Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Sinai Mülkiyet Kanununun Getirdiği
Yenilikler ve Uygulama

Novelties in the Industrial Property Act and the Litigation

İlhami GÜNEŞ

Sınai haklara ilişkin mevzuatın çok parçalı ve uyumsuz yapısı, 10.01.2017’de kabul edilerek yayınlanan ve yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ile büyük ölçüde giderilmiştir. Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle uyumun sağlanması ve özellikle kıta Avrupası hukukuyla uyumun geliştirilmesi bakımından yeni kanunun faydalı olacağı düşünülmektedir. Temel kuralları koruyan Kanun, süreçler, iptal ve hükümsüzlükler bakımından yeni başvuru yolları ve süreler öngörmektedir. Örneğin, patentler için tescil sonrası kurum içi hükümsüzlük yolu ve tescilsiz tasarımlar için bu Kanun kapsamında üç yıllık koruma kuralı düzenlenmiştir. Bu yazıda genel olarak mevcut uygulama ile yeni Kanunun getirdiği yenilikler incelenmiştir.

Sınai Haklar, 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu, Marka, Patent.

The multipartite and inconsonant structure of the legislation on industrial property rights has been partly cleared upon taking effect of the Industrial Property Act no. 6769, adopted and published on the date of 10.01.2017. It is thought that the new will contribute to ensuring of harmony with the international conventions, to which our country is a party, and especially to the improvement of coherence with the continental European law. While maintaining the basic principles, the Law provides new remedies and time periods with respect to the procedures, revocations and invalidity. For example, for patents, post grant invalidity by the patent and Trademark Office, and unregistered design protection under this law for three years have been introduced. In this article, the current practices and the new provisions are briefly reviewed.

Industrial Rights, Industrial Property act no. 6769, Trademark, Patent.

I. Genel Olarak

Türkiye’de AB ile yapılan gümrük birliği konusunu oluşturan müzakereler sonrasında, 1/95 sayılı AB ile Ortaklık Konseyi kararı alınmış, kısa bir sürede sınai haklara ilişkin mevzuat, Avrupa Birliği ülkelerinden çeviri yapmak suretiyle oluşturulmuştur. Bunlar, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (bu yazıda MarkKHK olarak anılacaktır), 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (EndTasKHK), 551 sayılı Patentlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (PatKHK) ve 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamedir. Sınai mülkiyet haklarını düzenleyen KHK’lerin yerini, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun alması önemli bir değişiklik olmuştur. KHK sistemi, sınai hakları ayrı ayrı düzenlemekte; ancak bazı uyumsuzlukları barındırmaktaydı. Hukuki koruma, büyük ölçüde TRIPS standartlarına yaklaşmış bulunmaktaydı. Elbette kısa bir süre sonra işin bir de cezai ayağı olması gerektiği fark edilerek eklenen yasalarla ceza hükümleri düzenlenmiştir. Ancak ceza maddeleri, suç eylemini kendi içinde tanımlamak yerine mevcut tecavüz eylemlerini tanımlayan maddelere atıflar yapmıştır. KHK’da yer alan hukuk hükümlerine atıf yoluyla cezai yaptırım ekleme tekniği, ileride, ne yazık ki birçok hukuki soruna yol açacaktır.

Anılan kararnameler, AB ile Türkiye arasındaki Ortaklık Konseyinin 1/95 sayılı Gümrük Birliği anlaşmasından sonra, Avrupa Birliği’nin direktifleri esas alınarak hazırlanmış ve yürürlüğe girmiştir1 . TPE Markalar Dairesi, bu KHK’ya göre çıkarılan yönetmeliği ve rehberi esas alarak marka tescil sürecini düzenlemektedir. Usul hukuku ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa tabidir. Ek olarak, Sınai Mülkiyet Kanununun ortak hükümler bölümünde, bazı usul hükümleri de mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti 81 vilayetten oluşan bir bütün olup, aynı hukuk tüm bölgelerinde geçerlidir; federatif hukuk sistemleri söz konusu değildir. Bu anlamda, son yasal düzenleme olan Sınai Mülkiyet Kanunu, temel kanun olarak bütün ülke bazında uygulanacaktır.

