorumlu tutulup tutulamayacağının değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu yönden de bozulmasını gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 19/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Şube - Özellikleri
• 28
11. HD, 07.03.2018, E. 2016/8443, K. 2018/1745
5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu m. 9
Çalışanların işe alımı, maaş ödemeleri, işten çıkarılmaları vb. işlemlerinin merkezden yapıldığı, ticarî işlemlerin merkezden yürütüldüğü, kendi başına ticarî faaliyette bulunmayan, merkezden ayrı bir sermayesinin ve muhasebe kaydının bulunmadığı, dış ilişkilerde merkezden bağımsız olmayan bir işletme birimi, şube olarak kabul edilemez.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 31.03.2016 tarih ve 2015/94-2016/240 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi D… K… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalı şirketin Acıpayam’da faaliyet gösterdiğini, 5174 sayılı yasanın odalara kayıt zorunluluğu başlığını taşıyan 9. maddesi hükmüne göre bir merkeze bağlı olduğu halde ister merkezin bulunduğu odanın ister başka odanın çalışma alanı içinde olan müstakil sermayesi ve müstakil muhasebesi bulunan ve muhasebesi merkezde tutulduğu ve müstakil sermayesi bulunmadığı halde dahi kendi başına sınai ve ticari muamele yapan yerlerin şube sayılacağından bahisle davalı şirketin Acıpayam şubesinin ticaret siciline resen tesciline ve yasanın öngördüğü para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 
Davalı vekili, müvekkili şirketin merkezinin Denizli’de olduğunu, faaliyet alanındaki ilçe birimlerinin tüm işlemlerinin merkez tarafından ve tek elden yapılmakta olduğunu, bu birimlerin merkezden ayrı bir yönetime sahip olmadıklarını savunarak davanın reddini istemiştir. 
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, TTK’da şubenin tanımının yapılmadığı ancak 5174 Sayılı Kanunda şubenin tanımlanmış olduğu, bu Kanun’un 9/2. maddesine göre “Bir merkeze bağlı olduğu halde, ister merkezin bulunduğu odanın, ister başka odanın çalışma alanı içinde olan müstakil sermayesi ve müstakil muhasebesi bulunan ve/veya muhasebesi merkezde tutulduğu ve müstakil sermayesi bulunmadığı halde kendi başına sınai faaliyet ve ticari muamele yapan yerler ve satış mağazalarının bu Kanunun uygulanması bakımından şube” sayılacağı, davalı şirkete ait Acıpayam işletmesinin tüm bu vasıflara haiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava, davalı şirketin Acıpayam’da faaliyet gösteren işletmesinin şube vasfında olduğu iddiasına dayalı olarak re’sen tesciline karar verilmesi istemine ilişkindir.
Türk Ticaret Kanunu şube tanımına yer vermemiş olmakla birlikte, 5174 Sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 9. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca “bir merkeze bağlı olduğu halde, ister merkezin bulunduğu odanın, ister başka odanın çalışma alanı içinde olan müstakil sermayesi ve müstakil muhasebesi bulunan veya muhasebesi merkezde tutulduğu ve müstakil sermayesi bulunmadığı halde kendi başına sınai faaliyet ve ticari muamele yapan yerler ve satış mağazaları bu Kanun’un uygulanması bakımından şube sayılır” hükmüne yer verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada davalının Acıpayam’da bulunan biriminin şube olarak kabul edilmesi gerektiğinden bahisle davanın kabulüne karar verilmiştir. Ancak, davalının Acıpayam Ticaret Sicili Müdürlüğü’ne hitaben yazdığı 10.03.2010 yazıda çalışanların alımı, maaş ödemeleri, işten çıkarılmaları vb. işlemlerinin merkezden yapıldığı, yine ticari işlemlerin merkezden yürütüldüğü, dava konusu birimin bağımsız hareket kabiliyeti olmadığı belirtilmiş olup, mahkemece yazılan müzekkere cevabında ise muhasebe kayıtlarının şirket merkezinde tek bir defterde tutulduğu, Acıpayam birimine ait olarak ayrıca bir muhasebe kaydının olmadığının bildirildiği anlaşılmıştır.
Yukarıda değinilen kanun hükmü ve dosyaya yansıyan bilgiler birlikte değerlendirildiğinde, davalının Acıpayam ilçesinde bulunan biriminin dış ilişkilerde merkezden bağımsız olmadığı, kendi başına ticari faaliyette bulunmadığı, ayrı bir sermayesinin ve muhasebe kaydının söz konusu olmadığı gözetilerek, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış hükmün davalı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 07.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Şube - Özellikleri - Satış Mağazası
• 29
11. HD, 15.03.2018, E. 2016/8578, K. 2018/2027
5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu m. 9
Şubenin varlığından söz edilebilmesi için merkeze bağımlı olma, dış ilişkilerde bağımsızlık, yer ve yönetim ayrılığı şartlarının bulunması gerekmektedir. Şube için ayrı muhasebe bulunmalıdır; ancak ayrı olmak şartıyla hesaplar merkezde de tutulabilir. Şube için çalışanların işe alımı, maaş ödemeleri, işten çıkarılmaları gibi hususların ve ticarî işlemlerin merkezden yapılıp yapılmadığı da önem taşımaktadır. Şube bakımından hacim önemli değildir; şube merkezden daha geniş hacimde olabilir. Şubenin yapacağı işlemin merkezin yaptıkları ile aynı olması ya da en azından onlara benzemesi gerekmektedir. Tamir atolyesi, satış mağazası gibi bağımsız olarak müşteri ile temas etmeyen yerler şube sayılamaz. 
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Gümüşhane Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 16/02/2016 tarih ve 2013/416-2016/126 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi G… P… D… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, E… Üretim A.Ş Doğankent İşletme Müdürlüğüne bağlı olarak Torul Hidroelektrik Santrali Torul Gümüşhane’de enerji üretimi yaptığı ve ürettiği enerjiyi satarak ticari faaliyette bulunduğunu, E… Üretim A.Ş’nin Torul Şubelerine şubelerinin ticaret siciline kayıt ve tescil olunması gerektiğini bildirmelerine rağmen verilen cevabi yazıda ildeki işyerlerinin şube olduğu iddiası reddedilerek ilgili şirketin bugüne kadar tescil mükellefiyetini yerine getirmediğini belirterek davalı E… Üretim Anonim Şirketinin Torul Şubesinin Türk Ticaret Kanunu ve Ticaret Sicili Yönetmeliği gereği Ticaret Siciline kayıt ve tescilini talep etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığının ilgili kuruluşlarından biri olup iktisadi devlet teşekkülü olduğunu, merkezde genel müdürlük taşrada ise işletme müdürlükleri şeklinde örgütlendiğini, bu müdürlüklerin merkezdeki başkanlıklara bağlı çalıştıklarını, işletme müdürlüklerinin ayrı bir tüzel kişiliğinin bulunmadığını, şube statüsünü gerektirir özelliklere de sahip olmadığını, özel yetkilendirme hariç merkezi temsil yetkilerinin bulunmadığını, tüzel kişiliklerinin ve temsil yetkilerinin bulunmamasının doğal bir sonucu ve 4628 sayılı yasaya göre düzenlenen üretim lisansına göre de işletme müdürlüklerinin ve/veya işletme müdürlüklerine bağlı santrallerin kendi başına elektrik satışı yapma imkanının bulunmadığını, üretim lisansının da üretimin EÜAŞ adına yapılacağının belirtildiğini, lisansın genel müdürlüğe verildiği ve münhasıran genel müdürlükçe yetkinin kullanıldığını, üretilen enerjinin satışının müvekkilin teşekkülün portföyü içindeki EÜAŞ Genel Müdürlüğü Tüzel Kişiliği adı altından ve ikili anlaşmalar (ESA) çerçevesinde gerçekleştiğini, müvekkili teşekkülce imzalanan tek ESA sözleşmesi müvekkili teşekkül ile aynı statüdeki T… Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş (TETAŞ) ile imzalanan sözleşme olduğunu, sözleşmeye göre satışa konu enerjinin santral bazında olmayıp üretim portföyü bazında olduğunun belirlendiğini, satılan enerji bedellerinin genel müdürlük hesabına yatırıldığını, işletme müdürlüklerine bağlı santrallerin satış geliri bulunmadığını, santrallerin TTK ve mevzuata göre şube olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir. 
Mahkemece tüm dosya kapsamına göre, Torul adresinde faaliyet gösteren E… Üretim A.Ş’nin Doğankent İşletme Müdürlüğünün şubesi olduğu, Gümüşhane Ticaret Sicil Memurluğunca tescil için yapılan davete rağmen tescilin yapılmadığı, TTK’nin 42 maddesi gereğince merkezi Türkiye’de bulunan ticari işletmelerin şubelerinin bulundukları yerin ticaret siciline tescil ve ilan olması gerektiği, E… Üretim A.Ş’nin Torul’da faaliyet gösteren Torul Hidroelektrik Santrali işletmesinin şube olarak Ticaret Sicili Memurunca ticaret siciline kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava, davalı şirketin Torul İlçesinde faaliyet gösteren işletmesinin şube vasfında olduğu iddiasına dayalı olarak re’sen tesciline karar verilmesi istemine ilişkindir.
Türk Ticaret Kanunu şube tanımına yer vermemiş olmakla birlikte, 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 9. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca “bir merkeze bağlı olduğu halde, ister merkezin bulunduğu odanın, ister başka odanın çalışma alanı içinde olan müstakil sermayesi ve müstakil muhasebesi bulunan veya muhasebesi merkezde tutulduğu ve müstakil sermayesi bulunmadığı halde kendi başına sınai faaliyet ve ticari muamele yapan yerler ve satış mağazaları bu Kanun’un uygulanması bakımından şube sayılır” hükmüne yer verilmiştir.
Şubenin varlığından söz edilebilmesi için merkeze bağımlı olma, dış ilişkilerde bağımsızlık, yer ve yönetim ayrılığı şartlarının bulunması gerekmektedir. Şube için ayrı muhasebe bulunmalıdır ancak, ayrı olmak şartıyla hesaplar merkezde de tutulabilir. Hacim önemli değildir, şube merkezden daha geniş hacimde olabilir. Tamir atölyesi, satış mağazası ve diğer bağımsız olarak müşteri ile temas etmeyen yerler şube sayılmaz. Şubenin yapacağı işlemin merkezin yaptıkları ile aynı olması ya da en azından onlara benzemesi ve şubeden bahsedebilmek için kendi başına ticari işlem yapması gerekmektedir. (Gönen Eriş, Ticari İşletme ve Şirketler, 1. Cilt, sayfa 941, Prof. Dr. Sabih Arkan, Ticari İşletme Hukuku, sayfa 38, Poroy/Yasaman, sayfa 48).
Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde, mahkemece davalının Torul’da bulunan biriminin şube olarak kabul edilmesi gerektiğinden bahisle davanın kabulüne karar verilmişse de, bu birimin dış ilişkilerde merkezden bağımsız olup olmadığı, kendi başına ticari faaliyette bulunup bulunmadığı, ayrı bir sermayesinin ve muhasebe kaydının söz konusu olup olmadığı, çalışanların alımı, maaş ödemeleri, işten çıkarılmaları vb. işlemlerin merkezden mi yoksa şubeden mi yapıldığı, ticari işlemlerin nereden yürütüldüğüne dair gerekli araştırmalar yapılmadan eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 15/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Görevli Mahkeme - Ticari Vekil
• 30
11. HD, 18.04.2018, E. 2018/755, K. 2018/2861
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 4, 367
Şirkette icracı müdür olarak ve ticari vekil sıfatıyla çalışan kişilere karşı, şirkete verdikleri zarar nedeniyle açılacak dava, Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesine göre mutlak ticari dava oluşturduğundan asliye ticaret mahkemesinde görülmelidir. Davanın işçi işveren ilişkisinden kaynaklandığı gerekçesi ile iş mahkemesinde görülmesi hukuka aykırıdır.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Konya 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 14/12/2017 tarih ve 2016/838-2017/836 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi D… K… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalı Ö… B…’nin müvekkil şirkette uzun yıllar müdür olarak çalıştığını, dava dışı H… M… Uluslararası Nak. İnş. Güm. Pet. Ürün. San. Ltd. Şti. ile ticari ilişkilerin davalı Ö… B… tarafından yürütüldüğünü, davalının iki adet çeki bahsi geçen dava dışı şirkete keşide ederek verdiğini daha sonra ise söz konusu çeklerin kendisine ciro edilmesini sağladığını ve nihayet çeklerin davalının yakın akrabası diğer davalı H… Ş… tarafından tahsil edildiğini, davalı Ö… B…’nin sadece nakliye işleri için belli bir miktara kadar çek keşide etme yetkisi bulunduğunu, nakliye işine ait olmayan dava konusu çekleri keşide etme yetkisi bulunmadığını, davalının müvekkilini dolandırması sebebiyle hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu, davalı Ö… B…’nin hukuken şirketin ticari vekili olduğunu, bu nedenle görevli mahkemenin asliye ticaret mahkemesi olduğunu ileri sürerek, toplam 4.000,00 TL çek bedellerinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 
Davalı Ö… B… vekili, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, uyulan bozma ilamı sonrasında yapılan yargılamada, davalılardan Ö… B…’nin davacı şirketin icracı müdürü olmadığı, dinlenen davacı tanıklarının anlatımlarından da Ö… B…’nin icracı müdür olduğuna dair yeterli kanaat elde edilemediği, SGK ve Ticaret Sicil Müdürlüğü kayıtlarından da davalı Ö… B…’nin davacı şirketin icracı müdürü olmadığının anlaşıldığı, davacı şirket ile davalı Ö… B… arasındaki ihtilafın işveren-işçi arasındaki bir ihtilaf olduğu, davaya bakma görevinin iş mahkemelerine ait olduğu gerekçesiyle davanın görevsizlik nedeniyle reddine, dosyanın talep halinde Konya İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. 
