Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Rekabet Hukuku ve Fikri Mülkiyet Hakları

Ian S. FORRESTER,Q.C.

Avrupa hukukunun başlangıcında, fikri mülkiyet hakları, Antlaşma’nın rekabet hukuku alanındaki birincil hedefi olan pazar entegrasyonunun gerçekleştirilmesi açısından pürüz çıkarmaktaydı. Fikri mülkiyet hakları, malların Altılar (sonradan Dokuzlar) Üye Devlet arasındaki serbest dolaşımını engellemek için ortak pazarı bölmek amacıyla kullanılabilecek bahane olarak görülüyordu. Bu endişeler pek de yersiz değildi; fakat bunların üstesinden gelmek, bilinen fikri mülkiyet hak ve ayrıcalıklarının çok ötesine geçilmesini gerektiriyordu. Avrupa’daki fikri mülkiyet hakları ulusal niteliktedir, ve şu ana kadar sadece Topluluk ticari markalarında, bioteknolojik buluşlarda ve bitki türü haklarında tam uyum sağlanabilmiştir (Topluluk patentine ait bir mevzuat beklemededir). Şirketler, ya fiyatların daha yüksek olduğu ülkedeki yüksek fiyat düzeyini korumak ya da bir ürünü satma hakkının ilgisiz taraflar arasında bölünmüş olduğu durumlarda bölgelerini korumak amacıyla, taklit olmayan ürünlerde paralel ticareti engellemek için fikri mülkiyet uyuşmazlıklarından yararlanmaya çalışmışlardır.

Bu nedenle, fikri mülkiyet uyuşmazlıklarının ülkelerin pazar açısından bölünmesi yönünde bir araç olarak kullanılarak “suistimal edilmesi”, endişelerin bir boyutunu yansıtmaktaydı. Günümüzde klasik rekabet hukukunun daha çok tartışılan bir başka endişe konusu da, “hakim durumdaki” bir şirketin fikri mülkiyet haklarını “kötüye kullanıcı” şekilde uygulamasıdır. İleride de göreceğimiz gibi, Avrupa’nın fikri mülkiyet haklarının birbirinden farklı niteliği (ve bunların ilgili taraflarına kazandırabileceği şaşırtıcı ayrıcalıklar), bu alanda Avrupa rekabet hukukunun gelişmesine izin verilmesi açısından çok önemli bir rol oynamıştır.

İlk olay, daha ilk başlarda ortaya çıkan Sirena k. Eda1 ile Hag2 davalarıdır. Sirena’yla ilgili davada, belirli bir kozmetik ürününde bir markanın kullanım hakları, bir ABD şirketi tarafından, Roma Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden önce İtalya ile Almanya’daki farklı firmalara satılmıştı. İtalyan firma, Alman kreminin İtalya’ya ithalatını önlemek için ihtiyati tedbir talebinde bulundu. Avrupa Adalet Divanı’ndan, marka haklarının bölünmesinin kabulünün, 85. Madde’nin ihlali anlamına gelip gelmediği ve ithalatı önlemek için markanın kullanılmasının, 86. Madde tahtında hakim durumu kötüye kullanıcı nitelikte olup olmadığı yönünde tavsiyede bulunması istendi. Divan, İtalyan ve Alman firma sahipleri ile Amerikan şirketi arasındaki anlaşmanın ayrı olduğu hususuna bakılmaksızın, 85. Maddenin, anlaşmanın ortak pazarı bölmeyle sonuçlanabilecek etkisinin halen yürürlükte olması halinde uygulanabileceği yönünde görüş belirtmiştir.3