Öte yandan, KHK’lar sistemine ek olarak 5147 sayılı Entegre Devre Topoğrafyalarının Korunması Hakkında Kanun2 ve 5042 sayılı Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun3 da diğer sınai hakları düzenlemektedir. Sui generis nitelikleri nedeniyle, entegre devre topoğrafyaları ve yeni bitki ıslahçılığı ayrı özel kanunlara konu edilmiştir. Bu iki sınai hak, mevcut yasal düzenlemeleri ile korunmaya devam etmekte olup SMK kapsamına alınmamıştır. Bununla birlikte, SMK m. 191/2 ile, 22.4.2004 tarihli ve 5147 sayılı Entegre Devre Topoğrafyalarının Korunması Hakkında Kanunun, ihlal için suç ve ceza düzenleyen 39’uncu maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

Sınai haklara dair davalar, ihtisas mahkemeleri ve HSYK tarafından yetkilendirilen asliye hukuk mahkemelerince, kısmen Anayasa Mahkemesine yapılan iptal başvuruları nedeniyle sorunlu da olsa bu KHK’lere göre 10.01.2017’ye dek ele alınarak bitirilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi, başta ceza hükümleri olmak üzere birçok KHK hükmünü Anayasa aykırı bularak iptal etmiş ve bu nedenle, özellikle marka haklarının korunması alanında ciddi sıkıntılar doğmuştur. Örneğin; Anayasa Mahkemesi, tanınmış markanın marka tescil başvurusunda mutlak ret nedeni olmasına dair MarkKHK m. 7/1-ı hükmünü, Anayasa’nın 91’inci maddesine aykırı bularak, “Mülkiyet hakkının konusunu, maddî ve gayrimaddî mallar oluşturmaktadır. Taşınır ve taşınmaz mallar maddî mallar kapsamında iken, fikrî ve sınaî mülkiyet hakları gayrimaddî mallar kapsamında bulunmaktadır. Bir markanın sahibine sağladığı haklar ise "marka hakkı" olarak adlandırılmakta ve marka hakkı, fikrî ve sınaî mülkiyet hakları kapsamında yer almaktadır. Dolayısıyla, itiraz konusu kuralda yer alan markanın tesciline ilişkin düzenleme, mülkiyet hakkının konusunu oluşturan marka hakkıyla ilgili olduğundan kural, Anayasa'nın 91. maddesinin birinci fıkrasına aykırıdır”4 gerekçesiyle iptal etmiştir.

Bunun ardından uygulamanın eksiklerini gideren ve AB hukukuna yaklaşmanın önünü açacak biçimde yeniliklerle, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (bundan böyle SMK olarak kısaltılacaktır) yürürlüğe girmiştir5 .

Fikri ve sınai haklar ile ‘haksız rekabet’ uyuşmazlıklarının genellikle iç içe geçmiş olduğu görülmektedir. Bu durumda, haksız rekabet ile ilgili görev hükümlerinin ihtisas mahkemesinin görev alanını genişletme yönünde gözden geçirilmesi düşünülmelidir. Ancak SMK bu yönde açık bir hüküm getirmemiştir. Yine de tasarım kitabında, tescilsiz tasarım hakkı düzenlenmiş olduğundan haksız rekabete dair ilkenin tasarıma ilişkin yönü sınai hak kapsamına girmiştir.

Fikri mülkiyet hakları, üretimi, bu alandaki yaratıcılığı ve yenilikçiliği teşvik ederek ekonomik, sosyo-kültürel alanda rekabet ortamını sağlıklı kılmaktadır. Teknik veya estetik alandaki yenilikçi çalışmalar, tescillenmek suretiyle ödüllendirilmekte, böylece toplumun da refahı yolunda adımlar atılmaktadır.

Türkiye'de fikri mülkiyet haklarının korunması düzenlemelerinin geçmişi Osmanlı Devleti zamanındaki 1879 tarihli İhtira Beratları (Patent) Kanununa kadar gitmektedir. Nitekim, bu Kanun 551 sayılı PatKHK'nın 1995’te başlayan yürürlüğüne kadar uygulanmıştır.