Dava, davalılardan Ö… B…’nin şirketin üst düzey yöneticisi ve şirket adına kambiyo senedi tanzim etmekle yetkili bulunduğu, bu yetkisini kötüye kullanarak şirketin ticari ilişkisinin ve borcunun bulunmadığı dava dışı şirketi lehtar göstermek suretiyle dava konusu iki adet çek bedelini diğer davalı vasıtasıyla uhdesine geçirdiği iddiası ile çek bedellerinin tahsili için açılan alacak davasıdır.
Mahkemece, taraflar arasındaki uyuşmazlığın işçi-işveren ilişkisinden kaynaklandığı, iş mahkemelerinin görevi alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş ise de, davalılardan Ö… B…’nin davacı şirkette icracı müdür olarak çalıştığı, 05.08.2009 tarihli vekaletname ile adı geçen davalıya şirket müdürü olarak yetki verildiği, taraflar arasındaki uyuşmazlığın iş aktinden kaynaklanmadığı, TTK 367 ve devamı maddeleri uyarınca davalı Ö… B…’nin ticari vekil olarak kabul edilmesi gerektiği tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu durumda, TTK 4. maddesi düzenlemesine göre mutlak ticari dava sayılan iş bu davada davalılardan Ö… B…’nin TTK 369. maddesinde belirlenen özen yükümlülüğüne aykırı davranıp davranmadığının araştırılarak sonucuna göre karar vermek gerekirken yukarıda yazılı gerekçe ile davanın usulden reddine karar verilmesi doğru olmamış kararın bozulması gerekmiştir. 
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 18/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Marka - Belirli Meslek Grubuna Mensup Olanları Ayırt Etmeye Yarayan Adlar
• 31
11. HD, 9.4.2018, E. 2016/10333, K. 2018/2505
“Eczacı” ibaresi belirli bir meslek, sanat veya ticaret grubuna mensup olanları ayırt etmeye yarıyor olsa da bu ibareden oluşan markanın hükümsüzlük iddiaları değerlendirilirken, markanın tescil edildiği sınıf da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu işaret, ilgili meslekle ilişki kurulacak mal veya hizmetler için tescil edilemezken; diğer mal veya hizmetler için tescil edilebilir.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 31.03.2016 tarih ve 2015/243-2016/46 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi İ… K… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalı şirketin “eczacı” ibaresini 2008/24859 sayı ile tescil ettirdiğini, eczacının yüksek öğrenim diploması ile icra edilebilen ve münhasıran bu kişilerin yerine getirebileceği bir meslek olduğunu, E… Holding A.Ş.’nin “eczacı” ibaresini marka olarak tescil ettirmesi üzerine müvekkili tarafından açılan davanın kabulüne ve markanın terkinine karar verildiğini, işbu davada emsal teşkil ettiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davalı şirket adına tescilli markanın hükümsüzlüğünü ve sicilden terkinini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, dava konusu “eczacı” ibareli markanın kullanım yoluyla ayırt edicilik kazandığını, yüksek bir tanınmışlığa eriştiğini, müvekkilinin doğrudan ilaç sektöründe ya da eczacılık sektöründe değil yayıncılık sektöründe faaliyet gösteriyor olduğunu, davacının 2005 yılından bu yana müvekkilinin markasından haberdar olduğunu, uzun süre sonra dava açtığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, 556 KHK m. 7 1-d bendinde belirtilen meslek, sanat ve ticaret grubuna mensup olanları ayırt etmeye yarayan adların tescil edilemeyeceği gerekçesiyle, davanın kabulüne, davalı markasının hükümsüzlüğü ile sicilden terkinine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava, marka hükümsüzlüğü istemine ilişkindir. Mahkemece davalı adına tescilli 2008/24859 sayılı “eczacı” ibareli markanın 556 sayılı KHK’nin 5 ve 7/1-d maddeleri gereğince hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmiştir.
556 sayılı KHK’nin 7/1-d maddesinde ticaret alanında herkes tarafından kullanılan veya belirli bir meslek sanat veya ticaret grubuna mensup olanları ayırt etmeye yarayan işaret ve adları münhasıran veya esas unsur olarak içeren işaretlerin marka olarak tescil edilemeyeceği düzenlenmiştir. Ancak bir işaretin marka olarak tescilinin mümkün olup olmadığının değerlendirmesi yapılırken söz konusu ibare ile tescil kapsamındaki mal ve hizmetler arasında ilişki olması hususu göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim bir marka başvurusunun tescil edilebilirlik ölçütlerini anlamada kolaylık sağlaması için gerek TMPK (TPE) tarafından çıkartılan Marka İnceleme Kılavuzunun KHK’nin 7/1-d maddesiyle ilgili açıklamasında, gerekse de KHK’nin mehazı olan AB Topluluk Markası Marka İnceleme Kılavuzunun, AB Marka Tüzüğünün 7/1-d maddesine ilişkin açıklamalarda, meslek adlarının ancak makul seviyede bilgili, gözlemci ve dikkatli ortalama halk kitlesi tarafından bu meslekle bağlantı kurabilecekleri mal ve hizmetler yönünden tescil engeli oluşturması gerektiği ilkesi benimsenmiştir. Dava konusu işaret ile kapsamındaki mal ve hizmetler arasında bu ilişkinin kurulamaması halinde 556 sayılı KHK’nin 7/1-d maddesi gereğince marka tescil edilebilecek ve tescil sağlanmışsa hükümsüz kılınamayacaktır. Yani, 556 sayılı KHK’nin 7/1-d maddesi değerlendirilirken ticaret alanında herkes tarafından kullanılan veya belirli bir meslek sanat veya ticaret grubuna mensup olanları ayırt etmeye yarayan işaret ve adların söz konusu mesleklerle ilişki kurulamayacak mal veya hizmetler için tescilinin mümkün olduğu kabul edilerek sonuca varılmalıdır. 
Dava konusu hükümsüz kılınan “eczacı” ibareli markanın 41. sınıfta davalı adına tescil edildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir meslek erbabını ifade etmek üzere kullanılan “eczacı” ibaresinden oluşan marka ancak bu meslekle ilişki kurulacak mal ve hizmetler için 556 sayılı KHK’nin 7/1-d maddesi gereğince hükümsüz kılınabilecekse de markanın kapsamındaki eczacı mesleğiyle ilişki kurulamayacak mal ve hizmetler için hükümsüz kılınamayacağından, mahkemece, dava konusu marka kapsamındaki mal ve hizmetlerin hangilerinin eczacı mesleğiyle ilişkili olup olmadığının bilirkişi incelemesi yoluyla tespit edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Bu itibarla, yerel mahkeme hükmünün bozulması gerekmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile kararın BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 09.04.2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun’un 1. maddesinde eczacılık mesleği tanımlanmıştır. Aynı Kanun’un diğer hükümlerinde de “eczacı” olabilme, eczane açılabilmesi ve çalışma koşulları hüküm altına alınmıştır. Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Yönetmelik’te de eczacılık hizmeti ve eczacıların görev, yetki ve sorumlulukları eczanelerin açılması gibi hususlar düzenlenmiştir.
İşyeri ruhsatı ile tanıtıcı işaretleri kullanımının da ancak bu Kanun ve Yönetmelikte sayılan özellikleri taşıyan eczacılar tarafından edinilip, kullanılabileceği açıktır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere “eczacı” ibaresi münhasıran 556 sayılı KHK 7/1-d bendi kapsamındaki belirli bir meslek grubuna mensup olanları ayırt etmeye yarayan ad ve tanıtıcı işaret niteliğindedir. 
Mutlak ret nedenlerinin düzenlendiği 556 sayılı KHK’nın 7/1-(c), (e) ve (f) bentlerinde sayılan tescil engelleri, özellikle markanın kullanılacağı mal ve hizmetler ile ilişkili ad ve işaretler bakımından getirilmiştir. Dolayısıyla, anılan mutlak ret nedenleri markanın üzerinde kullanılacağı “mal ve hizmetlerle ilgili tanımlayıcı nitelikteki” ad ve işaretlerin kimsenin tekeline verilmemesini amaçlamaktadır.
Oysa, söz konusu 7. maddenin (d) bendi kapsamına giren ad ve işaretler için üzerinde kullanılacağı “mal ve hizmetle herhangi bir bağlantısı aranmaksızın”, anılan bentteki koşulları taşıyan ad ve işaretlerin marka olarak tescili engellenmiştir.
Bu konuda, yurt içi ve yurt dışında marka başvurularını inceleme ile görevli kurumlarca düzenlenen başvuru kılavuzları da; ilgili kurum işlemlerinde yeknesaklık sağlanması amacına yönelik olup, kurum kararları yargı denetimine tabi bulunduğundan mahkemelerce emsal alınamayacağı tabiidir.
Uyuşmazlık konusu “Eczacı” ibaresi de münhasıran ve esas unsur olarak 556 sayılı KHK 7/1-(d) bendi kapsamında belirli bir meslek grubuna mensup olanları ayırt etmeye yarayan ad ve işaret içeren marka niteliğinde olduğundan, eczacılık ile ilgili meslek dallarıyla bağlantılı olup olmadığına bakılmaksızın tüm mal ve hizmetler için tescili mümkün değildir.
Yukarıda arz ettiğimiz nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz. Ancak, davalı aynı zamanda dava konusu “Eczacı” markanın tescilli olduğu hizmetlerle ilgili olarak kullanımla ayırt edici hale getirildiğini savunmuştur.
556 sayılı KHK 7/son fıkrası uyarınca “bir marka tescil tarihinden önce kullanılmış ve tescile konu mallar ve hizmetlerle ilgili olarak bu kullanım sonucu ayırt edici bir nitelik kazanmış ise (a), (c) ve (d) bentlerine göre tescili reddedilemez.”
Bu durumda mahkemece davalının kullanımla ayırt edicilik savunması değerlendirilmeksizin, sadece “Eczacı” ibaresinin 556 sayılı KHK 7/1-(d) bendi uyarınca tescil edilemeyeceğinden bahisle eksik incelemeye dayalı olarak dava konusu markanın hükümsüz kılınması isabetli olmadığından hükmün bu gerekçe ile bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne muhalifiz.
Tasviri İşaret - Zayıf Marka
• 32
11. HD, 12.03.2018, E. 2016/8510, K. 2018/1875
“Smart Elektronik Kitap” ibaresinin marka olarak tescili olanaklı değildir. Bu ibare mal veya hizmetin kaynağına işaret etmemekte sadece genel olarak bir teknolojik ürünün türü ve karakteristik özelliğini tanımlamaktadır. Günlük hayatta “akıllı e-kitap” şeklinde yaygın kullanımlar bulunduğu için, “akıllı” anlamına gelen “smart” kelimesinin söz konusu işarete ayırt edici nitelik kattığı kabul edilemez.
