Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

“Aspirin” Özelinde Sınai
 Mülkiyet Haklarının Yönetimi ve
 Ticarileştirilmesi

Management and Commercialization of Industrial Property Rights on
“Aspirin”

Lütfiye AKGÜL SU

Bu makale, sınai mülkiyet haklarının yönetimi ve ticarileştirilmesini ASPİRİN özelinde inceleyerek sınai mülkiyet araçları olan marka ve patent kombinasyonlarının birlikte kullanılmasıyla ortaya çıkan katma değer ve bu hakların pazarlama ve reklam faaliyetleri ile desteklendiğinde doğan ticari başarıyı ürünün ve sınai mülkiyet haklarının geçirdiği tarihsel süreç çerçevesinde inceleyerek değerlendirmeye tabi tutmaktadır.

Sınai Mülkiyet, Marka, Patent, Tasarım, Lisans, Sözleşme, Sınai Mülkiyet Haklarının Yönetimi, Sınai Mülkiyet Haklarının Ticarileştirilmesi, Sınai Mülkiyet Haklarının Korunması, Buluş, Reklam, Pazarlama, Yargı Kararları, Yargıtay Kararları, Aspirin, Marka Değeri, Tanınmış Marka, Jenerik Marka, Sınai Mülkiyet Kanunu.

This article assesses the management and commercialization of industrial property rights in ASPIRIN and examines them in the historical process of commercial success and industrial property rights arising from the combination of trademark and patent combinations of industrial property instruments and the support of these rights by marketing and advertising activities It holds.

Industrial Property, Trademark, Patent, Design, License, Contract, Industrial Property Rights Management, Industrial Property Rights Commercialization, Protection of Industrial Property Rights, Invention, Advertisement, Marketing, Judicial Decisions, Rulings of Turkish Supreme Court, Aspirin, Brand Value, Well-Known Trademark, Generic Brand, Turkish Industrial Property Act.

Sınai mülkiyet hakkı kavramı uluslararası düzeyde ilk olarak, 20 Mart 1883 tarihli Sınai Hakların Korunmasına İlişkin Paris Sözleşmesi ile ele alınmıştır. Dünya Ticaret Örgütü Sözleşmesi’nin eki olan TRIPS (Agreement on Trade-Related Aspects of Intellectual Property Rights / Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması) ile de sınai mülkiyetin tanımı genişletilmiştir. “Sınai mülkiyet” kavramı fikri çabanın ve emeğin sanayide ve tarımda var olan bir problemi çözen yeni ürünlere, ürün tekniklerine, tasarıma veya özgün çalışmalara dönüşmesiyle ortaya çıkan unsurlar ya da buluşlar olarak tanımlanabilir.

Sınai mülkiyet hakkı ise; bu buluş, tasarım ve özgün çalışmaların buluşu yapanlara, tasarımları/özgün çalışmaları ilk uygulayanlara, ticaret alanında mallarını/hizmetlerini ayırt etmek için belirli işaret ve adlandırmaları kullananlara belirli bir süre için veya koşullarını yerine getirmek kaydıyla tekel olarak ilk uygulayıcıların ürünü üretme ve satma hakkına belirli bir süre sahip olmalarını sağlayan gayri maddi bir hakkın tanımıdır. Sınaî mülkiyet haklarının tarihsel gelişimi, patent, marka ve endüstriyel tasarım haklarının korunması açısından aşağıdaki gibi özetlenebilir. Tarihsel süreç içinde sınaî mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin anlayışın ilk olarak ortaya çıktığı yer, buluşların korunmasına yönelik olarak 1443 yılında Venedik iken, yine resmen duyurulmuş ilk patent kanunu da 19 Mart 1474’te Venedik’te uygulamaya konulmuştur. Venedik, yalnızca ilk patent kanunuyla değil, aynı zamanda telif hakkı kanununun geliştirilmesiyle de anılmaktadır.1 Uygulama, krallık tarafından bir buluşa ya da ürüne tekel hakkı verilmesi şeklindeydi. Dünyada buluşların korunmasına yönelik ikinci yasal uygulama 1623 yılında İngiltere’de kabul edilen “İngiliz Tekel Kanunu”dur. Bu Yasa, buluşun İngiltere açısından yeni olması, devlet için bazı faydalar sağlaması gibi koşulların yanında, hakkın yalnızca İngiltere sınırları içinde geçerliliğini öngören mülkilik ilkesini de kapsamaktaydı. Yine bu Yasayla koruma süresi de sınırlandırılmış ve 14 yıl olarak belirlenmişti. Akabinde, bu ilkeler diğer ülkeler tarafından da benimsendi. Amerika Birleşik Devletleri’nde de, İngiltere modelinden esinlenerek hazırlanan sistem, 1790 yılında kabul edilen “Patent Kanunu” ile yasal bir statü kazanarak yürürlüğe girmiştir.

