Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Yargı Yetkisini Türkiye ile İlişkili Bir Durumda Kullanabilmesi

International Criminal Court and can Use of Jurisdiction Over Turkey

Uğur ŞENOL

Uluslararası Ceza Mahkemesi, 17 Temmuz 1998 tarihinde Roma’da kabul edilen Roma Statüsü ile kurulmuş ve 1 Temmuz 2002 tarihinde faaliyete geçmiştir. Mahkeme Statüsünde gösterilen suçların, iç hukukta yargılanmaması ya da göstermelik bir yargılamaya tâbi tutulması ve failin suçu işlediği sırada 18 yaşından büyük olması durumunda, yargılama yapmak için kurulmuş, bağımsız tüzelkişiliğe sahip, daimi nitelikte bir yargı organıdır. Türkiye, Roma Statüsü’ne bugüne kadar taraf olmayarak Mahkeme’nin yargı yetkisini tanımamıştır. Ancak yine de Mahkeme’nin kimi hallerde Türkiye ile ilişkili bir duruma yönelik olarak yargı yetkisi kullanabilmesi mümkündür. Bu çalışmada Uluslararası Ceza Mahkemesi ve yargı yetkisini Türkiye ile ilişkili durumlarda kullanabilmesi ele alınacaktır.

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Roma Statüsü, Türkiye, Yargı Yetkisi, Suç.

International Criminal Court (ICC); is a permanent judicial body with an independent legal entity established by a multilateral international convention for judging persons who commit crimes shown in the statute, who are not judged in domestic law or subjected to a juristic trial, and who are over 18 years old at the time of the crime. The Court was established on July 17, 1998 with the Rome Statute, which was adopted in Rome, and began its operation on 1 July 2002. Turkey has not been a party to the Statute of Rome to date and has not recognized the jurisdiction of the Court. However, the Court may, in some cases, acquire jurisdiction in relation to Turkey. This study will focus on the ability to gain jurisdiction over events related to the International Criminal Court and Turkey.

International Criminal Court, Rome Statute, Turkey, Jurisdiction, Crime.

Giriş

Avrupa’da Otuz Yıl Savaşlarının sonunda imzalanan 1648 tarihli Vestfalya Antlaşması ile birlikte, feodalitenin yıkılışının da etkisiyle, belli bir toprak parçası üzerinde egemenliğe sahip merkeziyetçi devletler, Avrupa siyasi sisteminin temeli haline gelmiştir1 . Kısaca “Vestfalya Sistemi” olarak anılan bu sistem zamanla bütün dünyaya yayılmış, Fransız İhtilali ile birlikte ulus devletlerin yükselişinin de etkisiyle, toprak esasına dayanan merkeziyetçi ulus devletler uluslararası sistemin ana aktörü olmuştur2 .

Dünya bugün bile, büyük ölçüde Vestfalya Antlaşması ile benimsenen esaslara dayalı bir uluslararası sistem içinde yaşamaktadır. Ancak Avrupa merkezli bu düzen, Avrupa merkezli bir savaş olan II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım nedeniyle büyük değişimler geçirmek zorunda kalmış, yaşanan değişimin sonucunda ulus devletler uluslararası sistemin yegâne süjesi olma vasfını kaybetmiştir3 . Bu değişim, birbirinden beslenen iki farklı sonuç doğurmuştur: Ulus devlet üstü kurumların doğuşu ve bireylerin uluslararası sistemde hak sahibi olması4 . II. Dünya Savaşı sırasında bütün dünyada vuku bulan insanlık dışı uygulamaların psikolojik etkisini de arkasına alan bu iki gelişme, ceza hukukunun uluslararasılaşması sürecini hızlandırmıştır5 . II. Dünya Savaşında insanlığa karşı işlenen suçların oluşturduğu atmosferin etkisiyle, uluslararası nitelik taşıyan suçları cezalandıracak daimi bir mahkeme kurulması fikri taraftar toplamaya başlamıştır. Söz konusu fikir meyvesini, 1998 yılında İtalya’nın başkenti Roma’da Birleşmiş Milletlerin (BM) ev sahipliğinde bir Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulması için düzenlenen konferansla vermiştir. Anılan konferansta; soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçunu yargılamakla yetkili bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasına dair Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü (Roma Statüsü)6 kabul edilmiştir7 . Böylece tarihte ilk kez uluslararası nitelikte olduğu varsayılan suçların yargılanması amacıyla daimi bir Uluslararası Ceza Mahkemesi8 kurulmuştur9 .

Bu çalışmada UCM ve Türkiye arasındaki ilişki, özellikle de Mahkeme’nin Türkiye ile ilişkili olaylarda yargılama yetkisi kazanıp kazanamayacağı incelenecektir. Bu amaçla çalışmanın ilk bölümünde, Mahkeme’nin kurulmasına yönelik tarihsel süreç ve kuruluşu, yapısı, yargı yetkisi ve yargı yetkisinin hangi durumlarda ve ne şekilde harekete geçtiği gibi konular ele alınacaktır. Ardından Türkiye’nin Mahkeme’nin yargılama yetkisini tanıma hususundaki yaklaşımı incelenecektir. Son olarak da Mahkeme’nin, yargı yetkisini tanımayan Türkiye ile ilişkili olaylarda yargılama yetkisi kazanıp kazanamayacağı sorunu üzerinde durulacaktır.

