Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Corcî Zeydân’ın Ağzından, Hukukun ve
 İslâm Hukukunun Gelişim Süreci

Remzi ÖZMEN

İslâm Uygarlıkları Tarihi’nin yazarı Corcî Zeydân1, “Fıkıh ve Kaynakları” başlıklı bölümde şöyle yazar:

“İslâmiyet, zamanla güçlenip devlet biçimini aldığı zaman, idareciler, kişisel durumlar ve uygar ilişkilerde, halk arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözmek ve ülke düzenini kurmak için, yeni kanunlar koymak zorunda kalmışlardır. Bunun için de ilk olarak, Kur’ân-ı Kerîm’e ve hadislere başvurmuşlar, bunlardan çıkardıkları hükümlerden oluşan kanunlarla ülkeleri yönetmişler ve hal üzerindeki hâkimiyetlerini güçlendirmişlerdir. Büyük devletlerde bu şekilde kanun ve nizamlar koymak kuşkusuz, doğal bir yöntemdir.

Yunanlılar kısa bir müddet dışında, büyük bir devlet kuramadıklarından devlet kanun ve kurallarına, idarî ve adlî işlere çok fazla önem vermemişlerdir. Daha çok fikrî faaliyetler ve felsefe vs. ile uğraşmışlardır. Romalılar ise, İslâm’dan sonra Arapların ülkeleri nasıl genişlemişse, bunların toprakları da böylece genişleyerek hâkimiyetleri her tarafa yayılıp, büyük ün ve kudret sahibi olduklarından, durumun gereği olarak birçok kanun ve nizam koymaya mecbur olmuşlardır. Bununla birlikte, Romalılarda kanun yapımı ve uygulanması, devlet kurmalarından ancak birkaç yüzyıl sonra, M. 533 yılında ünlü kanun koyucusu Jüstinyen (Justinianos) zamanında tamamlanabilmişti.2 Bu kanunlar Latin, Sabin ve Roma’ya bağlı olan diğer milletlerden zamanla toplanan ve gelen birtakım âdet, gelenek ve kültür, Jüstinyen’in zamanında mükemmel bir kanun mecmuası biçimine sokulmuştur.

Müslümanlar ise kanun hükümlerini Kur’ân-ı Kerîm ile Hadîs-i şerîflerden çıkarmışlardır. Müslümanların İslâmiyet’in doğuşundan itibaren, gerek Kur’ân-ı Kerîm’i gerek hadîs-i şerîfleri ezberleme ve öğrenmeye ne kadar önem verdiklerini daha önce belirtmiştik. Buna dayanarak İslâm’ın doğuşundan daha iki üç asır geçmeden İslâmî kanun ve nizamlar, iyice geliştirilerek mükemmel hale getirilmiş ve bunun sonucunda “fıkıh” (İslâm hukuku) ilmi oluşturulmuştur. Fıkıh, dünyanın en yüce kanun hükümlerini içine alır. Müslümanlar nasıl büyük bir hız ve gayretle devletlerini kurmuş ve dinlerini yaymışlarsa, hukuk konusunda da aynı başarıyı göstermişler ve kısa bir süre içinde hukuk sistemlerini kurmuşlardır. ...”

Zeydân, hemen sonrasında, sürecin gelişimini, “Fukahâ (İslâm Hukukçuları)” başlığı altında şöyle yazar:

“Şu durumda, İslâmiyet’te ilk hukukçular; ilk sahâbeler ve bunların başında gelen Raşid Halifeler’dir. Bunlardan sonra ilk hukukçular, aşere-i mübeşşereden (cennetle müjdelenen 10 kişi) Abdurrahman b. Avf, sahâbeden Übey b. Ka’b, Abdullah b. Mes’ud, Muaz b. Cebel, Ammar b. Yasir, Huzeyfe, Zeyd b. Sâbit, Süleyman Ebûd-Derda ve Ebû Musa el-Eşarî gelir.3 Daha sonra fetva ve fıkıh, sahâbeden sonraki nesil olan tabiûn nesline geçmiş ve bunlar arasından özellikle yedi kişi, İslâm hukuku konusunda şöhret bulmuştur.