Ticari marka haklarının korunmasına yönelik ilk düzenlemeler ise 1800’li yılların ortalarında İngiltere’de, ABD’de ve Fransa’da ortaya çıktı. Bu düzenlemeler, tüketicileri sahte markalara karşı korumayı amaçlamaktaydı. 1871 yılında Osmanlı Devleti’nde yürürlüğe giren ve incelemesiz marka tescilini esas alan “Eşya-i Ticariyeye Mahsus Alamet-i Farikalara Dair Nizamname”, dünyadaki ilk marka koruması örnekleri arasında yerini aldı. Bu Nizamname dönemin Fransız Markalar Kanunundan alınmıştır. Alman Marka Kanunu 1874 ve Japon Marka Kanunu 1884 yıllarında yürürlüğe girmiştir.

Ülkemizde sınai mülkiyet haklarının tescili ve korunması için atılan en önemli adım 24 Haziran 1994 tarihinde, 544 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı, idari ve mali özerkliğe sahip bir kurum olan Türk Patent Enstitüsü'nün (TPE) kurulmasıyla gerçekleştirilmiştir. Daha önceden Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı “Sınaî Mülkiyet Dairesi” faaliyette iken, TPE ile birlikte ülkede sınaî mülkiyet hizmetlerini yürütecek, bu hakların hukuki boyutunu belirleyip, bunları uygulayacak özerk bir devlet kurumu oluşturulmuştur. 544 sayılı KHK'nın günümüz koşullarına uyumlu hale getirilmesi ve kanunlaştırılması amacıyla 19 Kasım 2003 tarihinde 5000 sayılı “Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun" yürürlüğe konulmuştur. 22 Aralık 2016 tarihli ve 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ile Kurumun adı, “Türk Patent ve Marka Kurumu”, kısa adı ise “TÜRKPATENT” olarak değiştirilmiştir. 10.01.2017 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun amacı 1’inci maddede; “Bu Kanunun amacı; marka, coğrafi işaret, tasarım, patent, faydalı model ile geleneksel ürün adlarına ilişkin hakların korunması ve bu suretle teknolojik, ekonomik ve sosyal ilerlemenin gerçekleştirilmesine katkı sağlamaktır.” şeklinde açıklanmıştır. Mer-i mevzuatımızda sınai mülkiyet araçları olan marka, patent, endüstriyel tasarım, coğrafi işaret ve entegre devre topografyaları tescil müessesesi ile mülkiyeti elde edilerek ticarileştirme faaliyetine konu edilebilmektedir. Sınai mülkiyet hakları satış, devir, kiralama vb. usullerle ticarete konu edilerek katma değere dönüştürülebilmektedir.

Ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin fikri ve sınai mülkiyet haklarıyla doğru orantılı olduğu günümüzde, 2018 yılı Türk Patent ve Marka Kurumu verilerine göre 2017 yılı toplam patent başvuru sayısının 19283, marka başvuru sayısının 121108 olduğu görülmektedir. Buluşların korunması için yapılan patent başvuruları ve patent tescillerinin sayısı sınai mülkiyet haklarının ticarileştirilmesi konusunda çok açıklayıcı veriler değillerdir. Zira tasarım/patent vb. şekilde tescil edilerek korunan her sınai mülkiyet hakkı ticarileştirilmemektedir. Bu nedenle, buluşların içinde yer aldığı küresel pazardaki işlem hacmi, teknoloji ticarileştirmesinin hangi boyuta geldiğini anlamamıza daha çok ışık tutacaktır.