Sınai hakların, AB’nin direktifleri ve uluslararası anlaşmalara uygun biçimde KHK’larla düzenlenerek korunması sayesinde yabancı sermaye yatırımlarının önü açılmış ve kabaca son yirmi yıllık dönemde ekonomik bakımdan ciddi bir büyüme elde edilmiş, teknolojide yol alınabilmiştir. Ancak, zaman içinde mevzuatta birçok hukuki sorun yaşanmış ve gerek hak tasarrufunda gerek korumada aksaklıklar doğmuştur. En başta gayri maddi mülkiyet hakkı olan fikri - sınai hakların KHK'larla düzenlenmiş olması buna yol açmıştır. Gerçekten de mülkiyet hakkı, ancak kanunla düzenlenebilir, sınırlanabilir. Buna rağmen geçicilik özelliğine aykırı olarak KHK'ların 1995 yılından 10 Ocak 2017'ye kadar uygulanması söz konusu olmuştur. Anayasa Mahkemesinin marka, patent ve tasarım KHK'larında yer alan tecavüz eylemlerinin aynı zamanda suç oluşturması için yasa ile eklenen hükümleri iptal etmesi, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununu etkilemiş ve biçimlendirmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri dikkate alınarak düzenlemeler yapılmış, uygulamadaki eksiklikler giderilmeye çalışılmıştır.

Nitekim son dönemlerde önemli sonuçlar doğuran AYM iptal kararları çıkmıştır. Mülga MarkKHK m. 14 ve m. 42/c, markanın sahibince kullanılmaması durumunda, mahkemece iptal kararı verilmesinin koşullarını düzenlemekteydi. Bu hükümler de AYM’ce iptal edilmiştir. AYM’nin iptal kararıyla, görülmekte olan kullanmama nedeniyle iptal davaları bakımından KHK’da dayanak hüküm kalmamış bulunmaktadır6. Bu arada SMK yürürlüğe girmişse de MarkKHK m. 14’ün iptali ile SMK’nın 10.01.2017’de başlayan yürürlüğü arasında 4 günlük bir boşluk doğmuştur.

Yürürlük ve uygulama bakımından, SMK’nın, 192’nci, Geçici 1’inci, 2’nci, 3’üncü ve kullanılmayan markaların iptali süreci hakkındaki 26’ncı maddenin uygulanmasına ilişkin tarihe açıklık getiren ve o zamana dek bu davalara ihtisas mahkemelerinin bakacağını öngören 4’üncü maddeye dikkat etmek gereklidir. Öte yandan bazı ilkelerin uygulanmasında tereddüt doğabilecektir. SMK’nın, önceki tarihli hakların etkisine ilişkin getirdiği hükmün uygulaması, mahkemelerin kararları ve Yargıtay içtihatları ile şekillenecektir.

II. Sınai Mülkiyet Kanununa Genel Bakış

Marka hakkı ve korunmasına ilişkin 556 sayılı KHK'da öngörülen pek çok temel hüküm Sınai Mülkiyet Kanununa da aktarılmıştır. Bununla birlikte, öncelikle Sınai Mülkiyet Kanununun marka tanımına ilişkin hükmü, kapsamı genişletilerek düzenlenmiştir. 556 sayılı KHK’da yer alan marka tanımında, ayırt edicilik özelliği olan işaretlerin aynı zamanda grafikle gösterilmeye elverişli olması unsuru da bulunmaktaydı. Ancak bazı ayırt edici işaretler, marka olma kapasitelerine rağmen, grafikle gösterilebilme özelliği taşımadığından tanımın yetersizliği söz konusuydu. Böylece, grafikle gösterilmeye elverişli olmayan, ancak, ayırt edicilik taşıması nedeniyle tescillenebilecek olan ses ve koku markalarının önü açılmıştır. SMK bu konuda daha geniş bir anlamı taşıyan “sicilde gösterilebilir olma” unsurunu öngörmüştür. Öte yandan, marka korumasında önemli bir değişiklik de tanınmış marka konusundadır. Tanınmış markaların korunmasında KHK'nın sistemi daha katı bir anlayışla biçimlenmişken, bu kez TRIPS ve Paris Sözleşmesinin ön gördüğü ilkelerden ayrılmaksızın reform yapılmış ve tanınmış marka keyfiyeti mutlak ret nedeni olmaktan çıkarılmıştır. Yani, 3. kişilerin böyle markaları tescillemesinin önüne geçilmesi, ancak tanınmış marka sahibinin itirazı halinde mümkündür. Diğer deyimle, ‘tanınmış marka’ artık bir nispi itiraz sebebidir.