TÜRKPATENT’in benzer işaretlerin tescilini kabul etmiş olması, aynı hatalı değerlendirmenin sürdürülmesi yönünde talep hakkı vermez.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 09.06.2015 tarih ve 2014/217-2015/166 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava, 6100 sayılı Kanun’un geçici 3/2. maddesi delaletiyle uygulanması gereken HUMK 3156 sayılı Kanun ile değişik 438/1 maddesi hükmü gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle incelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dava dosyası için Tetkik Hakimi A… G… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin 2012/68786 sayılı “SMART ELEKTRONİK KİTAP” ibareli marka tescil başvurusunun davalı Kurum tarafından 556 sayılı KHK’nın 7/1-a ve c bentleri uyarınca reddedildiğini, YİDK nezdinde yaptıkları itirazdan bir sonuç alınamadığını, ancak başvuruya konu işaretin yeterli ayırt ediciliğe sahip olduğunu ve vasıf bildirmediğini, SMART ibareli bir çok markanın tescilli olduğunu, kaldı ki 2012/68794 sayılı “Smart eKitap” ibareli tescil başvurularının kabul edildiğini ileri sürerek TPE YİDK’nun 2014-M-4328 sayılı kararının iptalini, başvurunun tescilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, “Akıllı Elektronik Kitap” anlamına gelen başvuruya konu işaretin, hizmetlerin bir başka teşebbüsün hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlamayacağını, doğrudan tanımlayıcı nitelik taşıdığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre,başvuruya konu ibarenin “akıllı elektronik kitap” anlamına geldiği, tüketici algısı bakımından elektronik kitap teknolojisinin yanında bu içeriğe interaktif özellikler katılarak elektronik kitap formunun akıllı teknolojiye uyarlandığı yönünde bir algı oluşacağı, markada geçen “smart” kelimesinin ayırt edicilik katmaya yetmediği, “akıllı e-kitap” şeklinde kullanımların bulunduğu, günlük hayat içerisinde oldukça yoğun kullanıldığı, bir teknolojiyi tanımladığı, marka algısı oluşturmayacağı, tür ve karakteristik özelliğini tanımlama yanında bu hizmetlerin asgari seviyede kaynağına işaret edebilecek ayırt edici bir işaret olmadığı, TPE’nin daha önce benzer ibareleri tescilinin, aynı hatalı değerlendirmeyi sürdürmesini talep hakkını davacı dahil hiç kimseye vermeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 6,70 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 12.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Marka - Kanunen Kullanım Hakkı Verilmesi
• 33
11. HD, 19.03.2018, E. 2016/8543, K. 2018/2067
Tüzel kişiliği haiz bir vakıf üniversitesi olarak kurulan Biruni Üniversitesi’nin bünyesinde tıp, diş hekimliği, eczacılık, sağlık bilimleri fakülteleri ve sağlık bilimleri enstitüsünün bulunacağı ilgili kanunda belirtilmiştir. Üniversitenin bu alanlarda “Biruni Üniversitesi” ibaresini kullanım hakkı da kendisine kanun ile tanınmıştır. Bu nedenle üniversitenin “Biruni” ibaresini sağlık hizmetleri alanında markasal olarak kullanması, sağlık alanında tescilli önceki “Biruni” markasına tecavüz oluşturmaz.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 2.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 03/03/2016 tarih ve 2014/242-2016/23 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava, 6100 sayılı Kanun’un geçici 3/2. maddesi delaletiyle uygulanması gereken HUMK 3156 sayılı Kanun ile değişik 438/1 maddesi hükmü gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle incelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dava dosyası için Tetkik Hakimi A… G… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Asıl davada davacı üniversite vekili, 27.02.2014 tarihinde kabul edilen 6525 sayılı Kanunla müvekkilinin kamu tüzel kişiliğine haiz bir vakıf üniversitesi olarak yüksek öğretim sistemi içindeki yerini aldığını, müvekkilinin yaptığı yatırım, harcadığı emek ve sermaye ile “BİRUNİ” markasına ayırt edicilik sağladığını, aynı ibareli bir kısım marka başvurularının davalı adına tescilli markaların mesnet gösterilmesiyle TPE tarafından reddedildiğini, ancak davalı adına tescilli markaların bir kısım mal ve hizmetlerde kullanılmadığını ileri sürerek 177751 sayılı “BİRUNİ” ibareli markanın 41. sınıf hizmetler yönünden kullanılmama nedeniyle iptalini talep ve dava etmiştir.
Asıl davada davalı şirket vekili, müvekkilinin 18 yıl önce tescil ettirdiği ve tek hak sahibi olduğu markasını 31 yıldır yaygın, yoğun ve ciddi biçimde kullandığını, bu kullanımın 41. sınıf hizmetleri de kapsadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Birleşen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/66 Esas sayılı dosyasında davacı üniversite vekili, asıl davadaki iddialarının tekrarıyla davalının 177751 sayılı markasını laboratuvar hizmetleri dışında kalan diğer mal ve hizmetler dışında kullanmadığını ileri sürerek anılan markanın kullanılmayan mal ve hizmetler yönünden iptalini talep ve dava etmiştir. 
Birleşen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/66 Esas sayılı dosyasında davalı şirket vekili, davanın reddini istemiştir.
Birleşen İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/98 Esas sayılı dosyasında davacı üniversite vekili, davalı adına tescilli 2009/30234 sayılı “BİRUNİ LABORATUVARI” ibareli markanın ciddi bir biçimde kullanılmadığını ileri sürerek 44. sınıfta yer alan hizmetler yönünden iptalini talep ve dava etmiştir. 
Birleşen İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/98 Esas sayılı dosyasında davalı şirket vekili, davanın reddini istemiştir.
Birleşen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyasında davacı şirket vekili, sağlık alanında müvekkili ile özdeşleşmiş, ayrıca ticaret unvanını oluşturan ve tanınmış “BİRUNİ” markasının müvekkili adına en eskisi 1996 yılı olmak üzere tescilli olduğunu, “Türkiye’nin En Kapsamlı Sağlık Üniversitesi” sloganı ile hareket eden davalının müvekkilinin faaliyet gösterdiği tıbbi tahlil alanında faaliyette bulunmayı arzu ettiğini, Biruni Üniversitesi Tıbbi Tahlil Laboratuvarı şeklinde kullanımın bulunduğunu, üniversite hastanesi kimliği ile sağlık hizmeti verdiğini, müvekkili markalarının 41. sınıf hizmetlerde de tescilli olduğu gibi eğitim ve öğretim hizmetleri alanında faaliyetinin bulunduğunu, davalının bu sınıfta da faaliyet gösterdiğini, davalının bu eylemlerinin müvekkilinin marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini, tüketicinin tarafları fiilen karıştırdığını ileri sürerek marka hakkına tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti ile önlenmesini talep ve dava etmiştir.
Birleşen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyasında davalı üniversite vekili, davacı adına tescilli marka ile müvekkilinin kullanımlarının benzer olmadığını, müvekkilinin marka tescil başvurularına uygun olarak kullanımının bulunduğunu, marka hakkına tecavüz şartlarının oluşmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, asıl ve birleşen davalarda adına tescilli markaların iptali istenen şirketin dava konusu markalarını tıbbi hizmetler dışındaki mal ve hizmetlerde 556 sayılı KHK’nın aradığı anlamda kullandığını ispatlayamadığı, şirketin davacı olduğu birleşen dosyada ise davalı üniversitenin “BİRUNİ” ibaresini markasal olarak sağlık hizmetlerinde kullanımının, davacı şirketin marka hakkına tecavüz teşkil ettiği gerekçesiyle üniversite tarafından kullanmama nedeniyle marka iptali davalarının da davalı şirketin dava konusu markalarının kullanılmayan hizmetler yönünden kısmen iptaline, şirket tarafından açılan davanın kısmen kabulü ile üniversitenin “BİRUNİ” ibaresini sağlık hizmeti alanında markasal olarak ön plana çıkarmak suretiyle davacı şirketin marka hakkına tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine, tecavüzün önlenmesine karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir. 
1- Asıl dava dosyası ile birleştirilen İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/98 Esas sayılı dosyasında, davalı adına tescilli markanın 44. Sınıftaki “Tıbbi hizmetler” yönünden kullanılmama nedeniyle iptali talebinin reddine karar verilmiştir. Karar tarihinden sonra 06/01/2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 14/12/2016 tarih, 2016/148 Esas- 2016/189 Karar sayılı kararı ile 556 sayılı KHK’nın 14. maddesi iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin bahsi geçen iptal kararının kazanılmış hakları etkilememek kaydıyla derdest davada dikkate alınması gerekeceğinden, davalı markasının kapsamında yer alan “tıbbi hizmetler” hizmetlerinin iptali talebinin reddine ilişkin karar, açıklanan gerekçe itibariyle sonucu bakımından doğru bulunduğundan birleştirilen İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/98 Esas sayılı dosyasında davacı T. C. Biruni Üniversitesinin bu dosyaya yönelik tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Asıl davada ve birleştirilen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/66 ile İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/98 Esas sayılı dosyalarında davalı şirket adına tescilli markaların kullanılmama nedeniyle kısmen iptallerine karar verilmiştir. Ancak, yukarıda da belirtildiği üzere karar tarihinden sonra 06/01/2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 14/12/2016 tarih, 2016/148 E., 2016/189 K. sayılı kararı ile 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinin iptaline karar verildiğinden mahkemece anılan hususta değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmek üzere asıl davada ve birleştirilen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/66 ile İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/98 Esas sayılı dosyalarında verilen kullanılmama nedeniyle marka iptaline ilişkin hükümlerin davalı şirket yararına bozulması gerekmiştir.
3- Yukarıdaki 2 nolu bentte açıklanan asıl davadaki bozma sebep ve şekline göre, asıl dava dosyası ile birleştirilen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyasında davacı şirket vekilinin, davalı üniversitenin, müvekkilinin eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfında tescilli markasına tecavüzünün ve haksız rekabetin tespiti, önlenmesi ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
4- Birleştirilen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyasında davalı üniversite vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; davalı üniversite 27.02.2014 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6525 sayılı Kanunun 13. maddesi ile 2809 sayılı Yüksek Eğitim Kurumları Teşkilatı Kanununa eklenen 156. maddesi uyarınca kamu tüzel kişiliğine haiz bir vakıf üniversitesi olarak kurulmuş olup, üniversitenin tıp, diş hekimliği, eczacılık, sağlık bilimleri, eğitim, mühendislik fakültelerinden, meslek yüksekokulundan, eğitim bilimleri, fen bilimleri, sağlık bilimleri enstitülerinden oluşacağı anılan kanunda belirtilmiştir. Davalı üniversitenin bu alanlarda Biruni Üniversitesi ibaresini kullanım hakkı yasa ile kendisine tanındığından anılan ibareyi kullanmasının 556 sayılı KHK uyarınca marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil etmediği nazara alınmaksızın birleştirilen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyasında, davalı üniversitenin “Biruni” ibaresini sağlık hizmetleri alanında markasal olarak kullanmasının, davacı şirketin marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bu yönden İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyasında verilen kararın davalı üniversite yararına bozulmasını gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle birleştirilen İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/98 Esas sayılı dosyasında davacı T. C. Biruni Üniversitesinin bu dosyaya yönelik tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle asıl davada ve birleştirilen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/66 ile İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/98 Esas sayılı dosyalarında davalı şirket vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile verilen hükümlerin davalı şirket yararına BOZULMASINA, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle birleştirilen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyasında davacı şirket vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, (4) nolu bentte açıklanan nedenlerle birleştirilen İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2015/13 Esas sayılı dosyasında davalı üniversite vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı üniversite yararına BOZULMASINA, istek halinde aşağıda yazılı 22,50 TL harcın temyiz eden 2015/98 Es. sayılı dosyada davacıya iadesine, ödedikleri peşin temyiz harcının isteği halinde asıl ve birleşen 2015-66, 2015-98 Sayılı dosyaların davalısı ve birleşen 2015/13 sayılı dosyada davacı Biruni Laboratuvarları T… S... Anonim Şirketi’ne iadesine 19/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 
Haksız Rekabet Hukukunun Amacı - Emek İlkesi
• 34
11. HD, 20.03.2018, E. 2016/7972, K. 2018/2136
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 54, 55
Haksız rekabetin önlenmesindeki amaç, serbest piyasa düzeninde herkesin dürüstlük kuralları içerisinde hareket etmek suretiyle rekabet kurallarına uygun olarak piyasada faaliyet göstermesi ve sonuçta; kaliteli mal ve hizmetlerin nihai tüketicilerinin aldatılmasına izin verilmeksizin piyasa kurallarına göre oluşan en uygun fiyatla satışa sunulmasıdır. 