Sınai mülkiyet hakları patentler ve faydalı modeller, markalar, endüstriyel tasarımlar, coğrafi işaretler ve entegre devrelerin topografyaları kapsamaktadır. Fikri ve sınai mülkiyet varlıkları şirketlerin en önemli varlıklarıdır. Bu varlıkların şirketlerin en önemli sermayeleri olduğundan da hiç şüphe bulunmamaktadır. Burada önemli olan husus, şirket içinde yenilik kültürü oluşturmak üzere çalışmaların yapılmasıdır. Yenilik kültürü, yalnızca AR-GE sonucu ortaya çıkan bilgiyi muhafaza etmek değil; bununla birlikte AR GE sonucu ortaya çıkan bilginin etkin yönetilmesi ve ticarileştirilmesi ile ilişkilidir. Sınai mülkiyet haklarının korunması kadar, bu hakların ticarileştirilerek kazanç elde edilmesi de önemlidir. Sınai mülkiyet haklarından kazanç elde edilemediği takdirde; yapılan yatırımlar ve sarf edilen çabalar bir anlamda boşa gidebilecektir.

Buluşun ticarileştirilmesi, başka bir deyişle, katma değer yaratması, gelir elde etmesi her buluş sahibinin yaratmak istediği bir “başarı hikayesi”dir. Sınai mülkiyet hakkının korunması kadar ticarileştirilmesinin önemine değindiğimiz bu noktada; 100 yılı aşkın süredir reçetesiz olarak satılan ASPİRİN örneğini incelemek yerinde olacaktır.

Orijinal adı NSAID (non-steroid anti-inflamatuar drug) olan aspirin 100 yılı aşkın süredir kullanılmakta ve dünyada en çok satılan reçetesiz ilaçlar arasında 3. sırada yer almaktadır. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı, bir endüstri olarak farmasötik araştırma geliştirmenin ve pazarlamanın başlangıcı olmuştur. Bu süre zarfında, birkaç araştırmacı ateş ve ağrı ile mücadele için salisilik asit formlarını başarıyla izole etmiştir. Bu çabaların ticari olarak en başarılı olanı, Bayer firması için çalışan kimyagerlerden Felix Hoffman tarafından ASA'nın 1897 yılında geliştirilen sentezidir. Asetilsalisilik asit, salisilik asit veya söğüt ağacının kabuğundan elde edilen ve önceden kocakarı ilacı olarak kullanılan salisin maddesinin modifiye edilmiş halidir. Modern tıbbın babası Hipokrat’ın (M.Ö. 460 - 377), söğüt ağacının yapraklarından ve kabuklarından hazırladığı toz karışımını ağrı tedavilerinde kullandığı tarihsel kayıtlarda bulunmaktadır.

1829 yılında bilim adamları ağrı azaltan maddenin söğüt ağacında bulunan “salicin” denilen madde olduğunu buldular. Salicin elde etmek için çok fazla hammaddeye ihtiyaç duyulmaktaydı ve tadı çok acıydı. Ayrıca bu hali mide ve boğaz rahatsızlıklarına yol açmakta idi. İşlemi ilk defa 1853 yılında Fransız kimyager Charles Frederic Gerhardt yapmıştır. Fransız kimyacı Charles Frederic Gerhardt salicini daha kullanılabilir hale getirmek için yaptığı araştırmalarda, asetilsalisilik asiti keşfetmiş; fakat bu ürünün pratik olmadığı düşüncesi ile çalışmalarını yarıda bırakmıştır.