Öte yandan, önemli bir değişiklik Türk Patent ve Marka Kurumuna sağlanan kurum içindeki iptal yetkisidir. Bu yetki her ne kadar bilahare yürürlüğe girse de, mahkemelerin markalarla ilgili dava yoğunluğunu azaltacak niteliktedir. Ayrıca, Sınai Mülkiyet Kanunu, markaların kullanımıyla ilgili olan yükümlülük ilkesini korumakla birlikte detaylandırılmıştır. Yani Kanun, tescillenen markaların fiilen kullanımını ön gördüğü gibi, kullanmayanlara karşı iptal için kuruma başvuru yapılabilmesini de ön görmüştür. Keza, 3. kişilerin yaptığı marka başvurularına itiraz edildiğinde, itiraza mesnet markaların da 5 yıldır kullanılan markalar olmasını kabul etmiştir. Diğer deyimle, kullanılmayan bir markanın haksız biçimde itiraza mesnet olması önlenmektedir. Yürürlüğü yedi yıl sonraya bırakılan bir önemli hüküm 26’ncı maddede düzenlenen kurumun iptal yetkisidir. Mahkeme benzeri bir süreçle, kullanılmayan markaların, teknik şartnameye uymayan garanti markalarının ve zamanla yaygın ad haline gelen markaların kurum kararıyla iptalinin yolu açılmıştır. Bu imkân, mahkemelere gelecek dava sayısını azaltıcı bir etki yapabilecektir. Ancak bu maddenin yürürlüğüne dek geçici 4’üncü madde gereğince mahkemelerin mevcut yetkisi sürecektir.

Sınai Mülkiyet Kanununda, marka hakkının cezai korumasına ilişkin önceki anlayış genişletilerek sürdürülmüştür. Markanın taklit veya iltibas yaratılmak suretiyle ihlali aynı zamanda suç oluşturmaktadır. Sınai Mülkiyet Kanununun 30’uncu maddesinde marka suçları düzenlenmiş olup, önceki uygulamaya göre daha geniş kapsamlıdır. Kabaca markanın her türlü haksız kullanımı, aynen veya karıştırılacak kadar benzerinin üretimde, ticarette, ithalat veya ihracatta kullanımı suç oluşturmaktadır. Bu tür davalarda suç yerinde kurulmuş olan ihtisas mahkemeleri veya ihtisas mahkemesi bulunmuyorsa yetkilendirilen mahkemeler görevlidir. Cezai yaptırım bakımından ise seçenekli suç eylemlerinin kapsamı genişletilmiştir. Mülga MarkKHK’ya eklenen mülga suç hükmü kapsamında ithalat eylemi suç teşkil etmemekteydi. Ancak SMK m. 30, daha geniş bir düzenleme yapmış; üretim, satış ve satışa arz yanında; ithalat, ihracat, ticari bulundurma, nakil ve depolama eylemlerini de suç kapsamına almıştır.

Pratik bir diğer yenilik de, suç konusu taklit veya tecavüzlü malların hızlı imhası konusunda getirilmiştir. Kural olarak, hak ihlali halinde açılabilecek hukuk ve ceza davaları bulunmaktadır. Örneğin, SMK m. 149 gereğince hak sahibi, taklit veya marka tecavüzlü malların mülkiyetlerinin kendisine devrini veya bunların imhasını isteyebilir. Ancak, hukuki süreçte bu talebin gerçekleşmesi mahkeme kararının kesinleşmesine bağlı olup, yargılama oldukça uzun bir süreye yayılabilmektedir. Böyle olduğunda, depolama ve saklama bir külfet oluşturmaktadır.

Sınai Mülkiyet Kanunu, aynı zamanda suç oluşturan taklit markalı malları satışa sunan, ticaretini yapan veya bulunduran kişilerin bunları nerden aldıklarını bildirmelerini, bu suretle üreticilerin yakalanmasını sağlamalarını öngörmekte ve bu açıklamayı yapan sanıklar hakkında ceza verilmeyeceğini düzenlemektedir. Bu bir etkin pişmanlık hükmü olarak önceki KHK döneminde de bulunmaktaydı.