Bir ürünü Türkiye’de ilk defa kullanan kişi büyük emek ve para harcayarak onu tanıtmışsa, aynı ürün bir başkası tarafından sırf bu emek ve tanınmışlıktan istifadeye yönelik olarak ve iltibasa sebebiyet verecek şekilde kullanıldığı takdirde bu davranışın haksız rekabet oluşturacağının kabulü gerekmektedir. Ancak, aynı sektörde faaliyet gösteren kişilerin aynı ürünü, ticari hayattaki dürüstlük ilkesine uygun şekilde ve iltibasa meydan vermeksizin piyasaya sunmaları hâlinde, sadece önceki firmanın ürünü ilk kez ürettiği, emek ve sermaye harcayarak tanıttığından bahisle üstün hak sahibi olduğu kabul edilemez. Aksi durum, rekabet hukuku ilkelerine aykırı olarak piyasada tekel yaratılması ve ekonominin sağlıklı bir biçimde gelişmesine engel olur.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Bakırköy (Kapatılan) 2. Fikri ve Sınaî Taraflar arasında görülen davada Bakırköy 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 19.04.2016 tarih ve 2016/52-2016/82 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi asıl davada davacılar-birleşen davada davalı vekili ile asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi O… U… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Asıl davada davacılar vekili, müvekkili şirketin alüminyum panel ve bölme panel üretim ve satışıyla ilgili faaliyette bulunduğunu, diğer müvekkili Ercan Sicim adına tescilli panel/profil tasarımların tescil edildiğini, müvekkillerinden Ercan Sicim’in diğer müvekkilinin yetkilisi olduğunu, davalı şirketin tasarımların aynısını taklit ederek piyasaya sürdüğünü, davalının eyleminin tasarım hakkına tecavüz oluşturduğunu, müvekkillerinin piyasadaki itibarından hukuka aykırı olarak menfaat elde etmek istendiğini, TTK’nın 54. maddesi uyarınca davalının benzerlik yaratarak müvekkili ürünlerini kataloglarda basmasının, üretmesinin dürüstlük kuralına aykırılık teşkil ettiğini ileri sürerek, tasarıma tecavüz ve haksız rekabetin tespitini ve önlenmesini, 10.000 TL yoksun kalınan kazanç kaybı ile 5.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminatın tahsilini talep ve dava etmiş, birleşen davanın ise reddini istemiştir.
Asıl davada davalı birleşen davada davacı vekili, birleşen davada davacının tasarımlarının yeni ve ayırt edici nitelikte bulunmadığını, benzerlerinin daha önceden kamuya sunulduğunu ileri sürerek, davacı tasarımlarının hükümsüzlüğünü, haksız şekilde elde edilen tasarım tescil belgeleri ile yapılan tecavüzün ve haksız rekabetin tespitini, menini talep ve dava etmiş, asıl davanın ise reddini istemiştir.
Mahkeme uyulan Dairemiz bozma ilamı ve tüm dosya kapsamına göre, asıl davada davacı tarafa ait endüstriyel tasarımların hükümsüz sayılmış olsa bile bir işletmenin tescilsiz tasarımının başkası tarafından teknik bir zorunluluktan kaynaklanmadığı halde yanıltıcı benzerlik oluşturacak şekilde küçük farklılıklar dışında benzetilmesi haksız rekabet teşkil edeceği, somut olayda davalı tarafın davacıya ait profillerin iç kısımlarının zorunluluk olmadığı halde birebir aynı şekilde kullanımı olduğu, söz konusu kullanımın bilerek ve isteyerek meydana getirildiği ve haksız rekabeti önleyecek tedbirlerin alınmadığı gerekçesiyle taklit şekilde kullanıma konu ürünlerin haksız rekabet teşkil ettiği, bu nedenle davalı tarafın kullanımının engellenmesine, ürünlere ve üretim kalıplarına el konulmasına, imhasına, davalı tarafın ürünlerinin ne kadar kullanıldığı hususu tam olarak belli olmaması dikkate alındığında daha önceki mali bilirkişi raporu ve borçlar kanunu hükümleri hakkaniyet gereği talep ile bağlı kalınarak 10.000 TL maddi tazminata, 5.000 TL manevi tazminata ve hükmün ilanına, birleşen davada verilen karar kesinleşmiş olduğundan karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Kararı, asıl davada davacılar-birleşen davada davalı vekili ile asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Asıl dava, davacı adına tescilli tasarıma tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine ve tazminat istemine, birleşen dava ise asıl davada davacı adına tescilli tasarımların hükümsüzlüğü istemine ilişkindir. Mahkemece, birleşen davada 554 sayılı KHK’nın 3. maddesinde düzenlenen görünürlük unsurunun, dava konusu tasarımlarda bulunmadığı gerekçesi ile işbu tasarımların hükümsüzlüğüne karar verilmiş, asıl dava ise birleşen davada tasarımların hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerekçesi ile reddedilmiştir. Dairemizce yapılan temyiz incelemesi ile birleşen davada dava konusu çoklu tasarımların hükümsüzlüğüne dair verilen karara yönelik temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına karar verilerek kesinleşmiş bulunmaktadır. 
Asıl davada verilen karar ise, hükme esas alınan bilirkişi raporunda belirtilen davacının ürününün aynısının davalı tarafından taklit edildiğine dair eyleminin, TTK 54, 55. maddeleri uyarınca haksız rekabet teşkil edip etmediği yönünde bir değerlendirme yapılması gerekçesi ile bozulmuştur. Bozma sonrası mahkemece bilirkişi görüşüne başvurulmadan yukarıda yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dairemizin yerleşik içtihatlarında kabul edildiği üzere (11. HD. 21.03.2008 tarih 2008-1816 E 2008-3687 K), tescilli sınai hak konusu olmayan bir ürünü Türkiye’de ilk defa kullanan kişi büyük emek ve para harcayarak tanıtmışsa, aynı ürün bir başkası tarafından sırf bu emek ve tanınmışlıktan istifadeye yönelik olarak ve iltibasa sebebiyet verecek şekilde kullanıldığı takdirde bu davranışın ticari dürüstlük kuralıyla bağdaşmayan bir davranış ve haksız rekabet oluşturacağının kabulü gerekmektedir. Ancak, ürünler üzerinde kullanılan tanıtıcı işaretler ve üretilen ürünlerin teknik nitelikleri itibariyle her iki ticari işletme arasında iltibasa meydan verilmeksizin, aynı ürünün piyasaya sunulması durumunda ise, sadece önceki firmanın ürünü ilk kez ürettiği, emek ve sermaye harcayarak tanıttığından bahisle üstün hak sahibi olduğu da kabul edilemeyecek, böyle bir davranış dürüstlük kuralıyla bağdaşmayan bir davranış olarak nitelendirilemeyecektir. Davacı adına tescilli çoklu tasarım tescil belgesinin hükümsüzlüğüne dair kesinleşen kararın sonuçları 554 sayılı KHK’nin 45/1. maddesi uyarınca geçmişe etkili sonuç doğuracağından, işbu asıl dava bakımından da tescilsiz tasarım haline gelmiştir.
Haksız rekabetin önlenmesindeki amaç, serbest piyasa düzeninde herkesin dürüstlük kuralları içerisinde hareket etmek suretiyle rekabet kurallarına uygun olarak piyasada faaliyet göstermesi ve sonuçta; mal ve hizmetlerin nihai tüketicilerinin aldatılmasına izin verilmeksizin kaliteli mal ve hizmetlerin piyasa kurallarına göre oluşan en uygun fiyatla satışa sunulmasıdır. Bu durumda, sonradan aynı sektörde faaliyet gösteren kişiler ticari hayatta dürüstlük ilkesine uygun bir şekilde ve iltibastan kaçınmak suretiyle piyasaya mal veya hizmet ürettikleri takdirde, piyasada ilk kez üretim yapan ürünün tanınmasını sağlayan kişinin üstün hakkı bulunduğundan bahisle, sonradan faaliyete başlayan kişilerin eylemleri haksız rekabet olarak nitelendirilemez. Böyle bir üstün hakkın varlığının kabulü aynı zamanda, rekabet hukuku ilkelerine aykırı olarak piyasada o mal veya hizmetle ilgili tekel yaratılması ve serbest rekabetin ortadan kaldırılması suretiyle ekonominin sağlıklı bir biçimde gelişmesini engelleyeceğinden kabul edilemez. Mahkemece açıklanan hususlarda bilirkişi incelemesi yaptırılması suretiyle sonuca gidilmesi gerekirken sadece ürünlerin benzer olduğundan bahisle haksız rekabetin olduğu gerekçesi ile karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün davalı yararına bozulması gerekmiştir.
2- Ayrıca kabule göre de münhasıran uyuşmazlık konusu ve tecavüz oluşturduğu kabul edilen ürünlerin üretiminde kullanılan kalıpların imhasına karar verilmesi gerekirken infazda tereddüt oluşturacak şekilde üretim kalıplarının imhasına şeklinde hüküm kurulması da doğru görülmemiştir.
3- Bozma sebep ve şekline göre davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir. 
SONUÇ: Yukarıda 1 ve 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile asıl davanın davalı yararına BOZULMASINA, 3 nolu bentte açıklanan nedenlerle asıl davada davacı vekilinin asıl davaya yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 20.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Haksız Rekabet - Kötüleme İçermeyen Açıklamalar
• 35
11. HD, 5.3.2018, E. 2016/8448, K. 2018/1642
Sağlık sektöründe pek çok bilim insanı; üretilen ürünler, yiyecek maddeleri ve şeker konusunda kendi uzmanlık dallarında açıklamalar yapmakta; kötü üretilen yiyecek ve besin kaynaklarından halkı korumak için beyanlarda bulunmaktadır. Piyasayı etkileme olanağı bulunmayan bir kişinin, katıldığı sempozyumun sonuçlarından hareketle, kötüleme ve aşağılama niteliği taşımayan yorum niteliğindeki açıklamaları da bu kapsamda değerlendirilmeli ve haksız rekabet oluşturmadığı kabul edilmelidir.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 12/01/2016 tarih ve 2014/1196-2016/13 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A… G… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, başlıca tavuk yetiştiricileri tarafından 1992 yılında kurulan müvekkilinin üyelerinin menfaatlerini korumak için her türlü yasal faaliyette bulunmak yetkisine sahip olduğunu, radyoloji onkolojisi alanında yardımcı doçent olarak çalışan davalının ilk olarak 26.01.2013 tarihinde olmak üzere çeşitli tarihlerde medya aracılığıyla müvekkili derneğin üyelerini, üyelerin faaliyetlerini, ürünlerini haksız, yanlış, yanıltıcı açıklamalarla kötülediğini, bu yolla kamuoyunda yanlış ve haksız bir algı oluşturulduğunu, davalının eylemlerinin haksız rekabet teşkil ettiğini, davalının sözde tespitlerinin bilimsel yöntem veya laboratuvar incelemesi ile elde edilmediğini, teknoloji, bilim ve modern laboratuvar incelemesine dayanan araştırmaların davalının açıklamalarının gerçeğe aykırı olduğunu ortaya koyduğunu ileri sürerek davalının eylemlerinin haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitini, haksız rekabetin önlenmesini, sonuçlarının ortadan kaldırılmasını talep ve dava etmiştir. 
Davalı, sözlerinin gerçek olduğunu, ifadelerinde kişi ya da firma ismi geçmediğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalının piyasayı etkileme imkanının bulunmadığı, bilimsel araştırmalara değil, ABD’deki sempozyumun sonuçlarına dayandığı, açıklama şeklinin kötüleme ve aşağılama değil yorum niteliği taşıdığı, sağlık konusunda üretilen ürünler, yiyecek maddeleri, şeker konusunda çoğu bilim adamının kendi dallarında yorumlar yaparak kötü üretilen yiyecek ve besin kaynaklarından halkı korumaya yönelik beyanlarda bulunduğu, davalının beyanlarının da bu kapsamda değerlendirildiği, davalının açıklamalarının haksız rekabet teşkil etmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 6,70 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 05/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yönetim Kurulu Toplantısı- Çağrı Usûlü
• 36
11. HD, 21.3.2018, E. 2016/9409, K. 2018/2154
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 366, 391, 392
Yönetim kurulunu toplantıya çağırma yetkisi yönetim kurulu başkanındadır. Yönetim kurulu başkan vekili, yönetim kurulunu ancak yönetim kurulu başkanının bulunmadığı hâllerde çağırabilir. Yönetim kurulu başkan vekili, diğer yönetim kurulu üyeleri gibi, öncelikle yönetim kurulunun toplantıya çağrılmasını başkandan yazılı olarak talep etmelidir. Söz konusu usule uyulmaksızın alınan kararlar geçersizdir. 