Bir Alman kimyager olan Felix Hoffmann, 1897'de Alman firması Bayer'de çalışırken, Gerhardt tarafından geliştirilen formülü yeniden keşfetmiştir. Felix Hoffmann, asetilsalisilik asiti, babasının artrit ağrısı şikâyeti üzerine babasına vermiştir. Felix Hoffmann sonuçlarının iyi olması üzerine, bu yeni mucizevi ilacı pazarlaması için Bayer firmasını ikna etmiştir. Aspirin 27 Şubat 1900'de Amerika Birleşik Devletleri’nde 644,077 numarası ile patent almıştır. 6 Mart 1899'da "Aspirin” bir ticari marka olarak Berlin'de İmparatorluk Patent Ofisi'nde 36433 marka numarası altında tescil edilmiştir. 1899 yılında Aspirin adını marka olarak tescil ettiren Bayer firması dünya çapında tescilli bir marka haline gelmiştir.2

1900'de, Aspirin piyasada ilk kez tablet formunda görünmüş ve popülaritesi büyük ölçüde artmıştır. 1915 yılında, Aspirin reçetesiz satılmaya başlanmış ve böylece dünyadaki ilk tezgâh üstü hane halkı ilaçları arasında yerini almış olup; bu haliyle, hem doktorların hem de hastaların ağrı ve hastalık ile baş etme biçimini değiştirmiştir.

Bayer firması, popülaritesi hızla artan Aspirin tabletleri için kendi ülkesi olan Almanya’da patent almayı ne yazık ki başaramamıştır. Almanya, 19. Yüzyılın ikinci yarısında kimya endüstrisinde, sadece yenilik unsuru taşıyan süreçler için patent vermekteydi. Bayer firması o tarihte asetilsalisilik asit üretme sürecinin yenilikçi olduğu konusunda yeterince güçlü bir olgu ortaya koyamamış ve Almanya’da patent hakkı elde edememiştir. Daha eski formülasyonların mide tahrişine neden olması ve sakıncalı bir tadına sahip olması nedeniyle; Bayer firması tarafından üretilen asetilsalisilik asit (ASA), yüzlerce yıldır iyi bilinen ağrı kesiciler ve ateş düşürücüler olan salisilik asit ve salisin gibi yakından ilişkili varyantlarına kıyasla yenilikçi bir gelişmeydi. Her ne kadar Almanya Aspirin’in patent talebini reddetmişse de; bu yenilik unsuru, Amerika Birlemiş Devletleri’ndeki patent uzmanları tarafından keşfedilerek ürününün patent hakkını elde etmeye yetecek nitelikte olduğuna karar verilmiştir.3

Almanya'daki ve ABD'deki patent kararları arasındaki fark, fikri mülkiyet haklarının standartlaştırılmadığı, başka bir deyişle, hangi tür buluşların destekleneceğinin ülkeler tarafından kendi mevzuatları ve politikaları doğrultusunda belirlendiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, örneklenen sınai mülkiyet hakkı Amerika Birleşik Devletleri'nde patentlenebilir bir buluş olarak değerlendirilmiş; ancak Almanya'da patent talebi reddedilmiştir. Bayer, aspirin ürünlerinin patentlerini elde etmede kısmen başarısız olmasına rağmen, başka bir sınai mülkiyet hakkı olarak, ürünü bir marka haline getirme konusunda başarılı olmuştur.

6 Mart 1899'da "Aspirin” bir ticari marka olarak Berlin'de İmparatorluk Patent Ofisi'nde 36433 marka numarası altında tescil edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bayer’in Amerika, Kanada ve diğer birkaç ülkedeki varlıklarına el konulmuş ve marka tescilleri iptal edilmiştir. Şirketin Amerika’daki ve Kanada’daki bütün mal varlığı ve tescilli marka hakları bir başka eczacılık firması olan Sterling-Winthrop tarafından satın alınmıştır. Tarihin bir cilvesi olarak 1994 yılında Bayer, Sterling-Winthrop şirketini satın almıştır.

