Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

14 Eylül 2005 Tarihli Nükleer Terörizmin
Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme

International Convention on the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism Dated September 14, 2005

Mehmet Can TOK

Gelişen dünyada nükleer enerji ve nükleer silahlar gittikçe yaygınlaşan unsurlardır. Bunların yaygınlaşması, güvenliklerinin sağlanmasını da önemli bir mesele haline getirmektedir. Terör eylemleri için nükleer madde, tesis ya da silah kullanılmasının sonucu bütün insanlık için çok ağır sonuçlar ortaya çıkarabilir. Bu sonuçların telafisi çok zor ya da imkansız olabilir. Nükleer terörizm tehlikesinin de inandırıcı bir biçimde artmasıyla birlikte hem devletler hem de uluslararası toplum bu konuya bakışını değiştirmeye başlamıştır. Nükleer terörizme karşı etkin işbirliği ve önleyici politikalar geliştirilmesi için yapılan çalışmalar devam etmektedir. Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme de bu çalışmaların bir ürünüdür.

Nükleer Terör, Nükleer Güvenlik, Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme.

Nuclear power and nuclear weapons are two aspects of the modern world that are getting more widespread with each day. Its widespread nature makes the matter of security an immediate issue. There may be severe consequences of the use of nuclear materials, facilities, or weapons at a terrorist activity for the humanity. Those consequences may be highly difficult or impossible to counteract. Both states and international society started to change their point of view in regards with nuclear terrorism as its threat increases in a very real fashion. The process of developing efficient cooperation and preemptive policies against nuclear terrorism continues. International Convention on the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism is a product of this process.

Nuclear Terrorism, Nuclear Security, International Convention on the Suppression of Acts of Terrorism.

I. Giriş

Terör eylemleriyle mücadele, uzun zamandır uluslararası toplumun gündeminde bulunan ve etkili bir çözüm arayışının devam ettiği bir konudur. Bu konudaki çalışmalar 1930’larda Milletler Cemiyeti (“MC”) çatısı altında başlamış olsa da MC’nin bu çalışmaları bir sonuca ulaşamamıştır1 .

2. Dünya Savaşı sonrasında terörle mücadeleyle ilgili çalışmalar bir süreliğine durmuştur. 1970’li yıllarda tekrar gündeme gelen bu konunun önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Özellikle, terör eylemlerinin gittikçe daha global bir hale gelmesi, bu konudaki çalışmaların önemini arttırmaktadır. 11 Eylül 2001 gününde ABD’nin New York şehrinde gerçekleşen terör saldırıyla birlikte terör sorununun tüm dünyanın ilgilenmesi ve bu sorunun çözümü için çalışması gereken bir konu olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.

Nükleer silahların nasıl büyük bir güç olabileceği, ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonlarında, Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine yaptığı saldırılarda atom bombası kullanmasıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Ancak, Soğuk Savaş döneminde, çok uzun bir süre nükleer silahlarla ilgili olarak dünyadaki algı, bu silahların sağlayacağı büyük güce ancak ekonomik ve teknolojik olarak çok ilerlemiş büyük devletlerin sahip olabileceği yönündeydi. Soğuk Savaşın gücünü yitirmeye başladığı 1980’lerde ise durumun böyle olmayabileceği ortaya çıkmaya başladı. O yıllarda Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki nükleer silah programları, günümüzde ise Pakistan ve Kuzey Kore gibi ülkelerin sahip olduğu nükleer silahlar bu algının artık gerçeklikten uzak olduğunu ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte, yıkılmakta olan görüş yalnızca nükleer silahlar üzerindeki bu güç tekeli değil, aynı zamanda nükleer silahlara sadece devletlerin sahip olabileceğidir. Bunda birden fazla faktörün etkisi vardır. İlk faktör, nükleer silah üretiminin artık eski denebilecek 70 senelik bir teknoloji olmasıdır. İkinci olarak, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte eski Sovyet Cumhuriyetlerine dağılmış olan nükleer tesis ve malzemelerin korunmasıyla ilgili olarak ortaya çıkan güçlükler söylenebilir. Son olarak, günümüzde terör eylemlerinin artık boyut değiştirerek sınırı olmayan intihar saldırılarına evrilmesi belirtilmelidir2 .