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 18/11/2015 tarih ve 2015/267-2015/1110 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi E… C… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirketin yönetim kurulu başkanı olduğunu, yönetim kurulu başkan vekilinin 06.01.2015 tarihinde yönetim kurulunu topladığını ve kararlar aldığını, müvekkiline toplantıyla ilgili çağrı yapılmadığını, söz konusu toplantının TTK m. 366 ve TTK m. 391 ‘e aykırı olduğunu, zira başkan varken başkan vekilinin toplantı çağrısı yapamayacağını ileri sürerek 06.01.2015 tarihli 2015/04 nolu kararın batıl olduğunun tespitini ve şirkete tedbiren kayyım tayinini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; yönetim kurulu başkanı olan davacının şirkete uğramadığı, şirketi borç altına sokan sözleşmeler imzaladığını, rekabet yasağına aykırı olarak kurduğu başka şirketi bulunduğunu ve hakkında azil davası açıldığını, zorunluluktan dolayı söz konusu toplantının hazırlar arasında yapıldığını ve alınan kararın usulüne uygun olarak tescil edildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacının yönetim kurulu başkanı olduğu, ancak davalı şirket yönetim kurulunun 06.01.2015 tarih ve 04 nolu kararıyla davacının katılımı olmaksızın iki üye ile toplanarak yönelim kurulu başkanlığına dava dışı J… Ö…’ü başkan vekilliğine de dava dışı M…T… Ö…’ü oybirliği seçmiş olduğu, toplantıya çağrının kanunda herhangi bir şekle tabi tutulmadığı, ancak tüm yönetim kurulunun toplantıdan haberdar edilmesinin asıl amaç olduğu, yönetim kurulunu toplantıya çağırmanın başkanın görevi olduğu ve başkanın bulunmadığı zamanlarda başkan vekilinin de yönetim kurulunu toplantıya çağırabileceği yönündeki hükmün emredici olduğu, yönetim kurulu başkanı olan davacının görevini yerine getirmeye engel bir durumda olduğuna dair herhangi bir somut delil bulunmadığı gibi başkan olan davacıdan TTK m. 392/7’ye uygun şekilde toplantı yapılmasının talep edildiğine ve başkan tarafından bu talebin reddedildiğine ilişkin de herhangi bir belge bulunmadığı, davacının da kasten toplantıya çağrılmaksızın karar alındığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davalı şirketin yönetim kurulunun 06/01/2015 tarihinde 2015/4 nolu yönetim kurulu kararının batıl olduğunun tespitine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 6,70 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 21/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Şirkete Yönetim Kayyımı Atanması
• 37
11. HD, 8.3.2018, E. 2016/7714, K. 2018/1804
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 427.4
Bir tüzel kişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka bir yoldan sağlanamamış ise vesayet makamınca yönetim kayyımı atanması gerekmektedir. Ancak bir şirketin seçilmiş yönetim kurulu bulunduğu takdirde organ yokluğundan söz etmek mümkün olmadığı gibi, mevcut yönetim kurulunun, çalışamaz halde olması da Türk Ticaret Kanunu’nun sistematiği içinde giderilmesi her zaman mümkün bir durum olduğundan tek başına kayyım atanmasını gerektiren bir hâl değildir. Zira yönetim kayyımı atanabilmesi için şirket yönetim kurulunun oluşmasının mümkün olmaması ve bu boşluğun başkaca hukuki yollarla giderilmemiş olması şarttır.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Manavgat 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 17/12/2015 tarih ve 2015/215-2015/778 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı/karşı davalılar vekili ile davalı/karşı davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı/karşı davalılar vekili, müvekkillerinin davalı P… Tur. Tic. İnş. AŞ’nin ortaklarından olduğunu, davalı E… İnşaat Ltd. Şti ile A… Ö… Özen’in şirketin yönetim kurulu üyeleri olduğunu, şirketin çift imza ile temsil ve ilzam edildiğini, davalı E… Şirketi’nin davalı P… A.Ş.’ye karşı dava açtığını, bu davada şirketin temsil edilemediğini, sadece bu dava ile sınırlı olmak kaydı ile davalı P... A.Ş.’ye temsil kayyımı tayin edilmesini istemiştir. Karşı davada ise, işbu davanın asıl davayı uzatma amacıyla açıldığını, davalı karşı davacının muaraza çıkardığını, kendi çıkardığı muarazadan istifade edemeyeceğini, yönetim kayyımı atanmasına gerekçe gösterilen mali raporların şirket genel kurulunda oy birliği ile onaylandığını, savunarak karşı davanın reddini talep etmiştir. 
Davalı/karşı davacı vekili, asıl ve karşı davalı P… Turizm Ticaret İnşaat A.Ş’nin yönetimin seçildiği genel kuruldan beri toplanıp karar alamadığı, bu durumda şirkete yönetim kayyımı atanması gerektiğini, bu nedenle asıl davanın reddine karar verilmesi istemiştir. Karşı davada ise yönetici kayyımı atanmasını talep etmiştir. 
Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, asıl ve karşı davalı P… A.Ş.’nin yönetiminin 2 üyeden oluştuğu, çift imza ile şirketin temsil ve ilzam olunduğu, yönetimin bir araya gelerek iki imzalı ortak bir karar almalarının mümkün olmadığı, yönetim kurulu üyeleri arasında menfaat çatışmasının olduğu, Manavgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/113 esas sayılı dosyası ile görülen davada davalı P… Tur. Tic. İnş. A.Ş.’nin davada temsili için şirkete kayyım atanmasının kaçınılmaz olduğu, fakat dava dışı konularda da şirketin temsili ile şirketin yönetimi konularında yönetim kurulunun toplanması ve karar alması imkanı kalmadığı, bu durumda şirkete yönetim kayyımı atanmasının daha uygun olacağı, yönetim kayyımının aynı zamanda temsil ve yönetim yetkilerine haiz olacağı, bu anlamda yönetim kayyımı tayin edilmekle asıl davada davacının taleplerinin de karşılanmış olacağı, gerekçesiyle karşı davanın kabulüne, asıl davada karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. 
Kararı davacı/karşı davalılar vekili ile davalı/karşı davacı vekili temyiz etmiştir.
1) Asıl dava, görülmekte olan başka bir davada davacıların ortağı olduğu şirket aleyhine dava açan yöneticinin şirketi temsil yetkisinin olmadığı şirkete vekil tayin edilebilmesi için diğer yöneticinin tek başına işlem yapamadığı, bu nedenle de davada şirkete temsil kayyımı atanması gerektiği iddiasına dayalı temsil kayyımı atanması istemine, karşı dava ise şirkete yönetim kayyımı atanması istemine ilişkindir.
Mahkemece yukarıda özet olarak açıklandığı üzere şirketin müşterek temsile yetkili iki yöneticisinin bir araya gelemediği ve şirket işlerinin yürütülmesi olanağının kalmadığı gerekçesiyle karşı davanın kabulüne, asıl davanın ise karşı dava kabul edildiğinden konusunun kalmadığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
TMK’nin 427/4. maddesine göre bir tüzel kişi gerekli organlardan yoksun kalmış ve yönetimi başka bir yoldan sağlanamamış ise vesayet makamınca yönetim kayyımı atanması gerekmektedir. Anılan düzenlemeye göre yönetim kayyımı atanabilmesi için şirketin yönetim kurulunun bir şekilde oluşturulmasının mümkün olmaması ve bu boşluğun başkaca hukuki yollarla giderilmemiş olması şarttır. Şirketin seçilmiş yönetim kurulu bulunduğu takdirde organ yokluğundan söz etmek mümkün olmadığı gibi, mevcut yönetim kurulunun, çalışamaz halde olması da TTK’nin sistematiği içinde giderilmesi her zaman mümkün bir durumdur.
Bu durumda, karşı davanın reddine karar vermek gerekir iken, yönetim kurulunun üyeleri arasındaki çekişme nedeniyle toplanıp karar alamamasını organ yokluğu olarak kabul edip karşı davanın bu nedenle kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
2) Asıl davaya yönelik davacılar vekilinin temyiz itirazlarına gelince; şirketin iki yönetim kurulu üyesinden birisi olan E… Ltd. Şti, %50 paydaşı ve yönetim kurulu üyesi olduğu P… A.Ş. aleyhine alacağına dayanarak itirazın iptali davası açmış o davada, şirketi diğer yönetim kurulu üyesi Ali Özgür Özen’in münferiden temsil yetkisi bulunmadığından şirketi davada temsil etmekle sınırlı olarak temsil kayyımı atanması talebinin kabulü gerekirken yazılı gerekçeyle karşı davada yönetim kayyımı atandığı gerekçesiyle davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığı sonucuna varılması doğru görülmemiş asıl davadaki kararında davacılar yararına bozulması gerekmiştir.
3) Bozma neden ve şekline göre asıl davanın davalısı/ birleşen dava davacısı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1 ve 2 numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle asıl davada davacılar/karşı davadan davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile her iki kararın da asıl davanın davacıları yararına BOZULMASINA, 3 numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı/karşı davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 08/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Anonim Şirket - Oydan Yoksunluk- Yansoy Hısımlığı
• 38
11. HD, 14.3.2018, E. 2016/7190, K. 2018/1960
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 436, 445
4721 sayılı Türk Medenî Kanunu m. 17 
Pay sahibi ile şirket arasında kişisel nitelikte bir işle ilgili müzakerelerde, pay sahibinin eşi, altsoyu ve üstsoyu oy kullanamazlar. Yansoy hısımlığı Kanun’un ilgili maddesinde zikredilmediğinden, kardeşler yönünden genel kurulda oydan yoksunluk hali bulunmamaktadır.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 16.03.2016 tarih ve 2014/854-2016/230 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi E… C… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirketin %24 oranında hissedarı olduğunu, davalı şirketin 19.04.2013 tarihinde 2010-2011-2012 yıllarına ait genel kurulunun yapıldığını, söz konusu genel kurulda alınan 3, 4, 5, 15, 16 no’lu kararlara olumsuz oy kullandığını ve genel kurul tutanağında muhalefet şerhlerine yer verildiğini, alınan kararların kanuna, ahlaka ve iyi niyet kurallarına aykırı olduğunu, ayrıca yönetim kurulu üyelerinin yani şimdiki tasfiye memurlarının çok sayıda usulsüz işlemler yaptığını ileri sürerek tasfiye memurlarının azli ve Mahkemece yeniden tasfiye memuru atanmasına veya tasfiye sürecinin tedbiren durdurulması ile genel kurulda alınan kararların iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekilli; genel kurul toplantısının 3, 4, 5, 15, 16 nolu gündem maddelerinin iptali talebinin haklı ve hukuki hiçbir dayanağının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; toplantı tutanağının 5. maddesinde görüşülen yönetim kurulu üyelerinin ibrasına ilişkin oylamada, yönetim kurulu üyelerinin kendi ibralarında, sahibi olduğu paylardan doğan oy haklarını kullanmadıkları belirtilmiş ise de, üç kişiden oluşan yönetim kurulu üyelerinin sahip oldukları toplam oy sayısının 98.340 adet olduğu, ayrı ayrı oylama yapılmış olsa bile yönetim kurulu üyelerinin tamamının TTK’nun 436/2. maddesine göre ibrada oydan yoksun olduğu, toplam oy sayısı olan 132.000 adetten yönetim kurulu üyelerinin sahip olduğu oy sayısı çıkarıldığında geriye 33.000 adet oy muhalif olduğuna göre kalan 660 oy ile yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmeleri mümkün olmadığı, yönetim kurulu üyelerinin ibrasının da geçersiz olduğu ve alınan kararın iptalinin gerektiği; toplantı tutanağının 16. maddesinde; yönetim kurulu üyelerine TTK’nın 395. ve 396. maddelerinde yazılı yetki ve izinlerin verilmesi konusunun oylanmış olduğu, 33.000 ret oyuna karşılık 99.000 kabul oyu verildiği, ancak yönetim kurulu üyelerine anılan maddelerdeki yetkinin verilmesine ilişkin karar ortak ile şirket arasında şahsi bir işe ilişkin olduğundan TTK’nın 436/1. maddedeki oy yoksunluğu halinin uygulanmasının gerektiği, kardeş oldukları anlaşılan yönetim kurulu üyelerinin tamamının oydan yoksun olduğu, kalan 33.000 adet oyun karara muhalif olduğu, 660 adet oyun da yetki ve izin verilmesi için yeterli olmadığı, 16. maddede alınan kararın iptali gerektiği, diğer maddelerin iptalini gerektirir bir hal bulunmadığı, tasfiye memuru olan davalıların, bu görevinden azline gerekçe olacak herhangi bir haklı nedenin de tespit edilemediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 19.04.2013 tarihli genel kurul toplantısının 5. ve 16. maddesinde alınan kararın reddine, fazla talebin reddine karar verilmiştir.
Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Dava, anonim şirketin 19.04.2013 tarihli genel kurulunda alınan kararlarının iptali istemine ilişkindir. 6102 sayılı TTK 445. maddesinde genel kurul kararlarının iptalinin şartları ve usulü düzenlenmiş olup, ilgili yasal düzenlemeye göre, kanun veya esas mukavele hükümlerine ve bilhassa afaki iyiniyet esaslarına aykırı olan umumi heyet kararları aleyhine, tarihlerinden itibaren üç ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yerdeki mahkemeye müracaatla iptal davası açılabilir. Davacı taraf, genel kurulun 16. maddesi ile yönetim kuruluna TTK 395-396 maddelerinde yazılı yetki ve izinlerin verilmesi hususunun oyçokluğuyla kabul edildiğini ancak kanuna, ahlaka ve iyiniyet kurallarına aykırılık nedeniyle kararın iptali gerektiğini ileri sürmüş, mahkemece söz konusu genel kurul maddesinin 33.000 red oyuna karşılık 99.000 kabul oyu ile kabul edildiği ancak TTK 436/1. maddesinde yer alan oy yoksunluğu halleri gözetildiğinde kardeş oldukları anlaşılan yönetim kurulu üyelerinin tamamının oydan yoksun olduğu, kalan ortakların oylarının ise yeterli olmadığı gerekçesiyle genel kurul kararının iptaline karar verilmiştir.