Coğrafi işaretler ürünün, sadece o bölgede üretilip üretilmemesi ayrımına göre mahreç ve menşe işareti olarak ikiye ayrılırlar. Ancak, SMK sistemi ile benzer bir kavram olarak geleneksel ürün adlarına özgü tescil yolu da açılmıştır. Tanım ve tescil şartları 33’üncü ve 34’üncü maddelerde; tescil edilemeyecek adlar 35’inci maddede düzenlenmiştir.

CoğİşKHK’da yer alan menşe (kaynak) ve mahreç adları, SMK kapsamında, yine aynı ilkelerle korunmaktadır. SMK m. 34’te menşe adı tanımlanmıştır. Buna göre, coğrafi sınırları belirlenmiş bir yöre, bölge veya istisnai durumlarda ülkeden kaynaklanan, tüm veya esas özelliklerini bu coğrafi alana özgü doğal ve beşeri unsurlardan alan, üretimi, işlenmesi ve diğer işlemlerin tümü bu coğrafi alanın sınırları içinde gerçekleşen ürünleri tanımlayan adlar menşe adıdır.

Menşe işaretleri, sadece ilgili coğrafi bölgede kullanılabilirler. Aydın inciri, Ezine peyniri örnekleri böyledir. Üretiminin, işlenmesinin ve diğer işlemlerinin tümüyle bu yöre, alan veya bölge sınırları içinde yapılması durumunda tescillenen coğrafi işaret "menşe adı" demektir (SMK m. 34/1-a).

CoğİşKHK’da yer alan mahreç adları ise SMK m. 34’te, menşe adlarından sonraki bentte tanımlamıştır. Yasal tanıma göre, coğrafi sınırları belirlenmiş bir yöreden, bölgeden veya ülkeden kaynaklanan, belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri bakımından bu coğrafi alan ile özdeşleşen, üretimi, işlenmesi ve diğer işlemlerinden en az biri belirlenmiş coğrafi alanın sınırları içinde yapılan ürünleri tanımlayan adlar mahreç işaretidir.

Ürünün bu işareti kullanabilmesi şartlara bağlıdır. Ürün, coğrafi sınırları belirlenmiş bir yöreden, alandan veya bölgeden kaynaklanıyor olmalıdır. Ayrıca, belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri itibarıyla bu yöre, alan veya bölge ile özdeşleşmiş olması, üretimi, işlenmesi ve diğer işlemlerinden en az birinin belirlenmiş yöre, alan veya bölge sınırları içinde yapılması durumunda "mahreç işareti" tescillenebilecek demektir (SMK m. 34/1-b). Tescil belgelerinde bu özellikler yazılıdır.

Sınai Mülkiyet Kanunu, coğrafi işaretler alanında KHK'dan gelen koruma anlayışını sürdürmüş, ek olarak geleneksel ürün adlarının da korunmasını öngörmüştür. Buna göre, en az 30 yıldır geleneksel ad ile adlandırılan ve geleneksel yöntemle üretilen ürünlerin menşe ve mahreç adı olmasa da korunmaları mümkün hale gelmiştir. Geleneksel ürün adları ise menşe veya mahreç alma şartlarına uymayan, ancak korunmaya değer adlardır. Bu değerin kıstası en az 30 yıl süreyle adın ürünü tarif etmek için kullanılıyor olmasıdır. Yasa, bu tescil için iki unsur öngörmektedir. Bunlar, geleneksel üretim ve işleme yönteminden kaynaklanma, geleneksel malzeme ve ham madde kullanımıdır. SMK m. 34/3 geleneksel adları şöyle düzenlemiştir:

Menşe adı veya mahreç işareti kapsamına girmeyen ve ilgili piyasada bir ürünü tarif etmek için geleneksel olarak en az otuz yıl süreyle kullanıldığı kanıtlanan adlar, aşağıdaki şartlardan en az birini sağlaması halinde geleneksel ürün adı olarak tanımlanır.