Söz konusu yedi kişi şunlardır: Saîd b. Müseyyeb, Ebû Bekir b. Abdurrahman, Kâsım, Ubeydullah, Urve, Süleyman, Harice.

Bazı tarihçiler, bu isimlerin bazılarını değiştirmişler ve bu hukukçuların sayısını ona kadar çıkarmışlardır.4 Geniş İslâm coğrafyasında, İslâm hukuk bilgisi bu büyük hukukçular aracılığıyla yayılmıştır.

İslâm’ın başlangıcında fıkıh, kırâat, tefsir, hadis hepsi tek bir ilimden ibaretken daha sonra bu bilimler değişik dallara ve bölümlere ayrılarak, her biri bağımsız birer ilim dalları haline getirilmiştir.

Fıkıh bu şekilde ayrı bir bilim olunca, yukarıda görüldüğü üzere bununla uğraşanlara fukahâ adı verilmiştir. Fukahâ tarafından verilen fetvaların görevden alma veya görevlendirme, idam ve af gibi önemli işleri kapsamasından dolayı fukahânın, yani İslâm hukukçularının İslâm devletlerinde yer ve etkileri oldukça büyüktü. Emevîler zamanında fıkıh konusunda görüşüne başvurulan kişiler Medîne alimleriydi. Emevî halifeleri bunların onayını almadan önemli bir işe kalkışmazlardı. Dana önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, Emevîler Arap ırkçılığında oldukça katı ve tutucu olduklarından Arap olmayanlara aşağılayıcı bir gözle bakarlardı. Medîne halkı Ehl-i Beyt taraftarı bulundukları ve Emevîlerin halîfeliğini haksız gördükleri halde, yine Emevîler Araplığa taraftar olmak açısından bunların gönüllerini okşamaya ve kendilerini memnun etmeye çalışıyorlardı. Özellikle Emevî halifelerinden Ömer b. Abdülaziz gibi büyük halifeler bu konuda daha da dikkatliydi. Ömer b. Abdülaziz Medîne alimlerinin görüşünü almadan hiçbir önemli iş hakkında karar vermezdi. Daha sonra halifelik Abbâsîlere geçince 2. Abbâsî halifesi Ebû Ca’fer el-Mansûr Arapların yönetimdeki önemini azaltarak, devletin desteği ve yöneticileri olduklarından İranlıları ön plana çıkarmak isteyince, Müslümanların Mekke ve Medîne ile olan bağlarını kesmek amacıyla, yaptığı gayretlerinden biri olarak, hacc yerine geçirilmek üzere Irak’ta “kubbe-i hadrâ” (yeşil kubbe) adını verdiği bir bine inşa etmiş ve denizden Mekke ve Medîne’ye gönderilen erzakı da kesmişti. O sırada Medîne alimi ve fakihi ünlü İmam Mâlik idi. Medîne halkı İmam Mâlik’e başvurarak, kendisinden bu konudaki görüş ve düşüncesini sorunca Ebû Ca’fer el-Mansûr’un halîfelikten indirilmesi için fetva verdi. Bunun üzerine Medîne halkı Ebû Ca’fer el-Mansûr’u halifelikten indirerek Hz. Ali’nin soyundan Muhammed b. Abdullah’a biât ettiler (H. 145). Muhammed b. Abdullah, kısa sürede birçok taraftar kazanarak büyük bir güç haline geldi. Ebû Ca’fer el-Mansûr, kendisine rakip çıkan bu zat ile uzun süre savaştıktan ve birçok sıkıntı ve mücadeleden sonra, zoraki galip gelebilmiştir.. Medîne halkı bu tarihten sonra istemeden, gönülsüz olark Ebû Ca’fer el-Mansûr a biat etmek zorunda kalmıştır. Oysa İmam Mâlik, Abbâsîlerin halifeliği aleyhindeki görüşünde ısrar ediyordu. O sırada Medîne valisi bulunan Ebû Ca’fer el-Mansûr’un amcası Ca’fer b. Süleyman, İmam Mâlik’in bu karşı görüş ve ısrarını haber alınca çok öfkelenmiş ve imamı yanına getirterek soyduktan sonra ona dayak atmış ve omzunu yerinden çıkarmıştır.5

(*) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü | Seçkin Yayıncılık A.Ş. | Terazi Hukuk Dergisi [email protected]