TTK 436/1. maddesine bakıldığında düzenleme “pay sahibi kendisi, eşi, alt ve üstsoyu veya bunların ortağı oldukları şahıs şirketleri ya da hâkimiyetleri altındaki sermaye şirketleri ile şirket arasındaki kişisel nitelikte bir işe veya işleme veya herhangi bir yargı kurumu ya da hakemdeki davaya ilişkin olan müzakerelerde oy kullanamaz” şeklindedir. Oy yoksunluğunda yalnızca eş altsoy ve üstsoyun ortağı olduğu şirketlerle yapılacak işler zikredilmiş, kardeşler arasında böyle bir oy yoksunluğu hali düzenlenmemiştir. Kanun koyucunun yasa maddesinde açıkça altsoy ve üstsoy ibarelerine yer verdiği, kardeşler arasında ise TMK 17. maddesinde de ifade edildiği üzere yansoy hısımlığı bulunduğu, bu durumda, yönetim kurulu üyelerinin kardeş olması nedeniyle söz konusu genel kurul maddesinin oylamasında oydan yoksun olacağı şeklinde yorum yapılamayacağı, yapılan oylamada 99.000 kabul 33.000 red oyu kullanıldığı ve kararın gerekli çoğunlukla alındığı anlaşıldığından şirket genel kurulunun 16 numaralı kararının iptali talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, iptaline karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine; (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün davalılar yararına BOZULMASINA; ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 14.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Bağlam- Satın Alma Önerisi 
• 39
11. HD, 5.4.2018, E. 2016/8960, K. 2018/2472
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 493
Anonim şirket, devir konusu nama yazılı payları kendi veya diğer pay sahipleri ya da üçüncü kişiler hesabına satın alma teklifinde bulunursa, devrin pay defterine kaydedilmesini reddedebilir. Ancak şirketin, sadece payları alacağına ilişkin bildirim yapması yeterli değildir. Şirket, payları kimin adına satın alma önerisinde bulunduğunu ve paylar karşılığında teklif ettiği bedeli de açıkça göstermelidir. Aksi hâlde geçerli bir öneriden bahsedilemez.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Denizli Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 16/03/2016 tarih ve 2015/338-2016/244 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 03.04.2018 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davacılar vekili Av. N… O… dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hâkimi F… S… İ… tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacılar vekili, davacı M… Y… A…’ın davalı şirketteki %4 oranındaki payını 03/03/2014 tarihinde diğer davacı G… O…’a sattığını, pay devir işleminin şirket pay defterine kaydedilmesi için davalı şirket yönetim kuruluna başvuruda bulunduğunu, yönetim kurulunun 28/04/2014 tarihli ve 1 nolu kararıyla söz konusu pay devir işleminin tescilinin reddedildiğini, yönetim kurulunun 06/05/2014 tarihinde 28/04/2014 tarihli ve 1 nolu kararın görüşülmesi için toplandığını, toplantıda davacı M…Y… A…’ın %4oranındaki payının şirket ortaklarından G… O…’a %1 N… Ö…’e %1M… K…ya %1 ve K… Ö…’e %1 oranında devredilmesi halinde muvafakat verileceğine oyçokluğu ile karar verildiğini, davacı G… O…’ın şirket ortaklık yapısı dengesinin korunması ve şirket içinde belirli bir grubun ağırlık kazanmaması amacıyla M… Y… A…’a ait %4 payın %2’nin diğer ortaklardan akrabalık bağı olmayan M… K…’ya devredilebileceği konusunda bir öneri getirdiğini, ancak yönetim kurulunun müvekkili G… O…’ın iyi niyetle yapmış olduğu söz konusu öneriyi reddettiğini, daha önce şirketin eski ortağı A… R…Y…’ın %4 payının devrine onay verildiğini, bu nedenle eşit işlem ilkelerine de aykırı davranıldığını ileri sürerek davacılardan M… Y… A…’ın davalı şirkette sahip olduğu %4 payının pay defterine diğer davacı G… O… adına işlenmesi talebinin reddine dair 28/04/2014 tarihli yönetim kurulu kararının iptalini, söz konusu pay devir işleminin pay devir tarihi olan 03/03/2014 tarihi itibariyle pay defterine kaydedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın süresinde açılmadığını, şirketin almış olduğu kararlarda hakkın kötüye kullanılmasından söz edilemeyeceğini, dava dilekçesinde iddia edilenin aksine 28/04/2014 tarihli yönetim kurulu kararının haksız ve hukuka aykırı olmayıp ortaklar arasındaki eşitlik nedeni ile ahenkli ve uyumlu çalışmanın bozulması sonucunun doğmamasına çalıştığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; dava konusu olayda şirket ile davacı ortak arasında pay devir işleminden kaynaklanan uyuşmazlık söz konusu olup, 5 yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğundan davanın süresinde açıldığı, davacı M… Y… A…’a ait %4 payın davacı G… O… adına tesciline yönelik talebin reddine dair 28/04/2014 tarihli yönetim kurulu kararının iptali ile söz konusu pay devir işleminin pay devir tarihi olan 03/03/2014 tarihi itibariyle pay defterine kaydedilmesi talebinin ya da %4 payın kurucu ortaklar arasında %1’er pay olarak paylaştırılmasına yönelik davalı şirketin önerisinin şirket ortakları arasında pay ve paydaşlık durumları yönünden dengeleri bozacağı, bazı ortakları diğer ortaklara göre daha güçlü konuma getireceği, bu durumun da davalı şirketin menfaatine aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. 
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, 6102 sayılı TTK’nin 460/5 maddesinde düzenlenen bir aylık dava açma süresinin kayıtlı sermaye sisteminde yönetim kuruluna tanınan sermaye artış kararlarının iptaline ilişkin olup dava konusu uyuşmazlıkta ilgili hükmün uygulanamayacak olmasına göre davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının, davacılar vekilinin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 
2-Dava, davacılardan M… Y…. A…’ın davalı E… Emaye Mutfak Eşyaları ve Boya Sanayi Ticaret A.Ş’de sahip olduğu ve diğer davacı G…. O…’a devredilen %4 payın devralan adına pay defterine kaydedilmesi talebinin davalı şirket yönetim kurulunca reddi nedeniyle söz konusu pay devir işleminin pay defterine kaydedilmesi istemine ilişkin olup davalı şirket aleyhine açılan ifa davasıdır.
6102 sayılı TTK’nin 493. maddesinde “Şirket, esas sözleşmede öngörülmüş önemli bir sebebi ileri sürerek veya devredene, paylarını, başvurma anındaki gerçek değeriyle, kendi veya diğer pay sahipleri ya da üçüncü kişiler hesabına almayı önererek, onay istemini reddedebilir. Pay sahipleri çevresinin bileşimine ilişkin esas sözleşme hükümleri, şirketin işletme konusu veya işletmenin ekonomik bağımsızlığı yönünden onayın reddini haklı gösteriyorsa, önemli sebep oluşturur. Bundan başka, devralan, payları kendi adına ve hesabına aldığını açıkça beyan etmezse şirket, devrin pay defterine kaydını reddedebilir. Paylar; miras, mirasın paylaşımı, eşler arasındaki mal rejimi hükümleri veya cebrî icra gereği iktisap edilmişlerse, şirket, payları edinen kişiye, sadece paylarını gerçek değeri ile devralmayı önerdiği takdirde onay vermeyi reddedebilir. Devralan, paylarının gerçek değerinin belirlenmesini, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden isteyebilir; bu hâlde mahkeme şirketin karar tarihine en yakın tarihteki değerini esas alır. Değerleme giderlerini şirket karşılar. Devralan, gerçek değeri öğrendiği tarihten itibaren bir ay içinde bu fiyatı reddetmezse, şirketin devralma önerisini kabul etmiş sayılır. Esas sözleşme devredilebilirlik şartlarını ağırlaştıramaz.” hükmü düzenlenmiş olup, anonim şirketlerin nama yazılı payların devrini reddedebileceği haller gösterilmiştir. Buna göre nama yazılı payların devri, esas sözleşmede öngörülen önemli sebeplere dayanılması, şirketin devir konusu payları kendi veya diğer pay sahipleri ya da üçüncü kişiler hesabına satın alma teklifinde bulunması, devralanın payları kendi adına ve hesabına aldığını açıkça belirtmemesi hallerinde reddedilebilecektir. Davalı şirket ana sözleşmesinde önemli bir sebep gösterilmediği gibi devralanın payları kendi adına ve hesabına aldığını belirtmemesi durumu da söz konusu olmamakla madde hükmündeki “şirketin devir konusu payları kendi veya diğer pay sahipleri ya da üçüncü kişiler hesabına satın alma teklifinde bulunması” açısından red kararı değerlendirilmelidir. 
Anonim şirket tarafından satın alma önerisinin yapılabilmesi için esas sözleşmede nama yazılı payların devrinin anonim şirketin onayına bağlı olduğuna dair bir hüküm bulunmalıdır. Bununla birlikte anonim şirket satın alma önerisi yaparken paya/paylara ödeyeceği bedeli açıklamalıdır. Yoksa sadece payları alacağını bildirmesi yeterli değildir. TTK’nin 493. maddesinin 5 ve 6 fıkralarında belirtilen tüm mekanizma ancak anonim şirket bedeli önermişse işleyebilir. (Poroy, Tekinalp, Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku II, S.146)
Somut olayda, davalı anonim şirket ana sözleşmesinde nama yazılı hisse senetlerinin devrinin yönetim kurulunun muvafakatine bağlı olduğu yönünde hükmün yer aldığı, ortaklardan M… Y… A…’ın %4’lük payının diğer ortak G… O…’a devri işleminin şirket pay defterine kaydedilmesi için yönetim kuruluna başvurduğu, davalı şirket yönetim kurulunun 28/04/2014 tarihli kararıyla oy çokluğu ile pay devir işlemini reddettiği, yönetim kurulunun daha sonra 06/05/2014 tarihinde aynı konuyu görüşmek üzere toplandığı ve devir konusu payın %1’lik oranlar halinde olmak üzere G… O…, N… Ö…, M… K… ve K… Ö…’e devredilmesi halinde devre muvafakat verileceğine oy çokluğu ile karar verildiği, bu kararların devredene bildirildiği, davacıların devre onay taleplerini yineledikleri, talebin bir kez daha reddedildiği anlaşılmaktadır. Yönetim kurulu kararlarında satın alma önerisi yapılırken devredilen paylara ödenecek bedel gösterilmediği gibi, şirketin devir konusu payları kendi veya diğer pay sahipleri ya da üçüncü kişiler hesabına satın alma teklifinde de bulunmadığı görülmektedir. Dolayısıyla TTK’nin 493. maddesi uyarınca davacı şirketçe yapılmış geçerli bir önerinin bulunmadığı anlaşıldığından davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddedilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının, davacılar vekilinin ise sair temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacılar yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.630,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 6,70 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden davacılara iadesine, 05/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Limited Ortaklık- Pay Devrine Zımnen Onay Verilmesi 
• 40
11. HD, 16.4.2018, E. 2016/10438, K. 2018/2765
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 595
Limited ortaklıkta pay devrinin geçerli olabilmesi için kural olarak genel kurulun devre onay vermesi gerekmektedir. Devir, onay tarihi itibariyle geçerlilik kazanır. Genel kurul üç ay içerisinde pay devrini reddetmediği takdirde, devre zımnen onay vermiş sayılır. Bu durumda devrin ortaklığa karşı geçerlilik kazandığı an, üç aylık sürenin sonudur. Üç aylık süre, devre onay verilmesi talebini içeren ihtarnamenin şirket tarafından tebellüğ edildiği tarihten başlar.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Mersin 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 02.06.2016 tarih ve 2015/477-2016/297 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı Mersin Ticaret ve Sicil Müdürlüğü vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi M… A… T… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin, davalı şirketin kuruluşunda davalı R… İ… ile birlikte yer aldığını, şirketin 1000 adet payından 250 adet payının müvekkiline ait olduğunu, şirket müdürü olarak davalı R… İ…’nin atandığını, şirket kurulduktan sonra davalı R… İ…’nin şirket faaliyetleri ve gelir giderleri hakkında müvekkiline sağlıklı bilgi vermediğini, müvekkilinin 250 pay hissesini, 18/03/2014 tarihinde noterden devir sözleşmesi ile davalı R… İ…’ye devrettiğini, şirketin tüm belge defter ve kayıtlarının davalı R… İ…’de olduğunu, R… İ…’nin hisse devrini Ticaret Sicil kayıtlarına işletmediğini, ticaret sicile tescil için başvurduğunu ancak ticaret sicilin tescil etmediğini iddia ederek devir sözleşmesi ile yapılan hisse devrin tespiti ve tesciline, mümkün olmadığı takdirde haklı nedenle devir tarihinde şirketten çıkmamın yapılması ve ticaret sicile tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı sicil müdürlüğü vekili, müvekkile yapılmış başvuru bulunmadığını, müvekkile husumet düşmediğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.
Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davacının 250 pay hissesini 18/03/2014 tarihinde davalı R… İ…’ye devrettiği, şirket müdürü olan davalı R… İ…’nin hisse devrini Ticaret Sicil Müdürlüğüne işletmediği, davalı R… İ… şahsı ve müdürü olduğu E… şirketi adına davaya ve pay defteri ve diğer kayıt ve belgelerini göndermesi için yazılan ihtarlı yazılara cevap vermediği, davacının davalı R… İ… ve davalı şirkete, hisse devrini ticaret siciline işletmesi yönünde ihtarat yaptığı, davacının hisse devrini usulüne uygun olarak yaptığı, hisse devri yapması nedeniyle ortaklıktan çıktığı, limited şirkette hisse devrinin tescilinin şirket müdürünce istenebileceği, şirket müdürü olan davalı R… İ…’nin bu işlemden kaçındığı, dolayısıyla da davacının tescile icbar davası açmakta haklı olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davacının davalı E… Nakliyat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nde bulunan 250 pay hissesinin 18/03/2014 tarihinde davalı R… İ…’ye devredildiğinin tespitine, devir işleminin 18/03/2014 tarihi itibariyle geçerli olacak şekilde Mersin Ticaret Sicil Müdürlüğünün kayıtlarına işlenmesine ve ilanına karar verilmiştir.
Kararı davalı Mersin Ticaret ve Sicil Müdürlüğü vekili temyiz etmiştir.
Dava, limited şirket hisse devrinin tespiti ile tescil ve ilanı istemine ilişkindir. Davacının, diğer ortak olan R…’ye hissesini noterden 18/03/2014 tarihinde devrettiği, devrin tescili için davalı şirkete noterden gönderdiği ihtarnamenin 04.08.2015 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. 6102 sayılı TTK’nın 595/son fıkrasına göre hisse devrinin tescili için yapılan başvuru, şirket genel kurulu tarafından 3 ay içerisinde red edilmediği takdirde onay vermiş sayılır. Bu hüküm doğrultusunda hisse devrinin onay tarihinden itibaren şirkete karşı geçerli hale geleceği ve onay tarihi itibarıyla ortaklık devrinin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, genel kurulca 04/11/2015 tarihi itibarıyla onay verildiği kabul edilerek taraflar arasındaki devrin 04/11/2015 tarihinde gerçekleştiğine karar verilmesi gerekirken 18/03/2014 tarihli devir sözleşmesi tarihinden itibaren devrin gerçekleştiğine karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün açıklanan bu sebeple bozulması gerekmiş ise de, anılan bu yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, HUMK 438/7 maddesi uyarınca mahkeme kararının düzelterek onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Ticaret Sicili Müdürlüğü vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hüküm fıkrasının ikinci ve üçüncü bendinde yer alan ‘’18/03/2014’’ ibaresinin hüküm fıkrasından çıkartılarak yerine ‘’04/11/2015’’ ibaresinin yazılmasına, hükmün bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 16.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kambiyo Senedi - Araştırma Yükümlülüğü
• 41
11. HD, 21.03.2018, E. 2016/8835, K. 2018/2186
Ticari ilişkiye girmediği bir şirket tarafından keşide edilen çeki alan kişi, çekin gerçekten de keşideci şirketi temsile yetkili kişi tarafından düzenlenip düzenlenmediğini araştırmalıdır.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 30.03.2016 tarih ve 2015/356-2016/245 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava konusu meblağ 22.420,00 TL’nin altında bulunduğundan 6100 sayılı Kanun’un geçici 3/2. maddesi delaletiyle uygulanması gereken HUMK 3156 sayılı Kanunla değişik 438. maddesi gereğince duruşma isteğinin reddiyle incelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dava dosyası için Tetkik Hakimi N… K… U… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalı şirketin müvekkili aleyhine çeke dayalı olarak başlattığı icra takibi sonucu müvekkilinin ferileriyle birlikte 21.123,56 TL olan dosya borcunu ihtirazı kayıtla ödemek zorunda kaldığını, müvekkili şirket yetkililerinin ödeme emrinin kendilerine tebliğinden sonra böyle bir çek keşide edildiğini öğrendiğini, şirket kayıtları incelendiğinde müvekkili şirketin işbu takibe konu olan çeke ilişkin davalı şirketten herhangi bir mal alışının olmadığının görüldüğünü ileri sürerek müvekkilinin borçlu olmadığı halde haksız yere ödemek zorunda kaldığı toplam 21.123,56 TL’nin ödeme tarihinden itibaren hesaplanacak reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile %40 oranında kötü niyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkili şirketin K… Hidrolik Y… K… ile olan ticari ilişkisinden dolayı 15.688,00 TL alacaklı olduğunu, müvekkili şirkete bu alacağına karşılık ödeme yerine kaim olmak üzere aynı zamanda davacı şirketin imzaya yetkili müdürü olan Y… K…’nın imzası ile davacı şirketin çekinin verildiğini, davacının istirdat sebebinin yerinde olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda; Y… K…’nın şirketin kuruluşundan şirket ortaklığından ayrıldığı tarihe kadar şirketi temsil ve ilzama yetkili olmadığından yetkisiz temsilci tarafından keşide edilen bir çek nedeniyle davacı tüzel kişinin sorumlu olmasının mümkün olmadığı, davalı şirketin ise ticari ilişkiye girilmemiş olan bir şirketi temsilen keşide edilen çekin, gerçekten de davacı/keşideci şirketi temsile yetkili kişi tarafından keşide edilip edilmediğini denetleme yükümlülüğü altında olduğu ancak davalı şirketin bu yükümlülüğünü yerine getirmediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. 
Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 1.404,32 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 21.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Zayi Nedeniyle İptal Davası - Ödeme Yasağı Kararı
• 42
11. HD, 3.4.2018, E. 2016/9910, K. 2018/2361
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 763
Çekin iptali davasında çek hamilinin ortaya çıkarak çeki mahkemeye sunması hâlinde; iptal talebinde bulunanın istirdat davası açması için süre verilir. İstirdat davası açılmaması hâlinde çek hamiline iade edilir ve çek hakkında verilen ödeme yasağı kaldırılır. Derdest bir istirdat davasının varlığı durumunda ise çek hakkında verilmiş bulunan ödeme yasağı kaldırılmamalıdır. Bu sayede istirdat davasını açan, davayı çekin ödenmesi korkusundan uzak bir şekilde yürütebilmektedir.
YARGITAY KARARI
Hasımsız olarak görülen davada Çanakkale 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 13/07/2016 tarih ve 2015/410-2016/258 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi Ö… E… S… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin hamili olduğu iki adet çekin vadesinin yaklaşması üzerine tahsil için oğluna vermek istediğinde kaybettiğini anladığını ileri sürerek çeklerin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece tüm dosya kapsamına göre; çek iptali davalarının hasımsız açılan davalardan olduğu, yapılan yargılama sırasında çek hamilinin ortaya çıktığı, çek iptali davasını açan davacıya, mevcut çek hamiline karşı çek istirdadı davası açması konusunda verilen süre içerisinde davacının istirdat davası açtığı, işbu davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle konusuz kalan çek iptali davasının esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, zayi nedeniyle çek iptaline ilişkindir. Mahkemece, dava konusu iki adet çekin hamilinin ortaya çıktığı, davacıya verilen süre içerisinde çek hamiline karşı istirdat davası açıldığı, davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına ve çekler ile ilgili verilen ödeme yasağı tedbirinin kaldırılmasına karar verilmiştir. Ancak 6102 sayılı TTK’nin 763. maddesinde iptali istenen kambiyo senedinin mahkemeye sunulması durumunda davacıya istirdat davası açması için süre verileceği, davacının bu süre içinde dava açmaması durumunda, mahkemenin, kambiyo senedini, sunmuş olana geri vereceği ve muhatap hakkındaki ödeme yasağını kaldıracağı düzenlenmiş olup, bu düzenlemenin mefhumu muhalifinden anlaşılacağı üzere verilen süre içerisinde istirdat davasının açılmış olması durumunda kambiyo senedine ilişkin konulan ödeme yasağının kaldırılmaması gerekir. İstirdat davasını açan davacı, senedin ödeneceği endişesinden uzak bir şekilde yürütür (Prof. Dr. Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 1997, s. 294). Somut olayda davacının mahkemece kendisine verilen süre içerisinde istirdat davası açtığı sabit olup, anılan düzenlemeler gözetilerek karar verilmesi gerekirken ödeme yasağına ilişkin tedbirin kaldırılmasına karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir. 
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 03/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Çek - Mükerrer Ödeme
• 43
11. HD, 8.5.2018, E. 2016/15020, K. 2018/3317
Çek bedelini hem haricen tahsil edip hem ciro ederek yetkili hamile karşı tekrar ödenmesine sebebiyet veren kişiye karşı genel hükümler çerçevesinde sebepsiz zenginleşme davası açılabilir.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Tekirdağ 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 25/02/2016 tarih ve 2015/513-2016/172 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi Ö… E… S… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin ciranta olduğu çekte, davalının kendisine ait ciroyu çizerek ciranta vasfını kaybettiğini, davalının buna rağmen müvekkili K… K… ‘a yanlış bilgi vererek söz konusu çek aslının kendilerinde olduğunu, çeki bankaya ibraz ettiğinde çekin karşılıksız çıktığından bahisle, ciranta olarak çek bedelini müvekkilinden istediğini, müvekkilinin 8.250,00 TL’yi davalının banka hesabına ödediğini, davalının haksız olarak çek bedelini tahsil ettiğini ileri sürerek ödenen paranın iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı şirket, usule uygun tebligat yapılmasına rağmen davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece tüm dosya kapsamına göre; davacının çeki ciro ile teslim ettiği ikinci cirantadan ciro ile devralan üçüncü cirantaya ödeme yapınca çekin ibrazını istemediği, çeki elinde bulunduran ikinci cirantanın yetkili hamil olarak kendinden önceki ciranta olan davacıya müracaat hakkı olduğu, aynı şekilde yetkili hamil olan üçüncü cirantanın da yetkili hamil olarak kendinden önce gelen cirantalara müracaat hakkı olduğu, kambiyo senedinin mahiyeti gereği ibraz edilmeden ödeme yapılınca yetkili hamile tekrar ödeme yükümünü getirdiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayalı alacak istemine ilişkindir. Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının mal varlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur. 