Gerçi, nükleer tesis ve malzemelerin korunması sadece eski Sovyet Cumhuriyetleri’nde ortaya çıkan bir sorun değildir. Bu sorun hakkında uluslararası toplumda endişe yaratan olaylar birçok farklı raporda dile getirilmiştir. Bu olaylara birkaç örnek; 1994 yılında Moskova’dan yaklaşık 3 kilogram %90 oranında zenginleştirilmiş silah yapımına uygun uranyumun çalınması, 2003’te Ontario/Kanada’da 19 kişinin Ontario Gölü kıyısındaki bir nükleer enerji santraline zarar vermeyi planlamak suçlamasıyla tutuklanması ve 2007’de Güney Afrika’daki Pelindaba nükleer tesisine yapılan saldırı şeklinde verilebilir3 . Bütün nükleer tesisler Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (“UAEA”) yayımladığı güvenlik tedbirlerine uyar. Ancak bu tedbirler, nükleer malzemelerin amacı dışında kullanımlarını çabuk bir şekilde tespit ederek bunlardan doğabilecek sonuçları önlemeyi amaçladıkları için, bu malzemelerin çalınmasını ya da amaç dışı kullanılmasını engelleme konusunda etkisiz kalmaktadır4 .

Terör örgütlerinin nükleer malzemeleri elde edebilmesi için çeşitli yollar vardır. Terör örgütleri bu malzemeleri kendi üretebilir, çalabilir ya da yasadışı yollardan elde edilmiş malzemeleri satın alabilir. Terör örgütlerinin ellerindeki imkanlarla nükleer malzeme üretmesi bir hayli zor gözükmektedir. Ancak bu malzemeleri çalarak ya da satın alarak elde etmeleri oldukça olasıdır. Özellikle terörün de globalleşmesiyle bu tehdit daha da ağırlaşmaktadır. Yakın geçmişte el-Kaide terör örgütünün üst düzey yöneticilerinin de nükleer malzeme ve silahlara ilişkin yaptıkları açıklamalar oldukça endişe vericidir. Özellikle Pakistan’ın sahip olduğu nükleer silahların batıya karşı kullanımına dair açıklamalar göze çarpmaktadır5 . Bu açıklamalara ek olarak Allison’un Allbright’tan aktardığına göre, Kabil’de eski bir el-Kaide mensubunun evinden çıkan belgeler, bu örgütün nükleer patlayıcı elde etmenin yolları hakkında bilgilere sahip olduğunu ve nükleer silah elde etme amaçlarına gittikçe yaklaştığını ortaya koymuştur6 .

Nükleer Terörizmin Önlenmesi Hakkında Uluslararası Sözleşme (bundan böyle “Sözleşme” olarak anılacaktır) görüşmeleri başlarken, doğrudan nükleer terör hakkında yapılmış bir uluslararası sözleşme yoktu. 1980 tarihli Nükleer Maddelerin Fiziksel Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, bu konuya da değinse de getirdiği hükümler yetersizdi. Bu sözleşmedeki boşlukların doldurulması ve nükleer teröre karşı daha geniş ve etkili bir mücadele çerçevesi çizilmesi için, Rusya Federasyonu, 1996 yılında Sözleşme önergesini Birleşmiş Milletler (“BM”) Genel Kurulu’na sunmuştur. Önergenin değerlendirilmesi için BM bir Ad Hoc Komisyon kurulmasına karar vermiştir7 .

Komisyon çalışmaları oldukça uzun sürmüştür ve çalışmalar esnasında zaman zaman UAEA da çalışmalara katılmıştır8 . Komisyon çalışmalarını 2005 yılında tamamlamış, Sözleşme BM Genel Kurulu’nda oybirliğiyle kabul edilerek imzaya açılmıştır. Sözleşme, 22 ülkenin imza ve kabul aşamalarını tamamlamasının ardından 30 gün geçtiğinde, 07 Temmuz 2007 tarihinde, yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşmeyi imzalamış, 08 Mayıs 2012 tarih ve 28286 sayılı Resmi Gazetede yayınlayarak onaylamış ve bu onayı BM Genel Sekreteri’ne 24 Eylül 2012’de bildirerek Sözleşmeye taraf olmuştur. 2017 yılı itibarıyla Sözleşmeye taraf 99 ve henüz Sözleşmeyi onay aşamasında olan 16 ülke bulunmaktadır9 .