Bayer firması Aspirin markasını pazarlama faaliyetleri ile önemli kârlar elde eden bir marka haline getirme kabiliyetine rağmen, Aspirin markasını korumak için zaman zaman hükümetlerin yasaları ve politikaları karşısında pazarlama faaliyetlerinde tavizler vermek zorunda kalmıştır. ABD Başkanı George W. Bush'un ağır bir baskısı altında bulunan şirket, 2001 yılının Ekim ayında, ABD hükümetinin alımları için, patentini iptal etme ihtimaliyle karşı karşıya kalmamak için, ilacın fiyatını yarı yarıya azaltmayı kabul etmiştir.4

Tüm bu engellere rağmen Aspirin, tarihte aşağıdaki şekillerde yer almış, bir ilaç ve bir buluş olmaktan öteye giderek Ticaret siciline "Aspirin" markasının tescil edilmesinden tam 100 yıl sonra, 6 Mart 1999'da, bir Guinness dünya rekoruna adını yazdırmıştır. Leverkusen'deki 122 metrelik yüksek karargâh örtülerek dünyanın en büyük Aspirin kutusu haline getirilmiştir. Bu amaçla 22.500 metrekare kumaş kullanılmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan Smithsonian Enstitüsü Ulusal Doğal Tarih Müzesi'nde, “Aspirin” stetoskop ve yapay kalp gibi olağanüstü tıbbi buluşlar arasındaki yerini almaktadır.

2005 yılında İngiliz bilimadamı Dr. Derek Gilroy, Bayer’in düzenlediği ‘Uluslararası Aspirin Ödülü’nü kazandığı araştırmasında, Aspirin’in nitrik oksidin üretimini uyararak vücuttaki kızarıklık, ağrı, ateş gibi etkileri engellediğini ortaya koymuştur. Böylece 117 yaşındaki ASA’nın (asetilsalisilik asit) 2005 yılına dek bilinmeyen bir biyolojik etkisi daha ortaya çıkarılmıştır. 1971 yılında Aspirin’in vücuda nasıl etki ettiğini bulan ve yine bir İngiliz olan Sir John Vane bu araştırmasıyla Nobel kazanmıştır.

Aspirin markası ülkemizde uzun yıllardır tescilli olup; 05.06.2017 tarihinde Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından tanınmış marka olduğuna karar verilmiştir. Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu İngiliz Superbrands Ltd. 2001 yılından beri organize edilen “Cool Markalar” değerlendirmesini 2007 yılında Türkiye'de ilk kez gerçekleştirmiştir. Tıp dünyasının “süper ilaç” olarak adlandırdığı Aspirin, 110. yılını kutladığı 2007 yılında, yapılan değerlendirme ve oylama sonucu Türkiye'nin en Cool 14 Markası arasında, tıp dünyasının tek temsilcisi olarak, yer almıştır.

Yoğun rekabet ortamında ürünlerin farklılaştırılması çabasıyla önem kazanan marka yönetimi uygulamalarının temeli olan markanın, daha net bir şekilde açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Marka yönetimi açısından bakıldığında marka; teknolojik gelişmelerin, küreselleşmenin ve standartlaşmanın yarattığı koşullar sonucunda rekabet üstünlüğünün elde edilmesi için firmanın ürünlerini farklılaştırma amacıyla kullandığı stratejik bir araçtır. Marka yönetimi oldukça uzun süren ve yoğun çaba isteyen bir süreçtir.5

ASPİRİN’in marka olarak yakaladığı ticari başarı bazı ülkelerde jenerik marka haline dönüşmesine yol açmıştır. Kanada ve birçok ülkede ilk harfi büyük harf A şeklinde yazılan Aspirin, bir ticari marka olarak tescilini korumasına rağmen; Amerika’da jenerik isim haline gelmiş ve marka korumasını kaybetmiştir.

Firma ağrı kesici ilaçlar için ASPİRİN markasının jenerik isim olması üzerine, “Aspirin satın aldığınızda BAYER ASPİRİN isteyin, ısrarcı olun” şeklinde reklam afişleri düzenlemiş olup; tüketicilerin dikkati üreticiye çekilmeye çalışılmıştır.6