Somut olayda, davalı, çek hamili olmamasına rağmen çek bedelini tahsil etmiş olup, davacı da çek bedelini icra kanalıyla yetkili çek hamiline ödemek zorunda kalmıştır. Davacının davalıya yapmış olduğu ödeme dekontundan açıkça anlaşıldığı üzere davacının ödemeyi çekten doğan borcunu ifa etmek amacıyla yapmış olduğu sabittir. Ancak davalının çek bedelini çeki ciro etmek suretiyle de tahsil ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece, davacının işbu davayı genel hükümler çerçevesinde açtığı gözetilerek sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre karar verilmesi gerekirken, “kambiyo senedinin mahiyeti gereği ibraz edilmeden ödeme yapılınca yetkili hamile tekrar ödeme yükümünü getirdiği” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile kararın yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 08/05/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Sahte veya Tahrif Edilmiş Çek - Muhatabın Kusursuz Sorumluluğu
• 44
11. HD, 12.3.2018, E. 2016/8943, K. 2018/1854
6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu m. 724 [6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 812]
Sahte veya tahrif edilmiş bir çeki ödemiş olmasından doğan zarar kural olarak muhatap bankaya ait olur. Bankanın bu sorumluluğu kusura bağlı değildir. Keşidecinin, aleyhine yapılan icra takibinde imzaya itiraz etmemiş olması imzanın sahte olma ihtimalini ortadan kaldırmayacağından, muhatap bankanın bu durumda da sahte imza nedeniyle sorumluluğu doğabilir.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 21/04/2016 tarih ve 2015/254-2016/393 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi S… E… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili; müvekkilinin muhatap banka olduğu ve müşterisi dava dışı M… Petrol Ürünleri Petrol İstasyonları Malzeme ile Makine Yağlar San. ve Tic. Ltd Şti. tarafından keşide edilen üç adet çekin davalı tarafından takas odasına ibraz edildiğini, takas odası tarafından çekin karşılığının olmadığının bildirilmesi üzerine çeklerin yasal sorumluluk miktarlarının tahsili için müvekkiline başvurulduğunu, ancak söz konusu çeklerdeki imzalar ile keşideci imzalarının benzeşmediği için ödeme yapılmadığını, bunun üzerine davalı tarafından çeklerin yasal sorumluluk miktarları için müvekkili aleyhine icra takibi başlatıldığını ve icra takibinin kesinleşmesi üzerine müvekkili tarafından icra dosyasına 2.309,27 TL ödeme yapıldığını, oysa çeklerdeki imzalar ile keşideci imzasının benzemediğini, bu nedenle müvekkilinin yasal sorumluluk miktarını ödeme zorunluluğunun bulunmadığını, ayrıca çeklerin yasal sorumluluk miktarının çek başına 500,00 TL olmasına rağmen çek başına 600,00 TL ödendiğini ileri sürerek 2.309,27 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davacı tarafından icra dosyasına ödenen yasal sorumluluk miktarına ilişkin itirazının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; dava konusu çek bedelleri için keşideci aleyhine de icra takibi yapıldığı ve icra takiplerinin kesinleştiği, keşidecinin davaya ve icra takibine konu edilen çekler yönünden imzalarına bir itirazının bulunmadığı, ayrıca hesap açılış kartonundaki imza ile çeklerdeki keşideci imzası arasında farklılık da gözlenmediği, her bir çek yaprağı için 2010 yılında 600,00 TL asgari çek tazmin bedelinin istenebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava karşılıksız çıkan çeklerin yasal sorumluluk bedelleri için icra dosyasına yapılan ödemenin istirdadı istemine ilişkindir. Davacı vekili, davalı tarafından ibraz edilen ve karşılıksız çıkan dava konusu çeklerdeki imzalar ile imza kartonundaki keşideci imzasının benzememesi üzerine davalıya çeklerin yasal sorumluluk bedellerinin ödenmediğini, bunun üzerine davalının icra kanalıyla müvekkilinden çeklerin yasal sorumluluk bedellerini haksız olarak tahsil ettiğini ileri sürmüştür. Mahkemece, davalının dava konusu çekler için keşideci aleyhine yaptığı ve kesinleşen icra takibinde keşidecinin imza inkarında bulunmadığı, bu nedenle imza incelemesine gerek olmadığı, ayrıca çeklerdeki imza ile imza kartonundaki imzanın benzediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, çeklerin ibraz edildiği tarihte yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’nin 724. maddesine göre “tahrif edilmiş bir çeki ödemiş olmasından doğan zarar muhataba ait olur; meğer ki senette keşideci olarak gösterilen kimseye kendisine bırakılan çek defterini iyi saklamamış olması gibi bir kusurunun isnadı mümkün olsun”. Öğreti ve yerleşik Yargıtay uygulamasına göre, muhatap bankanın bu maddede öngörülen sorumluluğu kusur aranmayan bir sorumluluk olup, muhatap bankanın sahte çek nedeniyle ödeme yapması durumunda muhatap banka kusursuzluğunu ispat etse bile bu sorumluluktan kurtulamayacaktır. Bu itibarla, keşidecinin dava konusu çekler nedeniyle aleyhine yapılan icra takibinde imzaya itiraz etmemesi, çeklerdeki imzanın sahte olma ihtimalini ortadan kaldırmayacağı için muhatap bankanın sahte imza nedeniyle ödeme yapmaması da Kanun’un bankaya yüklediği bir yükümlülüktür. Bu durumda, mahkemece, dava konusu çeklerdeki imzanın keşideciye ait olup olmadığı hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. 
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 12/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yabancı Mahkeme Kararlarının Tenfizi - Kamu Düzeni İncelemesi - Anonim Şirketin Kendi Paylarını İktisap Yasağı
• 45
11. HD, 3.4.2018, E. 2017/259, K. 2018/2278
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun m. 54/c 
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 329.1, 405.2
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 405.2
Yabancı mahkeme kararının açıkça Türk kamu düzenine aykırı olması, kararın tenfizini engeller. Tanıma ve tenfiz hukukundaki kamu düzenine aykırılık kavramı, iç hukuktaki emredici kurallara aykırılık kavramından daha dar bir anlama sahiptir. Kamu düzeni gerekçesiyle yabancı mahkeme kararının tenfizine istisnaen müdahale edilmelidir. 
Türk hukukunda kabul edilen anonim ortaklıkların kendi paylarını iktisap edemeyeceklerine dair ilke, Avrupa’da hâkim olduğu gibi Alman hukukunda da kural olarak benimsenmiş bulunmaktadır. Benzer ilkelerin egemen olduğu yabancı ülkedeki yargılamada verilen karar, kişinin savunma hakkı da ihlâl edilmediğinden, Türk kamu düzenine aykırı kabul edilmemelidir.
YARGITAY KARARI
Taraflar arasında görülen davada Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 30/11/2010 tarih ve 2010/283-2010/487 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hâkimi S… E… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili; Almanya Köln 22. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen 22 O 77/07 sayılı kararının kesinleştiğini ve tenfiz şartlarının oluştuğunu ileri sürerek, bu kararın tenfizine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; yabancı mahkeme tarafından müvekkilinin savunma hakkının ihlal edildiğini, bu nedenle kararın tenfiz edilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre; davacının Alman mahkemelerinde alacak davası açarak talebini hüküm altına aldırdığı, ancak Türkiye’de açılan aynı nitelikteki davaların 6762 sayılı TTK’nin 405/2 maddesi uyarınca reddedildiği ve bu nitelikte kararların Yargıtay’ca onandığı, bu yasal düzenleme karşısında yabancı mahkeme kararının tenfizine karar verilmesi halinde açıkça Türk Yasaları’na aykırı bir durum oluşacağı ve kamu düzenine de aykırı olacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, yabancı mahkeme kararının tenfizi istemine ilişkin olup, mahkemece 5718 sayılı MÖHUK’un 54. maddesinin (c) bendi uyarınca, yabancı mahkeme hükmünün Türk kamu düzenine açıkça aykırı olduğu gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiştir. 
Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak alınmış ve kesinleşmiş ilamlar hakkında, yetkili mahkemenin tenfiz kararı verebilmesi için 5718 sayılı Kanunun 54/c maddesi uyarınca, hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması gereklidir. Kanunda kamu düzeni kavramının zamana ve yere göre değişebilen niteliği gereği bir tanımlama yapılmaktan kaçınılmış ve konunun hâkimin takdirine bırakılması tercih edilmiş, ancak kamu düzenine aykırılığın “açıkça” olmasının aranmasıyla bu konuda takdir hakkı bulunan hâkime bir sınırlama getirilmek istenmiştir. Bu düzenleme, Türk tenfiz hukukunda, kamu düzeni kavramının izin verdiği ölçüde, yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi lehine bir eğilimin bulunduğunu göstermektedir. Doktrinde de bu konuda hâkime yardımcı olması bakımından bazı kriterler verilmiştir. Buna göre örneğin Türk tenfiz hâkimi “kural olarak” yabancı mahkeme kararının doğruluğunu inceleyemez (revision au fond yasağı). Zira aksinin kabulü, aynı davanın Türk mahkemesinde tekrar görülmesi ve yeni bir Türk mahkemesi kararının ortaya çıkması sonucunu doğurur. Ancak örneğin Türk hukukunun vazgeçilmez kabul ettiği temel prensiplerini ihlal eden veya milletlerarası alanda geçerli olan ortak ilkelere aykırı bulunan yabancı mahkeme kararları tenfiz edilemez. Tenfiz hâkimi takdir hakkını kullanırken, her somut olayın kendine mahsus özelliklerini de dikkate almalıdır.
O halde dava konusu uyuşmazlık yönünden de somut olayın özelliklerine göre bir inceleme ve değerlendirme yapılmalıdır. Burada ilk olarak yabancı mahkemece davalının savunma hakkının ihlal edilip edilmediğinin incelenmesi gereklidir. Somut olayda yabancı mahkemece, dava dilekçesi ve ekleri davalıya 1965 tarihli Hukukî ve Ticarî Konularda Adlî ve Gayrı Adlî Belgelerin Yabancı Memleketlerde Tebliğine Dair Lahey Sözleşmesi’ne uygun olarak tebliğ edilmiş, davalının davaya karşı savunma yapmak isteğini göstermemesi nedeniyle, Alman Usul Yasası’nın 331/3. ve 276. maddeleri uyarınca, davacının talebi üzerine, sözlü yargılama yapılmaksızın “gıyabi karar” verilmiştir. Buraya kadar olan gelişmelerin Türk kamu düzenine aykırı veya davalının savunma hakkını kısıtlar nitelikte olmadığı, benzer olaylarda Yargıtay dairelerince verilen kararlarla da benimsenmiştir (Yargıtay 13. HD. 01.10.1992 gün ve 5764 E.-7352 K., Yargıtay 11. HD. 06.07.2010 gün ve 2008/12797 E.- 2010/7992 K.). Zira “kural olarak” her mahkeme kendi usul hükümlerini uygular ve yabancı mahkemenin uyguladığı usulün Türk usul hukukundan farklı olması, Türk kamu düzeninin müdahalesi için tek başına yeterli sebep oluşturmaz. Aynı ilkeler yabancı mahkemece uygulanan ispat hukuku açısından da geçerlidir. 
Somut uyuşmazlıkta incelenmesi gereken diğer bir konu da benzer olaylarda Türkiye’de açılan davaların, TTK.’nin 329/1. ve 405/2. maddelerinde düzenlenen, anonim şirketlerin kendi hisselerini temellük edemeyecekleri ve pay sahiplerinin sermaye olarak şirkete verdiklerini geri isteyemeyecekleri ilkeleri gereği reddedilmesine rağmen, aynı şartlardaki ortaklarca yabancı mahkemelerde açılan davaların kabul edilmesinin ve alınan farklı yöndeki bu yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de tenfizinin, Türk kamu düzenine aykırılık oluşturup oluşturmayacağıdır. Nitekim mahkemece bu durum, T.C. Anayasası’nın kanun önünde eşitlik ilkesine ve kamu düzenine aykırı kabul edilmiştir. 
Somut uyuşmazlık yönünden asıl incelenmesi gereken husus, yabancı mahkeme kararının, Türk mahkemelerinden alınan kararlar ile bağdaşmaması halinin, Türk kamu düzenine aykırılık oluşturup oluşturmayacağı noktasıdır. Burada ilk olarak tanıma ve tenfiz hukukundaki kamu düzenine aykırılık kavramının, iç hukuktaki emredici kurallara aykırılık kavramından daha dar ve sınırlı bir anlama sahip olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla kamu düzeni gerekçesiyle yabancı mahkeme kararının tenfizine istisnaen müdahale edilmelidir. Ayrıca somut uyuşmazlıkta yukarıda açıklanan revision au fond yasağından ayrılmayı gerektirecek bir özellik de bulunmamaktadır. Yine aynı davanın Türk mahkemelerinde görülmesi halinde farklı sonuca varılacak olması, “tek başına” tanıma ve tenfiz engeli oluşturmayacaktır. Zira, esasa uygulanacak yabancı hukuk gibi yabancı mahkeme kararlarının da Türk mahkemelerinden verilecek kararlarla aynı olması beklenemez. 
Bu noktada belki Türk tarafların Türk hukukunun emredici hükümlerinden kaçmak amacıyla yabancı mahkemeden bir karar elde etmeye ve bu kararı Türkiye’de tenfiz ettirmeye çalışmalarının adalet duygusunu sarsacağı, bir başka emredici kural olan kanuna karşı hile yasağına ve bu sebeple de Türk kamu düzenine aykırılık oluşturacağı düşünülebilir (Prof. Dr. Ergin Nomer Prof. Dr. Cemal Şanlı, Devletler Hususi Hukuku, İstanbul 2009, 17. Bası, sayfa: 491, dipnot: 270). Ancak öncelikle böyle bir durumun varlığı davalı tarafça ispat edilebilmiş değildir. Kaldı ki somut olayın dikkat edilmesi gereken başka bir özelliği daha vardır. O da Türk hukukunda kabul edilen anonim şirketlerin kendi hisselerini temellük edemeyeceklerine dair ilkenin, Avrupa’da hâkim olduğu gibi Alman hukukunda da kural olarak benimsenmiş bulunmasıdır. Somut uyuşmazlıkta yabancı mahkemece davalının savunma haklarının ihlal edilmediği yukarıda açıklanmıştır. Dolayısıyla davalı şirket, benzer ilkelerin egemen olduğu bir hukuk düzeninde, kendisine tanınan savunma olanaklarından yararlanmayarak, tenfizini istemediği kararın verilmesine neden olmuştur. Böyle bir durumda da kararın kamu düzenine aykırı olduğu ve infaz edilmemesi gerektiği savunulamayacaktır. 
O halde mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda yabancı mahkeme hükmünün tenfizinin Türk kamu düzenine aykırılık oluşturmayacağı kabul edilerek yabancı mahkeme kararının usulüne uygun şekilde kesinleşip kesinleşmediği araştırılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 02/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

(*) Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi ([email protected]).

(**) Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi ([email protected]).