II. Sözleşmenin Amacı

Sözleşmenin amacına dair, Başlangıç bölümünde10 nükleer terör faaliyetlerinin önlenmesi ve faillerin kovuşturulması ve cezalandırılması için etkili ve pratik bir sistem geliştirmek ile Devletlerin uluslararası iş birliğini arttırmak şeklinde belirtilebilecek ifadeler kullanılmıştır. Bu amaçla ilgili en büyük sorun, uluslararası hukukta halihazırda üzerinde mutabakata varılmış ve yürürlüğe konulmuş evrensel bir terör eylemi tanımının olmamasıdır. Terör faaliyetlerine karşı yapılmış her sözleşme, kendi alanıyla ilgili olan fiilleri tanımlama yoluna gitmektedir.

Bu noktada nükleer terörizmin ne olduğunu belirlemek çok büyük önem taşımaktadır. Sözleşmenin 6. maddesinde geçen “…özellikle kamu genelinde veya bir grupta veya belirli şahıslarda terör halini tahrik etme niyetiyle veya hesabıyla işlenen suç fiillerini, …” şeklindeki ifadeyi nükleer terörizm faaliyetlerinin genel bir tanımı olarak düşünmek mümkündür. Bununla birlikte, UAEA’nın 2002’de yaptığı “nükleer madde ve diğer radyoaktif materyal, madde veya bunlarla ilgili tesislere yönelik hırsızlık, sabotaj, yetkisiz erişim, yasadışı transfer veya başka kötü niyetli eylemlerin önlenmesi, tespit edilmesi ve bunlara cevap verilmesi” şeklinde yaptığı nükleer güvenlik tanımından faydalanarak da nükleer terörizmin tanımı yapılabilir. Ayrıca, nükleer terör eylemlerinin faillerinin doğrudan nükleer silah kullanmak yerine radyolojik serpinti yayan araçlardan ya da ‘kirli bomba’lardan yararlanarak bu eylemleri gerçekleştirmelerinin daha olası olduğu fikrinden hareketle nükleer terör yerine radyolojik terör terimini kullanmayı öneren bir görüş de vardır11 . Ferguson ve Potter ise nükleer terörizmin ne olduğuna ilişkin dört unsurlu bir tanım yapmışlardır. Buna göre; nükleer terörizm faaliyetleri “Mevcut nükleer silahların çalınması ve patlatılması; basit nükleer silah – el yapımı nükleer aygıt üretiminde ve patlatılmasında kullanılabilecek atom çekirdeği bölünebilen malzemenin çalınması veya satın alınması; yüksek miktarda radyoaktivitenin salınmasına yol açacak şekilde nükleer tesislere, özellikle nükleer enerji santrallerine, saldırılması veya bunların sabotajı; radyolojik serpinti aygıtı – kirli bomba – veya radyolojik emisyon aygıtı üretimine ve patlatılmasına yardımcı olacak radyoaktif materyallerin yetkisiz olarak elde edilmesi.”12 şeklindedir.

Bu noktada belirtmek gerekir ki Sözleşmenin amacı Taraf Devletlerin askeri faaliyetlerine karışmak veya Taraf Devletlerin nükleer enerji ve silahlara erişimini sınırlamak değildir. Sözleşmenin Başlangıç bölümü devletlerin askeri faaliyetlerini açıkça dışlamıştır. Buna ek olarak, devletlerin barışçıl amaçlarla nükleer faaliyetlerde bulunmasına da saygı duyulacağını açıkça belirtmiştir. Bununla birlikte, Sözleşmenin 4. maddesinin 4. fıkrasında da açıkça, Sözleşmenin devletlerin nükleer silah kullanmasının ve kullanma konusundaki tehditlerde bulunmasının meşruluğuna dair olmadığını ve bu şekilde yorumlanamayacağı belirtilmiştir.

