Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Mukayyeseli Hukukta ve AHİM 
kararlarında Hukuka Aykırı 
delillerin Yeri

Cansu DİLEKÇİ

Toplumun adaletin varlığına inanmasının yollarından biri temel haklarından ve özgürlüklerinden olan adil yargılanma hakkının varlığının doğru bir şekilde sağlanmasıdır. Eski çağlardan günümüze kadar birçok aşamadan geçmiş bulunan Ceza Muhakemesi, en sonunda insanları adil bir şekilde yargılayarak hakikate ulaşma gerçeği ilkesine erişmiştir. Böylece tüm toplumlar için gerçeğe ulaşma yolunda bazı sistemler geliştirilmiş ve iç hukuka yansıtılmıştır. Bu düzenlemeler içinde önemli bir yeri de delil ikamesi almıştır. Delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi ise ülkelerin siyasi görüşlerinden etkilenerek düzenlemeye tabi tutulmuştur. İnsanların özgürlüklerine önem veren toplumlarda, hukuka aykırı elde edilmiş olan delillerin yargılamada değerlendirmeye tabi tutulmazken, devlet otoritesinin egemen olduğu toplumlarda ise daha esnek bir tutum görülmektedir. Makalede, mukayeseli hukukta hukuka aykırı delil kurumunun nasıl düzenlendiği ve AHİM’in bu konudaki görüşleri ile bir kısım kararları da referans gösterilerek incelenmiştir.

Hukuka Aykırı Elde Edilmiş Delil, AİHM, Mukayeseli Hukuk.

GİRİŞ

Hukuk, en basit tanımıyla, toplumu düzenleyen kurallar bütünüdür. Geçmişten bu yana ceza muhakemesi şüphesiz, hukuk kavramının içindeki en eski ve en tartışılan konusu olmuştur. Ceza muhakemesi hakkındaki tartışmalar aslında onun esas aldığı gayelere göre dönem dönem değişiklik göstermiştir. Ceza muhakemesi üç gayeden geçerek bu günkü aşamaya gelmiştir. İlk gayesi Ortaçağ dönemine rastlayan “suçluyu ne pahasına olursa olsun cezalandırma” gayesiydi. Toplum kendisine zarar veren bir kişi gördüğünde onu cezalandırmak istiyordu. Mahkeme önüne gelen kişiyi, peşinen suçlu sayıp yalnızca ne ceza vereceğini tartışıyordu. Bu bir engizisyon yargılamasıydı. Fransız İhtilali’nin gelmesiyle birlikte insan hakları kavramı önem kazandı ve böylelikle suç işlediği varsayılan kişi korunmaya başlandı. 18. Yüzyılda geçilen gaye ise “sanığın korunması” gayesiydi. Zamanla sanığın korunması yeterli olmayıp, suçu sübuta erene kadar onun masum olabileceği fikri ortaya çıktı ve bu da masumiyet karinesinin doğmasını sağladı. Bununla birlikte “maddi gerçeğin araştırılması” gayesine geçildi. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yetki kavramı ortaya ilk bu dönemde çıktı. Suç ile olgu arasındaki bağlantının tespit edilebilmesi için devlete somut bazı yetkiler verilmesi kabul edildi. Dördüncü gaye ise bugün içinde bulunduğumuz gayedir: “sanık haklarını koruyarak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması”. İşte bu gaye ile birlikte hukuka aykırı deliller teorisi doğmuştur. Hukuka aykırı delil kavramı ilk kez 1961 yılında ABD’de yüksek mahkemece verilen (Exclutionary Rule- Hukuka aykırı delilin hüküm verilirken kullanılamaması) Miranda v. Arizona kararında ortaya çıkmıştır.

Peki nedir bu hukuka aykırı delil kavramı? Hukuk; bir yandan az önce de değindiğimiz üzere toplum düzenini sağlayan kuralları, bir yandan da hem kişiler arasındaki hem de devletle birey arasındaki ilişkileri düzenler. İktidar sahibinin üstün olduğu bir hukuk düzeni artık çok eskilerde kaldığından modern ve olması gereken hukuka göre de devlet karşısında güçsüz kalan kesim olan bireyi korumak günümüz modern hukuk devleti anlayışının en önemli sonuçlarından biridir. Devlet, bireyin temel haklarını ve özgürlüklerini koruma altına aldığı sürece bir hukuk devleti statüsüne ulaşmaktadır. Bu korumayı da ihdas ettiği hukuk kurallarıyla sağlamaktadır. İşte normlarla korunan her hukuki menfaat bizim toplum içindeki güvencemizi oluşturmaktadır. Normlarla korunan bu hukuki menfaatlerin ihlal edilmesi hukuka aykırılığı meydana getirmektedir. Ceza muhakemesi hukuku açısından olayı değerlendirip hukuka aykırı delil teorisini açıkladığımızda, kovuşturma veya soruşturma evresinde bulunan bireyin temel haklarını ve özgürlüklerini ihlal ederek elde ettiğimiz her somut olgu bize hukuka aykırı delil kavramını verir. Eğer bir ülkede kişilerin hakları ve özgürlükleri ön planda tutuluyorsa ceza sistemlerinde mutlaka hukuka aykırılık kavramı yer almış olup; siyasi iktidarların etkin olduğu hukuk sistemlerinin var olduğu ülkelerde de delilerin ne şekilde elde edildiğinin önemi yoktur ve hukuka aykırılık kavramı etkin değildir. İnsan haklarına saygıyı prensip haline getirmiş modern ceza hukukunda bu kavram yerini almıştır. Kara Avrupa’sı hukuk sisteminin getirdiği soyut kuralı somut olaya uygulama prensibinin bir getirisi olarak Kara Avrupası’ndaki hukukçuların hukuka aykırı delil değerlendirmesi “yokluk” yani yok sayılma iken, Anglo-sakson Hukuku savunucuları ise hukuka aykırı delilin sadece dosyadan çıkarılmasını yeterli görmektedir.

I. MUKAYYESELİ HUKUK BAKIMINDAN HUKUKA AYKIRI DELİLLER

18. Yüzyılda İngiltere de hukuka aykırı deliller için çok sıkı bir uygulama getirmeyen ülkeler arasındaydı. Ünlü İngiliz hâkim Crompton 1861 yılında “nasıl elde edilirse edilsin, hatta çalınmış bile olsa bütün deliller kabul edilmelidir”1 demiştir. 1900’lü yılların sonlarına doğru İngiltere’de yavaş yavaş bu konudaki değişimler başlamış, Police and Criminal Evidence Act, sanık ikrarının normal yollardan olmaması ve mahkemelerin önlerine gelen deliller hususunda zorla elde edilmiş olabileceği düşüncesinin varlığı halinde bu delilleri kabul etmeyeceği gibi ortadan da kaldırabileceği yönünde düzenlemeler oluşmaya başlamıştır. Hatta 1993 yılında Lordlar Kamarası verdiği bir kararla hâkimin hukuk devletinin aldığı kararları tehlikeye atıcı ya da insan haklarını zedeleyici delilleri reddetme hakkının olduğunu ifade etmiştir.2