1. Mahkeme’nin Kuruluşu

Uluslararası ceza hukuku kavramının; a) yabancılık unsuru taşıyan olaylara ulusal ceza normlarının uygulanması (yer bakımından uygulama), b) yabancılık unsuru taşıyan suçlara ilişkin devletlerarasında adli işbirliği yapılması (adli yardım, iade vb.) ve c) uluslararası suçların cezalandırılmasına ilişkin kurallar olmak üzere üç boyutu bulunmaktadır10 . Bu alanlardan ilki tamamen iç hukuk normlarıyla, ikincisi ise hem iç hukuk normları hem de uluslararası antlaşmalarla düzenlenmektedir. Üçüncü alan olan uluslararası suçların cezalandırılmasının hukuksal temelini ise büyük ölçüde uluslararası antlaşmalar oluşturmaktadır11 . Uluslararası Ceza Mahkemesi, uluslararası ceza hukuku içerisinde bu üçüncü alanda yer alan, uluslararası nitelikte olduğu kabul edilen suçların yargılanması amacıyla uluslararası antlaşmayla (Roma Statüsü) kurulmuş bir mahkemedir12 .

Uluslararası suçların yargılaması amacıyla daimi nitelikte bir ceza mahkemesi kurulması fikri uzun bir tarihî geçmişe sahiptir. Bu sürece ilişkin zikredilmesi gereken ilk olay olarak13 , Uluslararası Kızılhaç komitesinin kurucularından Gustave Moynier’in, 1864 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin ihlalini cezalandıracak bir adli mekanizmanın kurulması amacıyla uluslararası nitelikteki suçları yargılayacak bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulmasına yönelik hazırladığı sözleşme tasarısı gösterilmektedir14 .

Konuya ilişkin zikredilmesi gereken diğer önemli gelişme, 1899 ve 1907 tarihli Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözülmesine İlişkin La Haye Sözleşmelerinin kabulüdür. Bu Sözleşmeler, uluslararası bir ceza mahkemesinin kurulmasını öngörmeseler de silahlı çatışmaların yürütülmesine ilişkin düzenlemeleriyle hem uluslararası insancıl hukukun temellerinden birini oluşturmuş hem de savaş suçlarının ve uluslararası nitelikteki suçların belirlenmesinin dayanağını teşkil etmişlerdir15 .

Geçici de olsa uluslararası nitelikte bir ceza mahkemesi kurulmasına ilişkin ilk girişim ise I. Dünya Savaşından sonra galip devletlerin, başta Alman imparatoru II. Wilhelm olmak üzere Alman yetkilileri yargılamak amacıyla Versailles Antlaşmasının 227-229. maddelerine koyduğu hükümler olmuştur16 . Ancak bu girişim, ABD’nin karşı çıkması, Almanya’nın savaş suçlusu olarak istenen kişileri, Hollanda’nın da kendisine sığınan II. Wilhelm’i müttefik devletlere teslim etmemesi nedeniyle akim kalmıştır17 . Aynı şekilde I. Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı Devleti tarafından Hıristiyan Ermenilere yönelik katliamların yargılanmasını sağlamak amacıyla Sevr Antlaşmasına bazı maddeler de konulmuş, ancak bu yöndeki çabalar söz konusu antlaşmanın yürürlüğe girmemesi nedeniyle sonuçsuz kalmıştır18 .

Uluslararası nitelikte bir ceza mahkemesi kurulmasına yönelik sonraki girişim, 1937 yılında “Terörizmin Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme”nin hazırlanması sırasında yaşanmıştır. Ancak bu girişim de II. Dünya Savaşı nedeniyle Sözleşme’nin onay sürecinin tamamlanamamasından dolayı başarısız olmuştur19 .

Uluslararası nitelikte bir ceza mahkemesi kurulması fikri, II. Dünya Savaşı sırasında gerçekleştirilen insanlık dışı uygulamalar nedeniyle, Savaş sonrasında yeniden taraftar toplamaya başlamıştır. Nitekim Savaş sırasında meydana gelen ağır insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulan Alman yetkililer için kurulan Nürnberg ve Japon yetkililer için kurulan Tokyo Askeri Ceza Mahkemeleri20 , uluslararası ceza yargılamasının ilk önemli örnekleri olarak kabul edilmektedir21 . Ancak söz konusu Mahkemeler; askeri nitelikleri, galip devletlerin hukukunu tatbik ederek kanunilik ve amaçla sınırlı, geçici (ad hoc) nitelikleri nedeniyle kanuni hâkim ilkesini ihlal ettikleri gerekçesiyle eleştirilmiştir22 . Bu yargılamaların en önemli somut sonucu ise yargılamalar için hazırlanan Statü ile savaş sırasında işlenen bazı fiillerin uluslararası suç olarak tanınması olmuştur. Bu durum bazı suçların uluslararası suçlar olarak kabulünün ve hükme bağlanmasının yolunu açmıştır23 .

II. Dünya Savaşından sonra daimi nitelikte bir uluslararası ceza mahkemesi kurulması yönündeki girişimler, Soğuk Savaş dönemindeki siyasi atmosferin de etkisiyle sonuçsuz kalmıştır. Ancak Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra silahlı çatışmaların sayısında yaşanan hızlı artış ortamında, soykırım ve insanlığa karşı suç oluşturan fiiller sıklıkla işlenmeye başlanmıştır. Nitekim bu nedenle söz konusu çatışmalardan Yugoslavya ve Ruanda’da yaşananlar için, BM Güvenlik Konseyi kararıyla, geçici (ad hoc) nitelikte uluslararası ceza mahkemeleri kurulmuştur24 .