III. Sözleşmenin İçeriği

Sözleşmenin ilk maddesinde çeşitli kavramlar tanımlanmıştır. Bu maddede tanımlanan kavram sayısı altıdır. Tanımlanan kavram sayısı bakımından oldukça sınırlı olan bu madde, kavramların kapsamını ise oldukça geniş tutmaya gayret etmiştir. Madde metni; “Bu Sözleşmenin amaçları açısından:

1. “Radyoaktif madde”, nükleer madde ve kendiliğinden parçalanan (alfa, beta, gamma veya nötron ışınları gibi bir veya daha fazla iyonize etkili ışımanın salınımıyla gerçekleşen bir süreç) ve radyolojik ve atomik parçalanmaya uygun olma özelliği gereği ölüme, vücutta ağır yaralanmalara veya eşyalarda veya çevrede maddi hasara yol açabilen parçacıklar içeren diğer radyolojik malzeme anlamına gelir.

2. “Nükleer madde”, plütonyum-238’de izotop konsantrasyonu oranı yüzde 80’i geçen dışındaki plütonyum; uranyum-233; izotop 235 veya 233’de zenginleştirilmiş uranyum, maden filizi veya maden filizi tortusu biçiminde olanlar dışında doğrudan oluşan izotop karışımları içeren uranyum veya yukarıdakilerden bir veya daha fazlasını içeren maddeler anlamına gelir.

Bunun yanında, “235 veya 233 izotopunda zenginleştirilmiş uranyum”, 235 veya 233 izotopu içeren uranyum veya bu izotopların 238 izotopuna göre bolluk oranı, doğada bulunan 235 izotopunun 238 izotopuna oranından daha fazla olacak şekilde her iki izotop anlamına gelir.

3. “Nükleer tesis”,

a) Enerji kaynağı olarak kullanılmak üzere gemi, araç, uçak veya uzay araçlarını ileriye doğru itmek için veya diğer herhangi bir sebeple gemilere, araçlara, uçaklara veya uzay araçlarına yüklenmiş reaktörler de dahil herhangi bir nükleer reaktör;

b) Radyoaktif maddeyi üretmek, depolamak, işlemek veya taşımak üzere kullanılan her türlü tesis veya araç anlamına gelir.

4. “Cihaz”,

a) Herhangi bir nükleer patlayıcı cihaz, veya

b) Radyolojik özellikleri gereği, ölüme, vücutta ciddi yaralanmalara veya çevreye veya eşyaya maddi hasar verebilen herhangi bir radyoaktif madde dağıtan veya radyasyon yayan cihaz anlamına gelir.

5. “Devlet veya hükümet tesisi”, bir Devletin temsilcileri, Hükümet, yasama veya yargı üyeleri, veya bir Devletin memurları veya çalışanları veya diğer her tür kamu kurumu veya makamı veya hükümetlerarası bir örgütün memurları veya çalışanları tarafından resmi görevleri çerçevesinde sürekli veya geçici olarak kullanılan veya işgal edilen her tür tesis veya taşıma aracı anlamına gelir.

6. “Devletin silahlı kuvvetleri”, bir Devletin iç hukuku uyarınca, asıl amacı ulusal savunma ve güvenlik olmak üzere örgütlenen, eğitilen ve teçhiz edilen silahlı kuvvetleri ile bu silahlı kuvvetlerin resmi emir ve komutası, denetimi ve sorumluluğu altında hareket eden ve onlara destek hizmeti veren kişiler anlamına gelir.” şeklindedir.

Madde metninden de görüleceği üzere tanımlar oldukça tekniktir. Tanımların önemli bölümü daha önceki nükleer hukuk anlaşmalarında bulunsa da genel anlamda daha önceki tanımlara göre oldukça geniş tutulmuştur. Tanımlanan kavram sayısı da amaca göre sınırlanmış ve gündeme gelebilecek her kavramı detaylı bir şekilde tanımlamak yoluna gidilmemiştir13 .